
Bedenlerimiz bilgedir. Artık neredeyse klişe haline gelen bu cümle, kronik bir hastalık deneyimi yaşayanlar ve bedenlerine adeta yapışan hastalıklardan bir türlü kurtulamayanlar için tünelin ucundaki ışığa dair bir umut doğurabilir. Bu yazıda, histamin intoleransı ile başlayan ve hayatımın her bir köşesini etkileyen hastalık deneyimimin bana kattıklarıyla birlikte, beden ve zihin arasındaki yok sayılamayacak ilişkiye odaklanacak ve bedenlerimize hapsolan tutsak duyguları fark ederek ve onlardan özgürleşerek daha sağlıklı bedenler ile yaşama devam edebilme ihtimali üzerinde duracağım. Kulağa kişisel gelişim vaadi gibi geliyor olabilir ancak inanın, öyle değil. Dünyaca ünlü doktor Gabor Mate, tıbbi antropolog Alberto Villoldo gibi bilim ve ilim insanları, bu yazının kaynakları arasında. Bu yüzden, şu an yüksek stres sarmalına hapsolmuş herkesin bu yazıdan fayda göreceğini umuyorum ve buna inanıyorum.
Beden ile zihin arasında bağlantının kopuşu, kartezyen felsefenin ve Descartes’in ürünüdür. Bu, öyle bir kopuş ki bugün bile yaygın olarak hayatlarımıza, kültürümüze ve bilimimize hakim olan görüş, bu ayrılık hikayesinden beslenir. Halbuki günümüzde gittikçe daha fazla sayıda araştırma, beden ile zihnin arasındaki güçlü bağlantılara atıf yapıyor ve özellikle bedeni ya da zihninde bir dengesizlik deneyimleyen insanlar, bütünsel yaklaşımlarla yeniden dengelenme imkanı buluyorlar. Peki, bu nasıl oluyor? Nasıl oluyor da ilaçlarla tam olarak yapılamayan şey, bedenin kayıtlarının deşifre edilmesi ve beden hafızasındaki tutsak duyguların özgürleşmesi ile mümkün oluyor? Bunun adı “dönüşüm”; o duyguların özgürleşmesi, kişinin hikayesinden, onu hasta eden duygusal bastırma alışkanlığından ve kendi olma alışkanlığından özgürleşmesi anlamına geliyor. Gerçek iyileşme, ancak hikayelerimizi bırakmakla mümkün olabiliyor.
Reçeteler dışarıdan gelir, dönüşüm ise içeride yaşanır.
Gabor Mate, Vücüdunuz Hayır Diyorsa
Kahramanın yolculuğu, cesaret gerektirir
Dr. Alberto Villoldo, kendi iyileşme, hatta ölümden dönme yolculuğundan ilhamla, arkadaşı Dr. Mark Hyman ile birlikte “Yaşlanmayan Beden” isimli bir bütünsel iyileşme programı hazırlamış ve bu programda, hem bedeni besinler ve takviyelerle besleyerek hem de kişinin geçmiş hikayelerinden ve duygularından özgürleşmesini sağlayarak dengelenmesinin yollarını anlatıyor. Villoldo, programla aynı ismi taşıyan kitabında, iyileşme sürecinde hikayelerle çalışmayı şöyle anlatıyor: “Korkularımız bizi hasta edebilir. Karşılaştığımız sağlık sorunlarının çoğu, iyileşmemiş duygularımızdan kaynaklanır ve bunlar arasında en önemlisi korkudur… Koşullarınızın kurbanı olmayı bırakmak ve destansı bir keşif yolculuğuna çıkan bir kahraman olmak için duygularınızı iyileştirmeniz gerekir.” Gabor Mate de, Villoldo ile benzer bir noktaya vurgu yapıyor: “İyileşmek için kendi kendinizin kahramanı olmanız gerekebilir.” İki usta ve bilge ismin, iyileşme yolculuğundaki kişilere kahraman arketipi ile yol göstermesi, tesadüften öte bir anlam taşıyordur, öyle değil mi?
Peki, öyleyse soralım, kimdir bu kahraman? İyileşme yolcuğu özelinde tanımlarsak kahraman, kendine iyi geleni bulmak ve geçmiş hikayelerinden özgürleşmek için adım atan kişidir. İlk adımın büyüğü küçüğü olmaz ancak kahraman, bunun bir yolculuk olduğunu ve pes etmeden yola devam etmesi gerektiğini de bilir. Kurban-kurtarıcı-katil üçgeninden özgürleşmeyi kafasına koymuştur ve kendisini iyileştirecek olanın kurban olmaktan özgürleşmek olduğunu bilir.
Stresten ve tutsak duygulardan özgürleşmek
Küçük bir çocukken en büyük önceliğimiz, güvende olmak ve zarar görmemektir. İstismarın, şiddetin olduğu bir evde kendini güvende hissetmek mümkün değildir. Ancak bazen her şeyin yolunda göründüğü ailelerde de çocuklar duygusal yoksunluk sebebiyle güvende hissetmeyebilir. Bazen, çocuğa net açıklanmayan bir tıbbi müdahale, çocukta büyük bir travmaya yol açar ve ondan, bu dünyanın güvenli olduğu hissini alır götürür. Bu, o çocukta kurban olduğuna dair bir inanç yaratabilir. Bu çocuk, farkında olmayan, bütün bir hayatı boyunca her şeyi kontrol etmeye çalışan, güvende olmak için kendine sürekli yeni uğraşlar bulan, içsel stresi çok yüksek bir yetişkine dönüşebilir ve kendini, sürekli kurban gibi hissettiği ilişkiler içerisinde bulabilir. Bütün bir ömrü, ormanda kendini güvende hissetmeden ve avcılardan kaçan bir av gibi yaşayan birinin gerçekten sağlıklı olması mümkün müdür? Kesinlikle hayır. Albetro Villoldo, bizi tüketen en derin duygunun korku olduğunu söylüyor ve av-avcı yaklaşımının bize nasıl zarar verebileceğini aktarıyor: “Korku, beyninizde ve hormonal sisteminizde, kokunuzu kelimenin tam anlamıyla avlanan bir hayvanın kokusuna dönüştüren kimyasal bir çağlayan başlatır. Böylece zihniniz dünyayı vahşi bir yer olarak görür ve kendinizi korumaya odaklanırsınız: Güvende miyim? Korku sizi kronik bir hiper-uyarı durumunda tutar ve bu da birinin akşam yemeğine dönüşmenize neden olabilir.”
Güvende hissetmek ve hayatın dostane bir yer olduğuna dair inanç, kişisel hikayemizden özgürleşmek, hipotalamusun aktivitesini yeniden düzenlemek ve bedendeki stres yükünden adım adım uzaklaşmak için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Peki, bunu nasıl yapacağız? İster bana katılın ister katılmayın, bütünsel yaklaşımların tümü, ilk adımın beslenme olduğunu söylüyor. Bedeni zorlayan, bedene zarar veren yiyecekler tükettikçe, organlarda ve sistemlerde bir iç stres yaratıyoruz. Halbuki, bedeni hücresel düzeyde besleyerek bu stresi ortadan kaldırmak ve bağırsak mikrobiyotasının dengesini sağlamak mümkün. İkinci adım, geçmişin hayaletleriyle vedalaşmak. Bunun için de drama üçgeninden özgürleşmek, yaşananlardaki sorumluluğumuzu görmek ve artık bir kurban olduğumuza inanmaktan vazgeçmek önemli. Kendimizle ve hayaletlerle sürekli içsel bir savaş sürdürürken kendimizi nasıl iyi hissedebiliriz ki? Üçüncü adım ise kendimizi ve içimizdeki çocuğu güvende olduğumuza ikna etmek için sinir sistemi düzenleyici pratikleri gündelik hayatımıza dahil etmek olabilir. Yaşadığımız, tanık olduğumuz her şey, dünyanın kapıldığı “daha hızlı-daha çok-daha fazla” mottosunun bizde yarattığı yetersizlik duygusu ve sosyal medya bağımlılığımız, sistemimizde çok fazla stres olmasına ve bu stresin birikerek hastalıklara davetiye çıkarmasına neden oluyor. Bu stres döngüsünden çıkmak için sinir sistemine iyi gelen, stres yanıtını sakinleştiren ve vagus uyarımı yapan pratiklerin hayatımızda olması fayda sağlar.
Ben içsel çocuk ile çalışırken ve ona, artık güvende olduğumuzu, kaçmamız gerekmediğini, sevilebilir olduğumuzu anlatırken Havaili şamanların kullandığı bir araç olan Ho’oponopono’yu sıklıkla kullanıyorum. Nedir bu araç? Şu dört cümleyi bir mantra gibi peş peşe söyleyerek uygulayabilirsiniz:
- Seni seviyorum.
- Özür dilerim.
- Lütfen beni affet.
- Teşekkür ederim.
Lütfen bu aracı, hayatınızın her alanında kullanmaktan çekinmeyin. Denemesi bedava ve risk yok. Tam aksine, size çok farklı dönüşüm anlarının kapısını aralayabilecek bir araç.
Kahraman kimdir, diye sormuştuk, hatırlarsınız. Kahraman, tüm bu kaosun içerisinde, kendine iyi geleni bulmaya, seçmeye ve sürdürmeye niyet eden insandır, diyebiliriz. Dikkatimizin çalındığı, belirsizliğin kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığı ve dünyanın her bir köşesinde adalet ve eşitlik talebinin yükseldiği bu dönemde, fırtınaya kapılıp kendimizden vazgeçmek yerine, bize iyi gelen şeylerle meşgul olup bu dünyada küçük denge alanları yaratmayı seçebiliriz.
Son sözü, pirimiz Mevlânâ söylesin:
Dün, dünle beraber gitti cancağızım
Bugün, yeni şeyler söylemek lazım.
Bugün, şu andan itibaren siz hangi hikayenin kahramanı olmayı seçiyorsunuz? Soru bu. Yanıtının kalbinizde yankılanmasını ve hayatınızda karşılık bulmasını diliyorum.