YAZAN: BURCU ERBAŞ
FOTOĞRAF: PALOMA WOOL

Şu sıralar sosyal medyanız, hatta LinkedIn sayfanız bile, Quiet Quitting terimi ile dolup taşıyor olabilir. İlk olarak TikTok’ta kendini gösteren bu akım 2000’li yılları domine etmiş Hustle Culture yani toksik verimlilik kültürüne bir anti hareket olarak doğuyor. Tüm dünyada iş gücüne katılan kişiler arasında yayılmaya başlayan Quiet Quitting isminin aksine kitlesel bir istifa hareketi değil. Aksine kendini çalışanlar için pasif bir hak direnişi, iş verenlere ve modern çalışma kültürüne karşı ise küçük bir uyanma çağrısı olarak konumlandırıyor. Peki, Quite Quitting tam olarak ne anlama geliyor ve tünelin sonunda yeniden işlerimizi sevebilmemiz için bir ışık görünüyor mu?


Quiet Quitting nedir?

İlk kez ortaya atıldığı TikTok 3 milyonun üzerinde izlenmeye, hashtag’i #QuietQuitting ise 18 milyonun üzerinde etkileşime sahip olan bu küresel akım aslında kimseyi işinden istifa etmeye çağırmıyor. Sadece iş için kişisel sınırların dışına çıkma ihtiyacı ve isteğinden istifa etmeyi öne sürüyor! Özünde; iş tanımının ve mesai saatlerinin dışında hiç bir şeyi ekstradan yapmamayı, gerekmediğinde yardım eli uzatmamayı, yüzde yüz performansını vermemeyi içeriyor. Kısaca “ayın en iyi çalışanı” olmak yerine ortalama bir çalışan olmayı hedefliyor (!)

İşinizi sadece mesai saatleriniz içinde, kişisel sınırlarınızı koruyarak, özel hayatınızdan feragat etmeden de yapabilir misiniz? Quiet Quitting akımına katılan milyonlarca insana göre “Evet!”. Pozitif bir yerden baktığımızda Quiet Quitting herkesi iş-özel hayatı arasında sağlıklı sınırlar çizmeye çağırıyor. Negatif tarafı ise bu akıma katılan kişilerin iş verenleri, çalışma kültürleri hatta işlerine karşı duydukları negatif düşünce ve duygular oluyor.

Quiet Quitting akımı neden başladı?

Hustle Culture’ın temel dayanağı olan; “Ne kadar çok çalışır, zaman ve emek harcarsan o kadar başarılı olur ve para kazanırsın.” düşünce yapısı günümüzün sosyo-ekonomik şartlarında çok fazla kişi için mümkün olmuyor. Yine de modern çalışma kültürü herkesin çok çalışmasını, karşılığında ise fazla bir beklentisi olmamasını istiyor. Üretim iş sahibi olmaya karşı duyulan minnettarlık üzerinden sağlanmaya çalışıyor!

2010’lu yıllarda yaşanan küresel ekonomik gerileme ve üzerine eklenen pandemi yılları ile beraber artık çok az insan ne kadar efor sarf ederse o denli rahat bir hayat yaşayacağına inanıyor. Özellikle Z jenerasyonun çalışma gücüne girmesi ile daha da vurgulanan bu acı gerçek anti-iş hareketi, yavaş yaşam ve şimdi Quiet Quitting akımlarının tetikleyici faktörü oluyor. Çalışma hayatına yeni başlayan kişiler, bir önceki jenerasyonlarının aksine, sadece kendi çalışmaları ile ev, araba, mülk sahibi olamayacaklarını biliyor. Bu nedenle de bir önceki jenerasyonların aksine kimse kendini işi ile tanımlayacak kadar büyük bir motivasyona, tutku ve inanca sahip olamıyor. Günümüzde öne çıkan işin maddi getirilerinden çok çalışma kültürü; iş-özel yaşam dengesi, tavır ve davranışlar bütünü oluyor.

Araştırmalar da çalışanların zihniyetindeki bu değişimi destekliyor. Gallup’un 2022 Küresel Çalışma Ortamı Durumu Raporu’na göre dünya çapında çalışanların yüzde 49’u kendisini işinden duygusal olarak kopuk hissediyor. Deloitte Global’in yaptığı bir diğer araştırma ise bu kopuşun özellikle Z jenerasyonu arasında olabileceğine işaret ediyor. Araştırmada Z jenerasyonun yüzde 45’i kendini toksik iş kültürleri altında tükenmiş hissederken yüzde 44’ünün işinden ayrılma nedeni tamamen iş yükü baskısı nedeniyle yaşanıyor. 2030 yılında ise Z jenerasyonun iş gücünün yüzde 30’unu oluşturması bekleniyor!

İşimizi yeniden nasıl sevebiliriz?

Günün sonunda hepimiz hayatımızı kazanmak; otonom yaşayabilmek, bir güvenceye sahip olabilmek, isteklerimizi, hayallerimizi gerçekleştirebilmek için çalışıyoruz. Nitekim bunu da şu anda sahip olduğumuz işlerimiz sağlıyor. Toplumun büyük bir kısmı işsizlik ile mücadele ederken iş sahibi olmanın önemli bir ayrıcalık olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bununla beraber kimsenin işine tutku ile bağlı olması hatta sevmesi bile gerekmiyor. Modern çalışma kültürü minimumda bile haftada 5 gün, sabah 8 akşam 6 çalıştırırken işverenlerin çalışanlarından yaptıkları her unsuru, sadece minnettarlık duydukları için, büyük bir hevesle ve kendilerinden vererek yapmalarını beklemesi ne etik ne de gerçekçi oluyor.

Bununla beraber iş hayatında mutlu olmanın yolu kendini işten duygusal ve zihinsel olarak ayırmaktan da geçmiyor. Quiet Quitting akımına kendini yakın hisseden herkesin işine karşı keskin bir tavır değişikliği almadan önce kendisine şu soruyu sorması gerekiyor: “İşimi sağlıklı sınırlar çizerek de aynı performansta yapabilir, mevkimi yükseletme şansına sahip olabilir aynı zamanda çalışma ortamımda kendimi mutlu hissedebilir miyim?”

Eğer bu soruya cevabınız hayır oluyorsa çalışma kültürünüz Hustle Culture’ı yani “Ne kadar kendinden verirsen o kadar mevki ve zam edinebilirsin.” zihniyetini destekliyor olabilir. Bu durumda da sıra yeniden size geliyor: “Kendim için istediğim, hayal ettiğim iş-yaşam dengesi bu şekilde çalışmama uygun mu?” Cevabınız yine hayır olursa Quiet Quitting’i tabi ki kendinize bir yol olarak seçebilirsiniz. Nitekim daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir çözüm için günün sonunda işvereniniz ile konuşmanız; ya çalışma şartlarınızı güncellemeniz ya da işinizi daha mutlu olacağınız potansiyel başka işler için bırakmanız gerekecek.

Tabi ki değişmesi gereken tek tek tüm iş yerleri değil, modern çalışma kültürünün kendisi oluyor. Çalışma şartları giderek pahalılaşan ve zorlaşan modern hayatı dengeleyecek şekilde güncellenmediği ve değişen koşullara adapte olmadığı sürece “aldığın kadar çalışmak” yeni normal olmaya devam edecek.



Burcu Erbaş

1997 yılında Antalya’da doğan Burcu, İstanbul Saint Joseph lisesinde eğitim gördü. 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Erasmus programı ile bir sene boyunca eğitim aldığı Sciences Po Paris’te çevre politikaları, sürdürülebilirlik ve ekoloji üzerine dersler aldı. Öğrendiklerinden çok etkilenen Burcu yaşam tarzını çevreye duyarlı olacak şekilde...



BLOOM SHOP