
Eski zamanlarda yüzümüzü çok nadiren görüyorduk. Durgun bir nehrin veya parlak bir metalin yansımasında. Daha sonraları ise yine nadiren karşımıza çıkan aynalarda. Her halükarda eskiden yansımamızı görmek ya bir şans ya da bir ayrıcalıktı. Şu anda ise yüzümüzü her yerde görüyoruz. Sosyal medyamızda, sıklıkla çektiğimiz fotoğraflarda, selfielerde, Zoom toplantılarında, tüm yaşam alanlarımızı saran aynalarda. Her yerde! Akıllı cihazlarımıza ön kameralar yerleştirildiğinden beri bizler, daha önceki jenerasyonların hiç görmediği kadar kendimizi görüyoruz. Elbette bu durum bireysel ve toplumsal yaşantımızda bazı sonuçlar doğuruyor. Yansımalarımızı her yerde görmemiz öz sevgi ve kabulümüzü arttırmak yerine tatminsizliğimizi, eleştirelliğimizi, öz güvensizliğimizi besliyor. Kendimizi sadece yansımalarımızdan ibaret değerlendirmemize neden oluyor. Peki sürekli kendimizi gördüğümüz bu dünyada öz değerimizi ekranlarda veya aynalarda gördüğümüz yansımamızdan nasıl ayırabiliriz? Yansımalarımızın ötesinde benlik imajımızı nasıl iyileştirebiliriz? Sizin için yazdık.
Sürekli olarak yansımamızı görmek kendimizi algılama biçimimizi nasıl etkiliyor?
Beynimiz çevresindeki her detayı fark etmede, gördüğü yüzleri bir daha unutmamada, birbirine çok yakın iki renk tonunu ayırt etmede çok başarılıyken kendi yüzünü algılamada bir o kadar zorluk yaşıyor. Tarih boyunca kendimize dair sahip olduğumuz benlik algısı sosyal etkileşimlerimiz, duygularımız, deneyimlerimiz ile şekillendi. Biz kendimizi değil, başkaları bize dışarıdan inceledi. Bizler de aynı şekilde kendimize değil başkalarına baktık. Bu durum, beynimizi kendi yüzümüzü değil, başkalarının yüzlerini çok daha detaylı şekilde algılamaya ve yorumlamaya itti. Günümüzde ise beynimizi çok çeşitli açılardan, farklı ışıklarda, yüksek çözünürlüklerde kendi yüzümüzü algılamaya zorluyoruz. Bu da bizi psikolojide algısal ön yargı olarak bilinen bir fenomene sürüklüyor: Başkalarının normal şartlarda fark bile etmeyeceği küçük kusurlarımıza, farklılıklarımıza takmaya başlıyoruz.
Yüzlerimizin günümüzdeki bu hiper-görünürlük halleri bizi hem bireysel hem de toplumsal olarak bir benlik imajı krizine sürüklüyor. Kendimizi sürekli farklı açılardan görmemiz dış görünüşümüze fazlaca eleştirel yaklaşmamıza dolayısıyla öz güvenimizi kaybetmemize neden oluyor. Üzerine bir de tamamen dijital yansımalar üzerine kurulmuş sosyal medya platformları ve yapay güzellik algıları eklenince benlik imajımızı yansımalarımızdan ayırmak gittikçe zorlaşıyor. Sosyal medyanın beslediği karşılaştırma kültürü kendi dış görünümümüzü sürekli başkalarının dijital yansımaları ile kıyaslamaya iterken filtreler, rötuşlar, profesyonel çekimler, makyajlar gerçeklik algımızı bozuyor. Yüzlerimizi olduğu gibi kabul edip sevmek yerine her daim daha da iyileştirmenin, “mükemmelleştirmenin” yollarını arıyoruz.
Yansımaların ötesinde benlik imajımızı nasıl iyileştirebiliriz?
Peki tüm bu yansımalarımıza tutsak kalmamak, benliğimizi dış görüntümüzle değil, olduğumuz kişi ile değerlendirmek için hayatımızda ne gibi değişimler yapmamız gerekiyor?
1. Kendinizi ne sıklıkla gördüğünüzü sınırlayın.
Eğer sürekli olarak aynalarda veya telefonunuzun ön kamerasında kendinize bakıyor, Zoom toplantılarında diğer kişilerden çok kendinize odaklanıyorsanız, kendinize ne kadar çok baktığınıza dair bir sınırlama getirmenizin vakti gelmiş demektir. Bir tür “kendine bakma detoksu” yapmak için online toplantı ve görüşmelerde kendinizi gördüğünüz kamerayı kapatabilir, bir günü tamamen aynalara bakmadan geçirmeyi deneyebilir, sosyal medya zamanınızı sınırlandırabilirsiniz. Aynı zamanda görünüşünüzü değiştiren filtrelerden, fotoğraflarınızı rötuşlamaktan mümkün olduğunca uzak durmak da benlik imajınızı iyileştirmenize yardımcı olacaktır.
2. Kendinizle nasıl konuştuğunuza dikkat edin.
Çoğu zaman bir fotoğrafımızı gördüğümüzde direkt olarak kendimizi eleştirmeye başlarız. Bu da dijital yansımamızın öz değer ve güvenimizi zedelemeye başlamasının ilk adımı sayılıyor. Algısal ön yargılara kapılıp bir öz eleştiri sarmalına girmemek için ilk önce kendimizle konuşma biçimimizi değiştirmemiz gerekiyor. Bir fotoğrafta “kötü” çıkmışsak, “Çok çirkin görünüyorum.” demek yerine sadece “Bu sadece o anda, o açıdan çekilmiş bir görüntüm. Benim tamamım değil.” diyebilmek, anlık bir resim ile kendimizi ayrıştırabilmek bile negatif benlik imajını iyileştirmeye başlayacaktır.
3. Perspektifinizi dış görünüşünüzden nasıl hissettiğinize çevirin.
Nasıl göründüğümüzdense olduğumuz kişiye odaklanabilmenin en temel yollarından biri gün içerisinde aktif olarak dışarıdan nasıl göründüğümüzü değil, bedenimizin nasıl hissettiğini hareket ettiğini düşünmektir. Aşağıdaki aktiviteleri düzenli olarak yapmak da perspektifimizi dış görünüşümüzden bedenimizin hissiyatlarına çevirmemize yardımcı olur:
- Dans, yoga, tapping gibi hareket pratikleri.
- Resim çizmek, yazı yazmak, müzik aleti çalmak, şarkı söylemek gibi yaratıcı dışa vurumlar.
- Meditasyon, nefes egzersizleri gibi mindfulness pratikleri.
4. Salt maruz kalma ilkesini lehinize çevirin.
İlginç bir araştırmaya göre bir şeyi ne kadar çok görürsek, onu o kadar çok seviyoruz. Buna salt maruz kalma ilkesi deniyor. Nitekim bu durum çok sık gördüğümüz yüzlerimizde aynı etkiyi yaratmıyor! Çünkü aynalar veya ön kameralar yüzümüzü 180 derece çeviriyor. Fotoğraflarda kendimizi gördüğümüzde aynadaki halimize benzetemememiz de bundan kaynaklanıyor. Sürekli olarak iki farklı “versiyonumuza” bakıyoruz. Salt maruz kalma ilkesini lehimize çevirmek ve kendi yüzümüze yani herkesin gördüğü versiyonuna alışabilmek için bir başkasının çektiği, filtresiz ve rötuşsuz fotoğraflarımıza daha çok maruz kalmamız gerekiyor.
Günün sonunda hepimiz yansımalarımızdan çok daha fazlasıyız. Öz değerimiz aynada veya kameralarda nasıl göründüğümüzle değil, nasıl düşündüğümüzle, hissettiğimizle, çevremizle ve dünyayla nasıl bir bağ kurduğumuzla temelleniyor. Ne kadar kendimizi eleştirmekten uzaklaşır ve bütünsel bir benlik imajı inşa edersek, o kadar kendimizi kusurları olan bir yansıma olarak değil, deneyimlenmesi gereken kişi olarak görebiliriz.