Şu sıralar Amerika’ın başını çektiği “Great Resignation” yani “Büyük İstifa” hareketinde, seneler sonra ilk defa çok fazla insan eş zamanlı olarak işinden ayrılıyor. Bu durum pandeminin bir yan ürünü olsa sosyal alt yapısı 2000’li yılları domine etmiş çok belirleyici bir kültüre; Hustle Culture‘a taban tabana zıtlık yaratıyor. Meşguliyetin, üretkenliğin, çok ve sıkı çalışmanın yüceltildiği Hustle Culture karşısında toplumun giderek büyüyen bir kesmi, özellikle Z jenerasyonu “Hayat işten çok daha fazlası!” diyor. Hustle Culture, Türkçe isimleri ile toksik verimlilik, işkoliklik hatta tükenmişlik kültürü nedir ve pandemiyi atlatmış günümüz dünyasında sona mı eriyor, sizin için araştırdık!
Hustle culture nedir?
Hustle Culture veya İngilizce’de bilinen diğer isimleri; Burnout Culture, Workaholism, Toxic Productivity hayatın hangi alanında kullanılırsa kullanılsın, aynı tezi savunuyor: Sürekli olarak çalışmak. Profesyonel hayatın; kariyerin, işin, eğitimin hayatın merkezine oturarak en çok zamanı, eforu, ilgiyi hatta sevgiyi aldığı bu kültür “Ne kadar çok çalışırsan, o kadar başarılı olursun!” mottosundan besleniyor.
Yüksek motivasyonun iyi bir performansa onun da büyük başarılara dönüşeceği fikri, hayal edilen her şeyin çalışılarak elde edebileceği inancından doğuyor. Mesai saatinin üzerine çalışmaya devam etmenin kesinlikle terfi ve zam ile ödüllendirileceği, bazı işlerin dinlemeden, ara vermeden hatta uyumadan yapılması “gerektiği”, bu kültürün içine doğmuş herkesin zihninde yer ediyor. “Uyku zayıflar içindir.”, “9/5 değil 7/24!” gibi cümleler ile özellikle 90’lar sonu ve 2000’li yılların başında popüler kültürü domine eden Hustle Culture, birçok film, dizi, şarkı ve o dönemin en başarılı isimleri; Mark Zuckerberg, Steve Jobs, Elon Musk’ın hayat “tavsiyeleri” ile yayılıyor. Üretkenlik, kişinin öz değerini ölçmesine yarayan somut bir birime dönüşüyor.
Hustle culture’ın ne gibi zararları var?
Geçmişte, emeğin maddi ve manevi bir karşılığının alınabildiği zamanlarda “Hustle” zihniyetine sahip olmak illa kötü sonuçlanmıyordu. Hatta başarı; finansal rahatlık, aile refahı ile ödüllendiriliyordu. Yine de o zamanlarda bile dengenin aşıldığı durumlar negatif sonuçlar; bozulan ilişkiler, bireysel tatminsizlik, izolasyon doğuruyordu. Günümüzde ise durumlar, değişen sosyo-ekonomik koşullardan ötürü oldukça farklı seyredebiliyor.
Hayatın bir kısmının; genellikle gençliğin, daha büyük hedeflere, hayallere, finansal rahatlığa erişmek için “feda edildiği”, bu esnada yaşanılan her tür negatif iş deneyiminin de birer ders hatta bir gereklilik olarak kabul edildiği modern iş düzeni, kişinin hem profesyonel hem de özel yaşamını negatif etkiliyor. Kaçınılamaz bir sonucu olan tükenmişlik; kronik ve uzun süreli stres sonucu ortaya çıkarak zihinsel, fiziksel ve ruhsal yorgunluk hali yaratıyor. Beraberinde birçok artçı hastalık; depresyon, enflamatuar hastalıklar hatta erken ölüm riskini bile getirebiliyor.
Özellikle kadınlara başarılı olabilmeleri, saygı görebilmeleri için kariyerlerini özel hayatlarından; ikili ilişkilerden, aileden, çocuk sahibi olmaktan öne koymalarını “öğütleyen” Hustle Culture, cinsiyet eşitsizliğini körüklüyor. “Girl Boss” akımı olarak çok sık karşımıza çıkan hayatın her alanında çok başarılı “Patron Kadınlar” aynı işkoliklik kültürü içerisinde iyi olma hallerini korumaya çalışıyor. Dünya ortalamasına göre ne kadar çok veya uzun saatler çalışsalar da erkek meslektaşlarından daha az maaş alan, daha az terfi ettirilen kadınlar, suçu kendilerinde arıyor. Çok çalışmanın cinsiyet engelini aşamadığı gerçeği özel hayat yoksunluğu ile birleşince kadınlarda neden erkeklere oranla daha fazla tükenmişlik yaşandığı kendi kendini açıklıyor.
Hustle culture’ın içinde olduğunuza dair işaretler:
- Çok uzun saatler çalışmak
- Çalışmaktan uyuyamadığınıza, tatile gidemediğinize, hafta sonlarında bile (!) çalışmaya devam ettiğinize dair böbürlenmek
- İnanılmaz yorgun, hasta yani fiziksel, zihinsel ve ruhsal anlamda iyi olmadığınız anlarda bile çalışmaya devam etmek
- Dinlenmenin zaman kaybı olduğunu düşünmek, her ara verildiğinde kendini suçlu hissetmek
Profesyonel yaşamda Hustle culture’a karşı alınabilecek önlemler
Profesyonel yaşam, içinde bulunulan iş veya eğitim kurumunun iç dinamiklerinden bağımsız olarak, zihinlerde yer etmiş “aşırı üretkenlik” dürtüsünden zarar görebiliyor. Hayatın gerçekleri içinde belirli bir düzeyde finansal güvenceye eriştikten sonra sıra kendi duygusal ihtiyaçlarımızı ve profesyonel yaşama bakış açımızı düşünmeye geliyor. Böyle bir ayrıcalığa sahipsek, kendi kendimizi tükenmişliğe sürüklememek, aşırı çalışmayı yücelten profesyonel ortamları fark etmek için nasıl önemler almamız gerekiyor?
Başarıyı kendiniz, yeniden tanımlayın
Modern yaşam kültürü başarıyı somut getiriler; para, ün, terfi, alkış ile sınırlandırıyor. Peki daha sosyal şartlanmamızın tamamlanmadığı küçüklük yıllarında da başarı sadece maddi getiri miydi? Sizin için başarı ne anlama geliyor? Aileniz, sosyal çevreniz, iş arkadaşlarınızdan bağımsız şekilde, özünüze dönerek bu soruya cevap vermeniz, Hustle kültüründen çıkış yolunuzu aydınlatabilir.
Sağlıklı, net sınırlar çizin
Aşırı üretkenlik mesai saatleri dışında, uyku vaktinden, tatilden çalarak çalışmaya başladığımız an başlıyor. Zihinde yer etmiş “Çalışmaya devam etmeliyim.” dürtüsünü aşmanın tek yolu ilk başlarda ne kadar rahatsız hissettirse de özel yaşam sınırlarınızı aşmamaktan geçiyor! Çünkü işimiz bizim hayatımızı değil, sadece bir bölümünü oluşturuyor.
Hustle culture’dan alternatif çıkışlar
Anti-iş hareketi
Hustle Culture’a en radikal cevabı veren anti-iş hareketi; işinden ayrılmak isteyen, hiç çalışmadığı bir hayatın nasıl olduğunu merak eden kişilere adanıyor. Kendini bir miktar Büyük İstifa’da da gösteren anti-iş hareketi özünde kanıksadığımız modern “iş” algısını yeniden tanımlamaya, işin ötesinde yardımlaşma ve kooperasyonu nasıl yeniden kurulabileceğimizi bulmaya çalışıyor. “İşimden bir planım olmadan ayrıldım.”, “İşin hayalini kurmuyorum.” cümleleri ile trend olan sosyal medya içerikleri bunun sadece bir merak değil, aynı zamanda bir aksiyon ve bir yaşam biçimi olduğunu da işaret ediyor.
Yavaş yaşam
Özellikle Z jenerasyonu arasında, TikTok vasıtasıyla popülerleşmiş yavaş yaşam akımı hayatın nasıl daha dikkatli, bilinçli ve arzu ile yaşanabileceğini pratik ettiriyor. Odağın anda olduğu, sürdürülebilirliğin sadece çevresel ayak izini düşürme amaçlı değil tüm yaşam alanlarında benimsenmesi gereken bir “zihniyet” olduğu bu pratik doğal olarak etik ve ekonomik olmayı da önceliklendiriyor. Tüketim alışkanlıklarını şekillendiren popüler trendlerin aksine az, öz, değerli ve mümkünse ileri/geri dönüşümlü parçaları yeğleyen yavaş yaşam, hayatın Hustle Culture olmadan yani “daha az para kazanarak” da keyif alınabilir olduğunu kanıtlıyor.