
Beynimiz sürekli olarak çevreden gelen sinyalleri tarayarak güvenlik veya tehdit algısı oluşturur. Bu durum, günlük yaşamda farkında olmadan beynimize stres, korku ve kaygı mesajları göndermemize sebep olabilir. Zamanla ise bu durum kronik strese, tükenmişliğe ve sinir sisteminin düzensizleşmesine yol açabilir. Ancak iyi haber şu ki, bilinçli olarak beynimize “güvendeyim” mesajı göndererek sinir sisteminin dengelenmesine, kaygının azalmasına ve iç huzurun desteklenmesine yardımcı olabiliriz. Peki beynimizin daha güvende, dengede ve sakin hissetmesini sağlayacak teknikler nelerdir? Sizin için anlattık!
Beynimize “güvendeyim” mesajı göndermek ne demek?
“Güvendeyim” mesajı, beynimize ve sinir sistemimize tehlikede olmadığımızı bildiren sinyallerdir. Korkuya dayalı düşünceler, hızlı kalp atışı veya gergin bir beden gibi stres sinyallerinin aksine, “güvendeyim” mesajı parasempatik sinir sistemini harekete geçirir. Parasempatik sinir sistemi, vücudun “dinlen ve sindir” moduna geçmesini sağlayarak kalp atışını yavaşlatır, kaslardaki gerginliği azaltır ve sindirim gibi temel işlevleri destekler. Böylece bedenin ve zihnin bir tehdit algısından çıkıp rahatlamasını, kendini güvende hissetmesini sağlar.
Polivagal Teori’nin geliştiricisi olan nörobilimci Dr. Stephen Porges’e göre, otonom sinir sistemimiz sürekli olarak bir güvenlik ya da tehdit durumu içinde olup olmadığımızı değerlendirir. Bu sürece nörosepsiyon denir ve bilinçli farkındalıktan bağımsız olarak gerçekleşir. Beyin, çevredeki ses tonları, yüz ifadeleri ve beden dili gibi sinyalleri algılayarak tehlike mi yoksa güven mi hissetmesi gerektiğine karar verir. Eğer sürekli stres sinyalleri alırsa, aşırı tetikte kalır ve bu da kaygı, tükenmişlik ve hatta kronik hastalıklara yol açabilir. Ancak düşüncelerimiz, eylemlerimiz ve çevremiz aracılığıyla bilinçli olarak beynimize “güvendeyim” mesaji gönderdiğimizde, daha sakin, kontrollü ve güvende hissetmeyi sağlayabiliriz. Peki beyne bu mesajları nasıl gönderebiliriz?
Zihni yatıştıran ifadeler kullanın.
Kendi kendimize söylediğimiz sözler ve hissettiklerimiz, beynimizin dünyayı nasıl algıladığını doğrudan etkiler. Beyin, yalnızca dışsal olayları değil, içsel deneyimleri de bir gerçeklik olarak kabul eder. Örneğin, fiziksel bir tehdit olmasa bile stres, belirsizlik veya korku hissettiğimizde, beynimiz bu duyguları tehlike sinyali olarak algılar ve savaş ya da kaç tepkisini devreye sokar. Bu da sempatik sinir sistemini harekete geçirerek vücutta kortizol ve adrenalin gibi stres hormonlarının salgılanmasına yol açar.
Zihni rahatlatmak, korkuya dayalı düşünceleri, destekleyici ve yatıştırıcı ifadelerle değiştirmekle mümkündür. Beynin güvende ve huzurlu hissetmesi için “Şu anda güvendeyim”, “Bu his geçecek”, “Her şey yoluna girecek” gibi cümleler kullanabilirsiniz. Bu tür ifadeler, beynin algısını değiştirerek parasempatik sinir sistemini devreye sokar, stres hormonlarını azaltır ve vücudun daha sakin, güvende ve dengeli hissetmesine yardımcı olur. Zihni rahatlatıcı mesajlar vermek, zamanla otomatikleşerek beynin tehdit yerine güvenliği algılamasını sağlar ve sinir sisteminin kendini düzenleme kapasitesini artırır.
Korkularınızı tanıyın.
Beynimize ulaşan tehdit sinyallerinin çoğu korkuya dayalı düşüncelerden gelir. Zihin, genellikle en kötü senaryoları üretir ve hiçbir somut kanıt olmasa bile bizi, olumsuz bir şeyin olmak üzere olduğuna inandırır. Bunun nedeni, beynimizin mutluluk için değil, hayatta kalmak için programlanmış olmasıdır. Tehditleri algılayan ve işleyen temel beyin bölgelerinden biri olan amigdala, sürekli olarak çevrede tehlike olup olmadığını tarar. Amigdalanın bu aşırı uyarılma hali, beyin ve vücut arasındaki alarm sistemini harekete geçirerek kaygıyı artırır ve stres hormonlarının salgılanmasına neden olur. Böylece, aslında gerçek bir tehlike olmamasına rağmen, vücut ve zihin tetikte kalmaya devam eder.
Eğer korkularımızı fark edip sorgulamazsak sürekli bir endişe halinde yaşayabilir ve her aklımıza gelen negatif düşünceyi gerçek kabul edebiliriz. Korkuları tanımak ve onlarla yüzleşmek, otomatikleşmiş korku tepkilerini kesintiye uğratarak beynin gereksiz stres döngülerinden kurtulmasına yardımcı olur. Bir korku düşüncesi geldiğinde hemen ona inanmak yerine, durup bunun gerçekten geçerli olup olmadığını kendinize sorabilirsiniz. Bunun için, “Bu düşüncemin doğru olduğunu kanıtlayan bir şey var mı?” ya da “Daha dengeli bir bakış açısı geliştirebilir miyim?” gibi sorular sormak faydalı olabilir. Bu farkındalık sayesinde beyin, tehdit algısını daha sağlıklı ve mantıklı bir çerçevede değerlendirmeyi öğrenebilir.
Küçük mutluluk anlarını fark edin.
Stresli veya kaygılı olduğumuzda, olumsuzluklara daha fazla odaklanma eğiliminde oluruz. Ancak bilinçli olarak küçük mutluluk anlarını fark etmeyi öğrenmek, sinir sistemimize güven sinyalleri göndermenin güçlü yollarından biridir. Parıltılar yani “glimmers” olarak adlandırılan bu anlar, huzur ve güven duygusu uyandıran küçük ama anlamlı deneyimlerdir. Kuş sesleri, hayranlık duyduğumuz bir manzara ya da basit bir gülümseme gibi anlar, beyne “Burada ve şu anda güvendesin” mesajı verir.
Parıltıları fark etmek başlangıçta zor olabilir çünkü beyin genellikle tehditlere odaklanır. Ancak bu pratik yaparak edinebileceğiniz bir alışkanlıktır. Gün içinde sizi mutlu eden anları fark etmek için bilinçli bir çaba gösterdiğinizde, beyniniz bu deneyimlere daha fazla yönelmeye başlar. Zamanla, beynimizin pozitif deneyimleri kaydetme yeteneği güçlenir ve stresli anlarda dahi bu tür küçük huzur anlarını fark edebilir hale gelir. Bu sayede sinir sistemi dengelenir ve iyi oluş halimiz desteklenir.
Somatik takip ile bedeninizi izleyin.
Beynin güvende hissetmesini sağlamanın en etkili yollarından biri de bedensel farkındalığı artırmaktır. Stres ve kaygı çoğu zaman, göğüste sıkışma, omuzlarda gerginlik veya midede bir ağrı gibi bedensel belirtilerle kendini gösterir. Bu fiziksel duyumları yok saymak yerine, nazik bir farkındalıkla gözlemlemek sinir sistemimizin rahatlamasına yardımcı olabilir. Somatik takip (somatic tracking) olarak bilinen bu yöntem, vücuttaki herhangi bir gerginlik, sıcaklık ya da rahatsız edici duyumu bilinçli bir farkındalıkla gözlemlemeyi içerir. Bu pratiği yaparken, bedende olup bitenleri yargılamadan fark etmek ve hislerin akışına izin vermek önemlidir. Bu sayede, beyne “Bedenim güvende, her şey yolunda” mesajı gönderilerek sempatik sinir sisteminin aşırı uyarılması önlenebilir.
Bedeni dinlemek, sadece olumsuz duyumları fark etmekle sınırlı değildir. Aynı zamanda gevşemeyi ve rahatlamayı teşvik eden duyumları da keşfetmeyi içerir. Örneğin, nefesinizin nasıl aktığını fark etmek, ayaklarınızın yere sağlam bastığını hissetmek veya sıcak bir battaniye altında bedeninizin nasıl rahatladığını gözlemlemek, beynin tehdit algısını azaltır ve güvende hissetmesini sağlar.
Nefesinize odaklanın.
Nefes, bedenimiz ve zihnimiz arasında köprü kuran temel ritimdir. Çoğu zaman farkında olmadan alıp verdiğimiz nefes, aslında beynimize güven hissi göndermenin en güçlü yollarından biridir. Stresli ve endişeli anlarda nefes yüzeysel ve düzensiz hale gelir. Bu da sinir sisteminde bir tehdit sinyali olarak algılanır. Ancak nefese bilinçli bir şekilde yönelmek ve onun doğal akışını takip etmek, beyne “Her şey yolunda, güvendeyim” mesajını iletebilir.
Derin ve rahatlatıcı bir nefes, beyne artık tetikte olması gerekmediğini ve bulunduğu ortamın güvenli olduğunu hatırlatır. Nefes aldıkça vücudun bu mesaja nasıl yanıt verdiğini gözlemleyebilirsiniz: Omuzlar gevşer, çene rahatlar, kalp atışları yavaşlar ve zihindeki sesler azalmaya başlar. Düzenli olarak bilinçli nefes alıp verdiğinizde, sadece anlık bir rahatlama sağlamaz; aynı zamanda sinir sisteminizin dayanıklılığını artıran bir alışkanlık geliştirirsiniz. Böylece, zorluklarla karşılaştığınızda bedeninizin stresle başa çıkma kapasitesini güçlendirir ve kendinizi daha dengeli, güvende ve huzurlu hissetmeye başlarsınız.