Son zamanlarda bir çok yerden şekerin ‘zehir’ olduğuna dair bilgiler alıyoruz. Şekeri bırakma hareketleri çok popüler. Pek çok anne çocuğuna şeker yedirmiyor. Öte yandan şekerin beyin için gerekli olduğunu söyleyenler de var. Hem nesillerdir tükettiğimiz şekeri nasıl bırakacağız? Beslenme konusunda kafamızın çok karışık olduğu bir devirde yaşadığımız bir gerçek.
Beslenme konusunda bir fikre varırken benim iki mihenk taşımdan biri yiyeceklerin kendi üzerimdeki etkileri, ikincisi ise kadim öğretilerin ışığı. Genellikle bu ikisi zaten birebir örtüşüyorlar. Ben Ayurveda ve Makrobiyotik sisteme aşinayım. Bu iki sistemin örtüştüğü pek çok nokta var. Bunun için ayrıca bir yazı hazırlayacağım.
Ayurveda öğretisinde şekere nasıl yaklaşılıyor?
Şeker konusunu Ayurveda’nın ışığında inceleyecek olursak, Ayurveda mutfağında tatlıya önem verilir. Ancak şunu da gözden kaçırmamak gerekir ki, o devirde rafine şeker yoktu. Ayurvedik yemeklerde kullanılan şeker işlemden geçmemiş, saf şekerdi. Bu şekeri bulabilirseniz buyurun, afiyetle yiyin. Aşırıya kaçmadıkça, şeker kamışından elde edilen bu ham şekerin zararı yok. Hindistan’da kullanılan ve “jaggery” adı verilen bu şeker, antioksidanlar, vitamin ve mineralleri de ihtiva etmeye devam ettiğinden, aşırıya kaçmamak kaydıyla kullanılabilir. Hatta bu şekerin faydaları bile var. Sindirime destek olmak, kanı temizlemek, anemiyi önlemek, metabolizmayı kuvvetlendirmek bu faydalardan sadece birkaçı.
Makrobiyotik beslenmede şekere nasıl yaklaşılıyor?
Makrobiyotik beslenmede ise şeker tavsiye edilmiyor. Mutlak dengeyi esas alan bu öğretiye göre şeker fazla “yin”. Şeker yerine esmer şeker şurubu, akçaağaç şurubu ve arpa mayası şurubu kullanılıyor. Tatlı sever (özellikle de çikolata) biri olarak eğitim süresince canım ne tatlı istedi, ne de çikolata. Tatlı krizlerimizin esas nedeninin besin eksikliklerimiz olduğunu anlamak benim için yeni bir uyanış oldu ayrıca. Yeri gelmişken, sizinle bir anımı paylaşmak istiyorum. Makrobiyotik diyette şeker olmadığı için doğal olarak eğitim süresince, hiç şeker tüketmedik. Bir akşam, kurstan arkadaşlarımla birlikte bir Japon lokantasına yemeğe gittik. Tatlı menüsünden, şekersiz hazırlandıklarını zannettiğimiz iki tane tatlı ısmarladık ve dört kişi bayıla bayıla yedik. Yarım saat sonra hepimiz sarhoş olmuş, kıkır kıkır gülüyorduk. Uzunca bir süre kan şekerimizi bir anda fırlatmadan beslendiğimiz için şeker bizde alkol etkisi yaratmıştı. Bir zaman hiç şeker yemezseniz, ilk şeker yediğinizde bu etkiyi siz de hissedeceksiniz.
Makrobiyotik öğretiye göre tatlının hasını tahıllardan alıyoruz zaten. Bunun yanı sıra soğan, havuç, tatlı patates gibi tatlı sebzeler de tatlı ihtiyacımızı karşılıyor. Haftada birkaç kez meyve yemek, o da kesmezse haftada iki kere alternatif tatlandırıcılarla hazırlanmış bir tatlı sağlıklı ve düzenli beslenen birinin tatlı gereksinimi için yeterli. Aslında bizim sorunumuz tatlı değil, yukarıda da bahsettiğim gibi, besinlerimizden yeterli vitamin, mineral, protein, karbonhidrat ve diğer gerekli besinleri alamamak.
Günümüzde şeker
Süpermarketlerde satılan, bin bir işlemden geçtikten sonra soframıza ulaşan beyaz şekerin zehir olduğu artık pek çok sağlık otoritesince kabul ediliyor. Bu nedenle, onca işlemden sonra artık hiçbir besin değeri kalmamış bu rafine şekeri bırakmanızı gönül rahatlığıyla önerebilirim. Kimyasal işlemlerden geçirilerek besin değerleri yok edilen tüm yiyecek ve içecekler, vücudumuzu onları hazmedebilmek için ekstra enerji sağlamak zorunda bırakmalarının yanı sıra, ne zihinsel ne bedensel ne de ruhsal olarak bizi tatmin ediyorlar. Günümüzde bu tip yiyecekler ise maalesef son derece revaçta! Paketli ürünler, işlemden geçerek besin değeri yok edilmiş beyaz unla hazırlanan ve kahvaltıda tükettiğimiz ekmek, poğaça, simit ve açmalar, paketli yoğurt ve sütler bunlara sadece örnek. Şeker şeker değil, un un değil, yoğurt yoğurt değil, süt süt değil. Ama biz yine de bu gerçekleri sıklıkla göz ardı ediyoruz. Oysa günümüzde son derece yaygın olan obezite ve şeker hastalığı başta olmak üzere pek çok hastalığın sebebinin beslenme konusundaki bu kaygısızlığımız olduğunu düşünüyorum.
Ülkemiz genelindeki beslenme şekline yakından baktığımız zaman bu gereksinimleri neden karşılayamadığımızı daha iyi anlayabiliriz.
Beslenmemizin ana teması “et”. Çoğumuz için etsiz bir yaşam düşünülemez. Eti beyaz ekmek, pilav, patates, makarna, lahmacun ve pide yakın arayla takip ediyor. Sonrasında da kafe ve restoran yemekleri geliyor. Ege kıyıları haricinde sebze yemekleri pek önemsenmiyor. Besin değerinden yana zayıf beslenme tarzımız tatlı krizlerimizin esas sebebi! Sabahları sağlıklı ve doyurucu bir kahvaltıyla güne başlamak (yulaf, granola, tahıl lapası ve meyve örneğin), öğle ve akşam yemeklerinde ise bir çeşit tahıl, bir çeşit bakliyat, sebze yemeği, biraz çorba ve koyu yeşilliklerle dolu bir salata yediğinizde, emin olun tatlı krizleriniz de size veda edecekler. Sağlıkla, neşeyle, besin değeri yüksek tabaklarla dolu bir hafta olsun!