YAZAN: EZGİ DEMİRCAN ÖZELÇAĞLAYAN

Nietzsche, doğayla baş başayken kendimizi rahat ve keyifli hissetmemizin nedenini doğanın bizim hakkımızda bir görüşünün olmamasına bağlar. Nietzsche’nin bu sözü bizlere, doğanın insan psikolojisi üzerindeki etkisine dair derin bir anlayış sunuyor çünkü doğa, insanlara karşı yargısızdır, eleştirisizdir ve hiçbir beklentisi yoktur. Bizi olduğumuz gibi kabul eder ve bizden bir şey talep etmez. Günlük yaşamda sık sık diğer insanların görüşleri, yargıları ve beklentileriyle karşı karşıya kalan bizler, doğaya adım attığımızda bu yargı ve beklentileri de ardımızda bırakırız. Bu nedenle her seferinde doğanın üzerimizdeki sakinleştirici ve huzur verici etkisini hissederiz. Kısacası doğa bizi her zaman olduğumuz gibi kabul eder. Bu yüzden doğayla baş başa kaldığımızda, kendimizi daha özgür ve rahat hissederiz. Peki biz doğayı nasıl görüyoruz? Doğayı olduğu gibi kabul etmenin nasıl bir bakış açısıyla mümkün olabileceğini yazdım. 


Doğayı mükemmelleştirmek

Çarşaf gibi deniz, masmavi bir gökyüzü, sonbaharın sıcak tonları, yağan ilk karın getirdiği büyüleyici sessizlik, baharda kuşların cıvıltısı, yağmurda toprağın kokusu… Doğayla bağ kurabilmek için her seferinde “şimdi şurada olsaydım” diye iç geçirip yeniden o hisleri yaşamak için sabırsızlanırız. Bir de şu açıdan bakalım: Aslında tüm bu hisler, doğaya bizi iyi hissettirmek zorunda olma rolünü de yüklüyor. Bu da zihnimizde onu mükemmelleştirmemize sebep oluyor. Bizi olduğumuz gibi kabul edebildiği için kucağına kaçmak istediğimiz doğa, bizim için sadece hayalimizdeki mükemmele ulaştığı zaman değer kazanıyor. Bu yüzden aradığımız mükemmelliği bulmadan onunla bağ kurmakta zorlanıyoruz. Ancak ona bir anlam yüklemek için doğanın “kusursuz” ya da “mucizelerle dolu” olmasına gerek yok. 

Fırtınalı günler, kış aylarında kurumuş görünen dallar, bunaltıcı ağustos sıcağı, dalgalı denizlerin varlığı bize ne hissettiriyor? Doğayı olduğu gibi kabul etmek, onu yargılamamak aramızdaki ilişkiyi nasıl etkiliyor? Denizlerin, göllerin, vadilerin, dağların biz onları görmediğimizde ya da duymadığımızda da orada var olmaya devam etmelerine katkıda bulunmayı amaçlamak, günlük hayatımızı nasıl değiştirir? Kış mevsimi boyunca görmezden geldiğimiz dalları kurumuş ağaçların varlığını yazın yapraklarının gölgesinde serinlemeyi beklemeden de onurlandırabilir miyiz? 

Bir orman banyosu düşlerken sokağımızdaki 50 yıllık ağacın gölgesinde dinlenebildiğimize şükredebiliriz ya da bir Güney Amerika seyahati hayal ederken her sabah kokusuyla bizi ayıltan o muhteşem kahve kokusunun kaynağı olan kahve bitkisinin varlığını hissedebiliriz. Şehir hayatında her an doğayla iç içe olma çabası ve doğanın bir anlam ifade etmesi için doğayla baş başa kalmayı beklemek, onun varlığını bir nevi reddetmemize neden oluyor. 

Dr. Jennifer Grenz, Medicine Wheel for the Planet (Gezegen İçin Şifa Çemberi) kitabında doğayı el değmemiş ve “mükemmel” haline geri döndürebilmek için insanların nasıl tanrı/kurtarıcı rolüne büründüğüne ve bu durumun insan ve doğa arasında nasıl bir kopukluk hissi doğurduğuna değiniyor. Ona göre doğayı mükemmelleştirmeye çalışmak onu olduğu gibi kabul etmemizin önüne geçiyor. Aslında böyle hissetmemiz çok da anormal değil. Türkçe sözlükte doğa kelimesi şu şekilde açıklanıyor: İnsan eliyle büyük değişikliğe uğramamış, doğal yapısını koruyan çevre – tabiat; kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi. Böyle bakıldığında yerli halkların doğayla olan bağı ve ilişkisi karşısında medeniyetin doğayı yalnızca kendine fayda sağlaması için kullanması ve istediği şekilde tahrip etmesi gayet normal görünüyor. Kendimizi dışarıdan bir gözlemci olarak bulduğumuz bu ilişkinin içinde yer almak için bütünden koparılan insanı yeniden bu bütünün bir parçası haline getirmek gerekiyor. Belki de bunun bir yolu doğayı olduğu gibi kabul etmemizden geçiyor olabilir.

Doğayla yeni bir ilişki kurmanın önemi

İnsanın doğası, öğrenme, büyüme ve değişme üzerine kuruludur. Bu süreçler, bizi sürekli olarak yeniler ve olgunlaştırır. Hatalarımızdan ders alarak, eksiklerimizi fark ederek ve zorluklarla başa çıkarak gelişiriz. Bu açıdan bakıldığında hem insanın hem de doğanın mükemmel olmayan halleri, aslında onların en gerçek ve en derin anlamlarını oluşturur. Belki de bu farkındalık, bizi olduğu gibi kabul eden doğayı bizim de olduğu gibi kabul etmemiz için bir fırsattır. Doğanın bu koşulsuz kabullenişinin farkına varmak, bize de ona aynı şekilde yaklaşmamız gerektiğini hatırlatır.

Bu kabul, doğayla ve birbirimizle olan bağlarımızı güçlendirir; bizi daha bilinçli, duyarlı ve bütün bir insan yapar. Doğayla olan bu uyumlu ilişki, dünyada daha anlamlı ve sürdürülebilir bir yaşam inşa etmemize yardımcı olabilir. Doğanın bize sunduğu her anı, detayı, güzelliği fark etmek, hayatımıza daha derin bir anlam katabilir. Doğanın ritmi, döngüleri ve varoluş biçimi, bize hayatımızın her alanında ilham verebilir. Onun sabrı, dayanıklılığı ve sürekli yenilenme yeteneği, bizim de zorluklar karşısında daha güçlü ve esnek olmamıza yardımcı olabilir. Doğayla kuracağımız bu derin ve anlamlı bağ, bizi bütünün bir parçası gibi hissetmeye yakınlaştırabilir.

Bu kabul, aynı zamanda doğanın sahibi olmadığımızı, bu dünyayı diğer canlılarla paylaştığımızı, onların yaşam alanlarına saygı duymamız gerektiğini anlamamıza yardımcı olabilir. Onların varlığını bir kenara bırakarak sadece kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda hareket edebileceğimiz algısının yanlış olduğunu öğretebilir. Kişisel ön yargılarımızla beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz bir manzarayı, sevdiğimiz ya da korktuğumuz hayvanları, isimlerini bile bilmediğimiz bitkilerin köklerinden sökülmesini göz ardı etmemizin önüne geçebilir.

Doğayı olduğu gibi kabul etmek, onun ihtişamını, gücünü ve değişkenliğini kabul etmek demek. Doğada her şey muhteşem ve hiçbir şey mükemmel değil. Aslında aynı insanlar gibi. Ancak aramızdaki bağ insan ve doğa ayrımı nedeniyle yok olmuş durumda. Onun iyileştirici gücünü hafife almamalı ve bizi değiştirmesine, geliştirmesine izin vermeliyiz. Onu usta bir öğretici olarak kabul edip dinginliğinden, durgunluğundan ya da kaosundan dersler çıkarmalıyız. En önemlisi de doğayla harmoni içinde olmak için önce onu olduğu gibi kabul etmemiz gerektiğinin farkına varmalıyız.

Doğayla yeni bir ilişki kurabilmek için neler yapabilirsiniz?

Siz de doğayla yeni ve daha derin bir ilişki kurmak için yeni adımlar atabilirsiniz. Bu adımlar, doğayla daha fazla zaman geçirmeyi, doğayı daha iyi anlamayı ve korumayı içerebilir. Doğada vakit geçirmek, stres seviyelerini azaltmak ve zihin sağlığını iyileştirmek için harika bir yol olabilir. Yakınınızdaki parkları, ormanları, dağları veya sahil şeritlerini keşfetmek için düzenli yürüyüşler yapabilirsiniz. Çevrenizdeki doğal alanların korunması için farkındalık yaratabilirsiniz. Yerel topluluk bahçelerine veya ekolojik projelere katılarak doğayla ve toplulukla daha derin bir bağ kurabilirsiniz.

Doğada vakit geçirme fırsatı nadir olanlar için bağlantı kurmanın yolları, günlük yaşamlarına doğal unsurları ince yollarla entegre etmeyi içerebilir. Ev bitkilerini tanımak, gün doğumu veya gün batımını izlemek, bu esnada meditasyon yapmak doğayla nazik bir bağ kurmaya yardımcı olabilir. Ayrıca, yaşam alanınıza doğal malzemeler, bitkiler ve biyofilik tasarım unsurlarını dahil etmek, iç mekanlarda bile doğa ile uyumlu bir bağ oluşturabilir.



Ezgi Demircan Özelçağlayan

ODTÜ Kimya bölümünden 2011 yılında mezun oldu. Organik Kimya dalında yüksek lisans ve bu süre zarfında araştırma görevliliği yaptı. 2018 yılında Kanada’da University of Waterloo, Çevre Mühendisliği bölümünde doktoraya başladı. Aynı zamanda University of Waterloo, Water Institue, Collabrative Water Programı’nı tamamladı. Disiplinlerarası olan bu programda suyun ekonomiden psikolojiye, toplum sağlığından...



BLOOM SHOP