RÖPORTAJ: ALEYNA TEPE İPER
FOTOĞRAF: MURATHAN ÖZBEK

Beden, geçmiş deneyimlerin, hislerin ve bazen de çözülmemiş travmaların taşıyıcısıdır. Bedenden doğan hareket ise yalnızca fiziksel bir eylem değil, aynı zamanda dönüşümün, ifadenin ve özgürleşmenin de bir yoludur. İşte tam da bu noktada, sanat, terapi ve performansın kesişiminde benzersiz bir alan yaratan Ekin Bernay ile bir araya geldik. Onun için hareket, yalnızca bedeni değil, zihni ve ruhu da serbest bırakmanın, hem bireysel hem de kolektif hafızayı dönüştürmenin bir aracı. Peki, bedene sıkışan duygular nasıl serbest kalır? Hareket nasıl bir iyileşme değil, dönüşüm sürecine dönüşebilir? Modern yaşamın hareketsizliğine karşı nasıl bir alan açabiliriz? Bu soruların ve çok daha fazlasının izini sürerken Ekin’in yaratım sürecini, ilham kaynaklarını ve hareketin dönüştürücü gücünü keşfettiğimiz derinlemesine bir sohbet gerçekleştirdik!


Bedenin ve hareketin diliyle hikayeler anlatıyorsunuz. Bedende sıkışan travmalar ve yaşanan deneyimler, hareket yoluyla anlatılan hikayeye nasıl yön veriyor?

Benim deneyimimde, bu sıkışmışlık ve birikimi çözmek için çözümlemek beni üretmeye itiyor. Zaten beden kelimelere dökebildiğinin ötesinde hissediyor ve bir akışa girebildiğimizde çıkması gereken her şey dışarıya çıkıyor. Bir süredir kendimi bu anlamda bedenime sıkışmış hissediyorum ve tekrar açmak için hareketlenmeye çalışıyorum. Ama yıllarca sadece bu şekilde iletişim kurdum ve buna inanıyorum.

Performans sanatında ve dans terapide “iyileşme” kavramı nasıl bir yer tutuyor? Bedenin ve zihnin hareket yoluyla iyileşme süreci nasıl gerçekleşiyor?

İyileşme üzerine önceki senelerde tartışmıştık ve aslında bu kelimenin iddiasını kullanmak istemiyorum. Şu anda ben daha çok dönüşüm üzerine konuşmak isterim çünkü ne olursa olsun bu süreçte yaşadığımız şeyi dönüştüreceğimiz garanti, mutlaka bir hal değişikliği yaşanacak. Ancak iyileşmek ikili bir düşünce sistemine sıkıştırıyor bizi ve hayat çok daha karmaşık.

Hareketi, sadece fiziksel bir eylem değil, duygusal ve zihinsel süreçleri de dönüştüren bir araç olarak ele alıyorsunuz. Sizce herkes hareketle şifalanabilir mi? Yoksa bu sürecin işlemesi için belli bir farkındalık veya açıklık gerekiyor mu?

Bence burada alanı açan, sizi bu süreçte yönlendiren insanın rolü çok önemli. Özellikle bir rehber olduğu durumlarda gerçekten ne yaptığını iyi bilen, bu alanda eğitimini almış insanlarla çalışmanızı tavsiye ederim. Ancak birey olarak en önemlisi kendinizi bırakabilmek çünkü hayat bizi sürekli kutulara sıkıştırıyor. Oysa hareket üzerinden akmamız gereken durumlarda bedenimiz bize ne kadar saçma gelse bile alışık olmadığımız bazı şeyleri yapmaya çalışacak ve buralarda kendimizi frenlemek toplumda sıkça görülen bir şey. Kendimizi yargılıyoruz, nasıl görünürüz diye endişe edebiliyoruz, bildiğimiz bazı doğruların dışarısına çıkmak büyük bir cesaret gerektiriyor. Ama soruyu cevaplamak için aslında şunu söylemem yeterliydi belki: Herkes bu yolda kendisini açabilir.

Beden hafızası üzerine çalışırken kişilerin kendileriyle yüzleşme süreçlerinde en sık karşılaştığınız dirençler neler oluyor? Bu dirençler harekete yansıyor mu?

Hepimiz birbirimizden o kadar farklıyız ki herhangi bir genelleme yapmam çok doğru olmayacaktır ama sanırım şunu söyleyebilirim: Çalıştığım, birlikte hareket ettiğim çoğu insanın hareket etme şablonları, tercihleri var. Bunun dışına çıkmak hepimiz için çok zor. Bu, aynı dil gibi… Aniden karşındakinin bambaşka bir dilde iletişim kurmasını ve anlamlı bir şekilde bunu yapmasını beklemek çok büyük bir istek. Aslında en değerli bulduğum anlardan birincisi tamamen akışa kapılıp bedenin mi hareketi, hareketin mi  bedeni yönlendirdiğini bilemediğim anlar. İkincisi “Daha önce kimseyi böyle hareket ederken görmemiştim. Bu ne kadar yüklü ve gerçek bir anlatım” diye düşündüğüm anlar. Bir de tabii hareket ettiğimiz değil de durduğumuz anlar var. O anlarda da gerçekten dışarıdan bir yükleme olmadan ya da kendisinden içeriden dışarıya bir beklentisi olmadan durabilen insanlara hayran kalıyorum.

Sanatınızda bireysel hikayeler kadar kolektif hafıza da önemli bir yer tutuyor. Sizce hareket, bireysel travmalar kadar toplumsal travmaları da dönüştürebilir mi?

Aslında hep hayalini kurduğumuz böyle bir yöne ilerlemek. Ne zaman durup “Ben bu işi niye yapıyorum?” diye düşünsem ya da bunun gibi bir soru cevaplarken tekrar kendimi sorguladığımda ilk niyetimin bir şeyleri dönüştürmek ve değiştirmek olduğunu hatırlıyorum. O yüzden bu soru için teşekkür ederim, bana iyi geldi. En büyük arzularımdan biri, toplumsal olarak bir şeyleri hareket ettirebilmek ve bu anlamda birbirimize olan hislerimizi yeniden konumlamak.

İnsanların hareketle ve bedenleriyle olan ilişkisini gözlemlediğinizde, modern yaşamın bu bağ üzerindeki etkilerini nasıl yorumluyorsunuz? Bedenle daha derin bir yerden bağ kurmak için nasıl bir yol izlemeliyiz?

Şu an içerisinde bulunduğumuz yaşam şekli harekete hiç yer vermiyor. Geçtiğimiz iki sene o kadar az hareket ettim ki. Dürüst olmam gerekirse bununla ilgili kendime kızıyorum da. Bu beden sadece belli bir süre bu özgürlükte kendini ifade edebilecek ama şehirdeki yaşamanın koşulları bizi buna motive etmiyor. Elbette bu bir bahane olamaz. Söz ve sorumluluk kendimize karşı olmalı.

Sanat, terapi ve performansı bir araya getiren özgün bir kariyer yolunuz var. Bir nevi kendi profesyonel alanınızı yarattığınız söylenebilir. Bu yaratım sürecinde ilhamı nereden aldınız, alıyorsunuz?

Bana her şey ilham verebiliyor. Bazen kişisel deneyimlerim bazen bende merak uyandıran bir konu… Kendime çizdiğim bu yol aslında zaman içerisinde belirdi. Hep bir şey yaptıkça “Acaba şimdi ne eksik?” diye düşünüp bir yere geldim. Bir süredir de tüm bu yönleri birleştirmek için çabalıyorum. Her yaratıcı böyle hissediyor mu bilmiyorum ama ben yarattıkça yaratımımın ne kadar kısıtlı ve yetersiz olduğunu hissediyorum, keşke daha çok üretebilsem.

Hem sanatçı hem terapist olmak, sürekli gelişim ve derinleşme gerektiren iki farklı alanı kapsıyor. Kendinizi bu anlamda nasıl besliyorsunuz? Yaratma, üretme ve paylaşma döngüsünde kendinizi yenilemek, dinlenmek ve içe dönmek için hayatınızda nasıl pratiklere yer veriyorsunuz?

Terapi, geçtiğimiz iki senedir Türkiye’ye geldiğimden beri klinik olarak uygulamadığım ama artık yaptığım atölyelere ve genel üretim sürecime şekil veren bir metot oldu. Belli bazı dönemlerde bir şeylerin çıkması gerekiyor. Zaten bir şeyler yapmadığım ya da üretmediğim zamanlarda içimde bir eksiklik duygusu oluyor. O yüzden eğer önümde hazırlandığım bir sergi, performans ya da proje yoksa hemen o boşlukları “Ben şimdi ne üretebilirim?” diye düşünerek dolduruyorum. Aslında yavaşladığım her an ciddi bir suçluluk duygusu hissediyorum. Üretim halinde olmak için belki de en büyük motivasyonum bu. Her şey bir yana gelişmenin bir sonu yok; her zaman daha iyisi olabilir, her zaman daha derinden ve gerçek üretebiliriz diye inanıyorum. Mesela bu sene resim dersi almaya başladım ve bunun benim pratiğime faydası olacağını düşünüyorum. Geçtiğimiz sene farklı materyallerle çalışmayı denedim. Evin içerisinde ufak şeyler üretmeye başladım. Sanırım ben hedefe odaklı daha konsantre çalışabiliyorum. Bu sene sonbaharda İstanbul’da büyük bir gösteri yapmayı hedefliyorum. Şu sıralar her boş anımda düşüncelerim oraya gidiyor. Bir süredir de eksikliğini hissettiğim bu hareket alanını açmak için bir şeyler planlıyorum. Günlük hareket pratiğini kendime geri getirmek için bir şeyler yapacağım sanırım. İdeal dünyamda her gün hareket etmeliyim, sıra bunda…



Aleyna Tepe

1997 yılında İstanbul’da doğan Aleyna, lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans eğitimine Bahçeşehir Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında devam ediyor. Çocukluğundan beri duygu ve düşüncelerini yazarak ifade eden Aleyna, iyi yaşam konseptine duyduğu ilgiyi yazma tutkusuyla birleştirerek Live to Bloom’da editör olarak çalışıyor. Akademik ve deneyimsel olarak kendini...



BLOOM SHOP