YAZAN: ALEYNA TEPE İPER

İşlerinizin hiç bitmediğini hissettiğiniz zamanlar oluyor mu? Bilgisayarı kapatmanıza rağmen zihninizin hala yapılacaklar listesinde kalıyor ya da yeni fikirler üretmeye çalışıyor olabilir. Merak etmeyin, yalnız değilsiniz! Birçoğumuzun deneyimlediği bu durumun artık bir ismi var: sonsuz iş günü! İşlerimizin bitmek bilmediği ve hatta özel hayatımızı tamamen ele geçirdiği bir dönem… Uzaktan ve hibrit çalışma modellerinin getirdiği esneklik, beklenmedik bir bedeli de beraberinde getirerek zamanımızı, enerjimizi ve iyi oluşumuzu koruyan sınırları yavaş yavaş silmeye başladı. Microsoft tarafından hazırlanan 2025 İş Trendleri Endeksi Raporu’na göre, çalışan kitlenin %80’i işlerini tamamlamak için yeterli zaman ya da enerjiye sahip olmadığını söylüyor. Buna karşın, liderlerin %53’ü verimliliğin daha da artması gerektiğini düşünüyor. Bu durum ise bitmek bilmeyen iş günlerine neden oluyor ve iş-yaşam dengesini korumak, üretkenliği ve iyi oluş halini sürdürebilmek için artık işinizle aranıza sınır koyma zamanının geldiğini hatırlatıyor!


“Sonsuz iş günü” kavramı güçleniyor.

Son zamanlarda bilinirliği artan “sonsuz iş günü” kavramı, bitmek bilmeyen çalışma halini temsil ediyor. Geçmişte iş sonrası gelen telefonlar kabalık sayılır, neredeyse kimse hafta sonu e-posta göndermezmiş. Bugün ise bu sınırlar neredeyse tamamen ortadan kalkmış durumda. Sabahın erken saatlerinden birikmeye başlayan e-postalar, “bir iki iş daha tamamlayayım” diye gece geç saatlerde bilgisayar başına oturma ve hafta sonlarını “pazartesiye hazırlık” olarak değerlendirme alışkanlıkları artık ne yazık ki sıradan ve normal kabul edilmeye başlandı.

Microsoft’un verilerine göre, çalışanların %20’si cumartesi ve pazar günleri öğlene kadar e-postalarını kontrol ediyor. Birçok kişi ise gece saat 22.00’den sonra yeniden sisteme giriş yapıyor. Bir şeyleri kaçırmamak, yetişmek ve yetiştirmek uğruna ortaya çıkmış bu alışkanlıklar “sonsuz iş günü” kavramını besliyor. Fiziki olarak çalışmaya dair bir eylemde bulunmasak bile zihnimizi durmadan çalışmaya sürüklüyor.

İş-yaşam dengesi bozuluyor.

Bu sonsuz çalışma alışkanlıkları yalnızca iş sürecini etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda iş ve özel hayat arasındaki çizgiyi de ortadan kaldırıyor. Somut olarak ev ve ofisi birbirinden ayıramadığımızda, iş ve özel hayatı da birbirinden ayırmakta zorlanıyoruz. 9-5 klasik mesai modelinin çoktan geçerliliğini yitirdiği günümüzde evlerimiz artık birer ofis uzantısı haline gelmiş durumda. Bir yandan “esnek” çalışma modeli sayesinde bu dengeyi korumaya çalışırken bir yandan da bu esnekliğin sebep olduğu “sınırsızlık” ile başa çıkmaya çalışıyoruz.

Bu durumun başlıca iki sebebi, iş verenlerin sınırsız talepleri ve çalışanların her şeye yetişme arzusu oluyor. Esnek çalışma modelleri bir yandan özgürlük vaat ederken, bir yandan çalışanların her an erişilebilir konumda olacakları yanılgısına sebep oluyor. Çalışan perspektifinde de durum farklı değil, devamlı olarak bir şeyler üretmek, işlerle ilgilenmek ve hafta sonları dahi işe bakmak normalleşiyor. Maalesef bu yeni tutum çoğu zaman düzensizlik, sürekli ulaşılabilirlik ve suçluluk hissini beraberinde getirerek faydadan çok zarara sebep oluyor.

2025 İş Trendleri Endeksi Raporu’na göre mesai saatleri dışında yapılan sohbetler %15 yükselmiş durumda. Bu veriler, çalışma biçimimizin giderek sınır tanımaz hale geldiğinin ve iş-yaşam dengemizin bozulduğunun açık göstergesi.

Sürekli “ulaşılabilir” olmanın bedelini sağlığımız ödüyor.

Bu yeni çalışma düzeni yalnızca rahatsız edici değil, doğrudan zararlı. Sürekli çevrim içi olmak, Dünya Sağlık Örgütü’nün günümüzün en büyük sağlık trendlerinden biri olarak tanımladığı kronik stresi artırıyor. Çünkü düşündüğümüzün aksine, insan beyni sürekli dikkat bölünmesine ve kesintisiz çoklu göreve uygun bir yapıda değil. Sınırların silikleşmesine sebep olan “sonsuz iş günü” modeli; tükenmişlik, kararsızlık, uyku bozuklukları, anksiyete ve çeşitli fiziksel rahatsızlıklar gibi sorunlara sebep olabiliyor.

Üstelik “sonsuz iş günü” yalnızca çalışanları değil, aynı şekilde iş verenleri de etkiliyor. Microsoft’un raporuna göre, çalışanların %48’i ve liderlerin %52’si işlerinin kaotik ve parçalanmış hissettirdiğini belirtiyor. Yani aslında sürekli iletişimde kalmak, bitmek bilmeyen yapılacaklar listelerini takip etmek ve her an ulaşılabilir olmak birbirimize yaptığımız bir iyilik gibi görünse de aslında hepimize zarar veriyor. Dolayısıyla durum yalnızca bir üretkenlik sorunu olmaktan çıkarak çok daha büyük bir sağlık krizine evriliyor.

İşinizle aranıza sınır koyma zamanı!

Elbette günümüz ekonomik şartlarında birçoğumuz çalışmak, kurumsal düzene ayak uydurmak zorunda kalıyoruz. Fakat bu duruma pesimist bir gözle bakmak zorunda değiliz. Hayatımızda değiştiremeyeceğimiz bazı gerçekler olabilir. Öncelikle onları kabul ve ardından değiştirmek için cesaret edebiliriz. İş ve yaşam dengesini korumak için işimizle aramıza sınır çekebilir, zamanımızı ve ruh sağlığımızı korumak için kendi alanımızı yaratabiliriz. Elbette herkesin koşulları ve öncelikleri farklı olabilir ancak aksiyona geçmek isterseniz işinize yarayacağını düşündüğümüz birkaç öneriyi sizin için listeledik!

Sınırlarınızı ve planınızı belirleyin.

Uzaktan veya esnek çalışıyor olabilirsiniz ancak bu durum düzeninizi kaybedeceğiniz anlamına gelmek zorunda değil. Gününüzü belirli zaman dilimlerine bölmek; ne zaman işe başlayıp ne zaman bitireceğinizi netleştirmek, işin hayatınızın tamamını ele geçirmesini engelleyebilir. Örneğin sabah saatlerinde çalışmayı tercih edebilir, planlamanızı buna göre yapıp size bağlı işlerinizi kendi ritminizde bitirebilirsiniz ya da işleriniz bittiğinde “biraz daha fazlasını” yapmaya uğraşmadan kapatabilir, bir sınır çizebilirsiniz. Elbette belki de çok işiniz var ve yetişmiyor ancak acı bir gerçeği gözardı etmemek gerekiyor: “iş bitmez”, ama siz tükenebilirsiniz.

Odaklandığınız anları belirtin ve bildirimlerinizi kapatın.

İşlerinizi tamamlamak için daha “fazla” değil, daha “verimli” çalışmaya ihtiyaç duyuyor olabilirsiniz. Microsoft’un raporuna göre birçoğumuz günde 275 kez bölünüyor, neredeyse her iki dakikada bir odağımızda kesinti yaşıyoruz. Üstelik dikkatimiz dağıldıktan sonra tekrar odaklanabilmek ortalama 23 dakika sürüyor. Bu da günün birçok kısmını verimsiz geçirdiğimizi gösteriyor. Dolayısıyla işlerinizin hayatınızın tamamına yayılmaması için odaklandığınız anları ekibinizle paylaşmak, bildirimlerinizi kapatmak ve bir işi tamamlamadan diğerine geçmemek faydalı olabilir.

Rol model olarak değişimi organizasyonel boyuta taşıyın.

İş-yaşam dengesi bireysel bir sorumluluk gibi görünse de aslında kurumsal kültürle doğrudan ilişkili organizasyonel bir sorumluluktur. Bir ekip lideri, iş veren ya da çalışan olabilirsiniz, pozisyonunuzdan bağımsız olarak sınırlar konusunda örnek olmak daha kapsamlı bir dönüşüme öncülük edebilir. Aslında liderler de çalışanlar da aynı şeylerin peşinde: daha iyi hissetmek ve sahip olunan zaman içinde işlerin tamamlanması. Dolayısıyla açık bir iletişim ve sağlıklı sınırlar bu ilişkinin oluşmasına öncülük edebilir. “Ben neyi değiştirebilirim ki?” diye düşünmeyin, kendinize değer vererek atacağınız ilk adım farkındalık sağlayarak dönüşümün başlangıcı olabilir.

Hayatınızda iyi oluş halinizi destekleyecek pratiklere yer verin.

İçinde bulunduğunuz şartlar her zaman sizin elinizde olmayabilir; belki organizasyonel düzeyde büyük değişimler yaratamıyor ya da bazı durumlara göz yummak zorunda kalıyor olabilirsiniz. Ancak günün sonunda kalan zamanınızı nasıl geçireceğinizi siz seçebilirsiniz. İşte bu noktada, sizi ruhen ve bedenen besleyen pratiklere yer vermek etkili bir adım olabilir. Parasempatik sinir sistemini yatıştıran ve bedeninizi “dinlenme” moduna geçiren yoga, meditasyon, doğa yürüyüşleri, nefes çalışmaları gibi aktiviteler yalnızca ruh halinizi değil, uzun vadede iş yaşamınızı da olumlu etkileyebilir. Belki de iş-yaşam dengesini kurmanın ilk adımı, önce yaşamı dengelemekten geçiyordur. Siz kendinize iyi geldikçe, hayata bakışınız da daha optimist bir hal alabilir. Bu durum ise, içinde bulunduğunuz koşulları daha yönetilebilir kılmayı sağlayabilir.

*İçerikte yer verilen istatistikler Microsoft‘un 2025 İş Trendleri Endeksi raporundan alınmıştır.



Aleyna Tepe İper

1997 yılında İstanbul’da doğan Aleyna, Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun olduktan sonra, insanı anlama tutkusunu pazarlama, marka yönetimi, yazarlık ve içerik üretimi gibi yaratıcı alanlara taşıdı. Bugün psikoloji bilgisini yaratıcı üretim süreçleriyle harmanlayarak, marka ve içerik yöneticisi olarak çalışıyor. Aynı zamanda yazıları aracılığıyla ilham vermeye, deneyimlerini paylaşmaya ve keşfetmeye devam...



BLOOM SHOP