Mesleki olarak bu yönde çalışmalarımız olmasa bile, hepimiz farkında olmaksızın zaten hikâye anlatıcılarıyız. Arkadaşlarımızla sohbet ederken, partnerimize günümüzü anlatırken, sosyal medyada içerik paylaşırken, hatta bir sebepten birine yalan söylerken dahi yaptığımız hikaye anlatmaktan başka bir şey değil aslında. Gelişimci biyolog E.O.Wilson’ın ifade ettiği gibi, insan zihni hikaye anlatan bir makinadır.
Bu zihin ve duygu durumumuz tabii ki zaman zaman iniş çıkışlar yaşayabilir. Mesela şu son birkaç yılı düşünelim. Pandemi, izolasyon, ekonomik kriz derken aslında toplumun üstünü tül gibi örten başka bir sessiz salgınla, ruhsal sağlık sorunlarıyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Neden mi? İzolasyon, tükenmişlik ve geçim derdinin getirdiği kaygı, bunalım özellikle gençlerde yükselen umutsuzluk, amaçsızlık ve varoluş sorunları son birkaç yıldır artan, fakat pek konuşulmayan ancak ilerleyen zamanlarda etkisini daha net hissedebileceğimiz konulardır.
Bu gibi dönemlerde hikayeler belki de ihtiyacımız olan desteği sağlayabilir.
Hikayelerin büyülü bir tarafı var. İyi konuşmacılara dikkat edin, genellikle konuşmalarına bir hikayeyle başlarlar. Bunun sebebi iyi bir hikâyenin hemen dikkatimizi çekip, tabiri caizse bize kanca atmasıdır.
Hikayeler nasıl büyüler?
Bilimsel araştırmalar, beynin hikayelere tutulmasının nedenini, salgılanan oksitosin ve kortizol hormonlarıyla açıklıyor. Bağ kurma ve empatinin yapı taşı olan oksitosin, hikâyede geçen ana karakterin durumuna empati kurmamıza ve kortizol de karakterin yaşadığı sıkıntılar karşısında sanki kendimiz sıkıntı yaşıyormuşçasına stres tepkisi vermemize neden olur. Böylece dinleyici veya okuyucu olarak hormonel seviyede hikâyeye angaje oluruz. Yani hikâyenin içine gireriz.
Başka önemli bir konu da hikayelerin düşüncelerimizi organize etme becerisidir. İnsan beyni, doğuştan sahip olduğu ve beş duyusundan gelen bilgileri, olayları ve duyguları belirli bir düzen içine sokmaya programlıdır. Bu düzen, yaşananlarla ilgili nedensellik kurmamıza ve anlam çıkarmamıza yardımcı olur. Bu deneyimlerden yola çıkarak başkalarının da zihinsel süreçlerini ve davranışlarını tahmin ederiz. Yani bu zihinselleştirme yeteneğimiz zaten esasen hikâye anlatıcılığıdır.
Hikayelerin faydaları nelerdir?
Hikayeler bize önemli kazanımlar sağlar.
- Beynin boşlukları doldurma ve zihinselleştirme gücü sayesinde hayal gücümüzü destekler.
- Beyin angaje oldukça hikâyeyi hatırlamaya da odaklanır. Dolayısıyla hafızamız üzerinde olumlu bir etki sağlar.
- Duygularımız üzerinde önemli bir rol oynar. 2016 yılında yayınlanan “Her Şey Hikâyedir: Hikâye Anlatımı ve Pozitif Psikoloji” adlı eserinde Pamela Rutledge’a göre hikayelerimizi nasıl anlattığımızın, ruh halimiz, kimliğimiz ve başkaları üzerindeki etkimizde payı vardır.
- En önemlisi de başkalarıyla bağ kurmamıza yardımcı olur. Hikâye sadece anlatıcısı için değil, dinleyicisi ya da okuyucusu için de güçlü bir deneyimdir. Bir başkasının hayat mücadelesini, mutluluklarını ya da sıkıntılarını okumak/dinlemek, onunla özdeşleşebilme ve paylaşım imkânı yaratır. Yaşadığımız deneyimlerde yalnız olmadığımızın, başkalarının da benzer şeyler yaşamış olabileceğinin farkındalığı, iyileşme sürecinde büyük destek sağlar.
Hikaye ve pozitif psikoloji ilişkisi
Hikayeler anlam yaratma sürecinde etkili olduğundan, Rutledge’ın da ifade ettiği gibi kendimize anlattığımız hikayelerin tam da bu nedenle sağlığımız üzerinde etkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. En nihayetinde hayatta tek bir gerçeklik yok. Düşünsenize, aynı deneyimi yaşayan farklı kişiler, o deneyimi bambaşka şekillerde hatırlayıp aktarabilirler.
Özellikle danışmanlık deneyimimde, seans için gelen birçok danışanımın kısıtlayıcı inançları sebebiyle aslında kendilerini sabote ettiklerini fark ediyorum. Fakat özünde inanç dediğimiz, önce kendi kendimize anlattığımız, sonra da inandığımız hikayelerden başka bir şey değildir. Bu nedenle bir deneyimi nasıl anlamlandırdığımız ve anlattığımız hayatımız açısından çok belirleyicidir.
Hikâyeleri hayat deneyimlerimizi anlamlandırma biçimimiz olarak ele alan anlatı terapisi, has gerçekliğin farkındalığından doğan ve hikâye anlatıcılığı ile kişisel refahımız arasında bağlantı olduğunu ortaya koyan bir çalışma alanıdır.
1980’lerde psikolog Michael White ve David Epston tarafından çerçevelendirilen anlatı terapisi, dili nasıl kullandığımız, anlam yaratma ve kimliğimizi inşa etme şeklimiz üzerine odaklanıyor. Epston ve White, kişinin kendisini problemden ayırarak, bu problemin hayatındaki etkileri ve bu probleme karşı duruşu konusunda yeni anlamlar geliştirdiğinde, alternatif hikayeler yaratabileceğini teorileştiriyor.
Konuya dair uzun yıllar araştırmalar yapan James W. Pennebaker da kişisel hikâye anlatımının duygular ile nasıl etkileşime girdiğini inceleyen önemli isimlerden biri. Pennebaker ve ekibinin yaptığı araştırmalar, sözlü veya yazılı olarak duygusal bir deneyim hakkında hikayeler anlatmanın ya da yazmanın zihinsel ve fiziksel sağlık üzerindeki olumlu etkileri olduğunu söylüyor.
Hikayeyi değiştirmek duyguları da değiştirir mi?
Anlatı terapisi çalışmaları, kişinin başından geçen deneyimleri farklı bir perspektiften yeniden tasarlamasının, yaşananlarla ilgili yeni bir anlayış kazanmasını sağlayabileceğini gösteriyor. Böylece kişi, hikâyesinin prangasından kurtulabilir hale geliyor. Hikayesinin sorumluluğunu almak, onu yeniden çerçevelendirerek kaybettiği gücünü geri kazanmasına, kendine ve yeteneklerine yeniden inanmasına olanak tanıyor.
Ancak bu yeniden yazımın en önemli katkısı bilinçli olarak olaylara atadığımız anlamları yeniden çerçevelendirdiğimizde, bu olayların getirdiği duyguların da değişmeye başladığını fark edebilmemiz. Hikayelerimize mesafe alarak onları yeniden yazdığımızda özellikle acı veren deneyimlerin duygusal etkilerinin de giderek azaldığını gözlemleyebiliyoruz.
Yazar ve danışman olarak yazarak şifa konusunda yaptığım çalışmaların katılımcılardan çok olumlu geri dönüşler aldığına tanık oldum. En önemlisi de yazmanın, yani duygu ve düşüncelerin kâğıda dökülmesinin katılımcılara sağladığı farkındalık ve perspektif değişimi.
Kişisel hikayelerimizin üzerine düşünmek, paylaşmak ve belki bu anlatıları değiştirmek iyileşmemiz ve dönüşmemiz yönünde önemli bir rol oynayabilir. Özellikle bu zor zamanlarda, ruhsal ve zihinsel sağlığımız için bol bol hikâye anlatalım.
Hikaye alıştırması
Hikâyelerimizi yeniden çerçevelendirererek onlara yeni anlamlar atayabileceğimizden ve böylece bizde bıraktıkları duyguların da dönüşmesini sağlayabileceğimizden bahsetmiştim.
Denemek için şu çalışmayı yapabilirsiniz:
- Yaşadığınız bir sorunu düşünün.
- Bu sorunu yakın bir arkadaşınıza anlatıyormuş gibi yazın.
- Bu sorunu olayların dışındaki üçüncü bir şahıs nasıl anlatır?
- Eğer olayın içinde ikinci bir kişi varsa, aynı hikâyeyi onun perspektifinden nasıl anlatırsınız?
- Size sorun gibi gelen bu hikâyeyi bir fırsat olarak anlatmanızı istesem, nasıl anlatırsınız?