
Haziran, biraz yavaşlamak, biraz da zihni toparlamak için iyi bir zaman. Bu ayın kitaplarını tam da bu ruh haline göre seçtim: bir babanın iç sesi, bedeni hizalayan bir rehber, sokak aralarından taşan hayal gücü, anıların içinden çıkan tarifler ve tekteker üstünde bir yılın muhasebesi. Her biri başka bir yerden sesleniyor ama ortak bir noktaları var; biraz soluklanmak ve başka bir yerden bakmak. Bloom Kitap Kulübü Haziran 2025 seçkisi tam da bu çağrıyı taşıyor. Keyifli okumalar!
Dünyayla Benim Aramda – Ta-Nehisi Coates
2015 yılında yayımlanan ve kısa sürede Amerikan edebiyatında çağdaş bir klasik haline gelen, Amerikalı yazar ve gazeteci Ta-Nehisi Coates’in oğluna hitaben yazdığı bu kitap, bir babanın kişisel tecrübelerinden süzülen evrensel bir yaşam mektubu. Irk, kimlik, tarih ve beden politikası gibi sert ama hayati konuları, sevgi ve endişe yüklü bir babalık perspektifinden anlatıyor. Coates’in kendi deneyimlerini kuşaklar arası bir anlatıya dönüştürmesi, okura hem duygusal hem zihinsel bir temas sunuyor. Ayrıca, kişisel deneyimlerini tarihsel bağlamlarla harmanlaması okuyuculara çarpıcı bir bakış açısı sunuyor. Yazarın geçmişindeki gazetecilik deneyimi ve güçlü gözlem yeteneği, kitabın etkileyiciliğini pekiştiriyor.

Yazarın bilinçli olarak umut vermekten kaçındığı, duygusal olarak dürüst bir sesle yazdığı bu metin, aynı zamanda okurda “Amerikan rüyası”nın kime göre kabus, kime göre konfor olduğunu da sorgulatıyor. Okurlar, eğitimden adalete uzanan geniş bir perspektifte ırksal sorunların çözümüne dair düşüncelerle karşılaşıyor. Diğer benzer konuları işleyen metinlerde sıkça rastlanan “birlikte başaracağız” retoriği yerine, Coates burada umut yerine farkındalığı seçiyor – acıdan kaçınmadan, onu dönüştürmeden kabul ederek. Bu da metni daha gerçek, daha sarsıcı ve daha unutulmaz yapıyor. Bu yönüyle baba olmanın sadece korumak değil, gerçeği anlatmak da olduğunu da hatırlatıyor.
Yogaya Işık – B. K. S. Iyengar
Modern yoganın kurucularından biri sayılan B.K.S. Iyengar’ın bu klasiği, yalnızca yoga pozlarını anlatmakla kalmıyor, bedenle zihin arasındaki köprüyü kurmayı da öğretiyor. Her hareketin fiziksel etkisinin ötesinde, zihinsel ve ruhsal bir anlamı olduğuna inanan Iyengar, kitabı boyunca yoga felsefesine ve yaşamla kurduğumuz ilişkiye dair güçlü bir altyapı sunuyor. Yaz aylarında pratiklerini derinleştirmek isteyenler için hem rehberlik hem de disiplin bulacağı bu kitap, klasik Hatha Yoga sistemine dayalı olarak 200’ün üzerinde asanayı ayrıntılı açıklamalar, görseller ve hizalama ipuçlarıyla birlikte sunarak okurların bu kadim geleneği derinlemesine anlamasına destek oluyor.

Bununla birlikte pranayama (nefes kontrolü), bandha (enerji kilitleri) ve dharana (konsantrasyon) gibi daha ileri seviye uygulamalara da yer veriyor. Kitapta yer alan 300’e yakın fotoğrafın çoğunda pozları doğrudan Iyengar’ın kendisi sergiliyor. Ayrıca kitabın son bölümlerinde, farklı seviyelerdeki öğrenciler için 300 haftalık uygulama planı yer alıyor. Yoga pratiğini “beden için esneme” ya da “rahatlama egzersizi” gibi yüzeysel anlayışların ötesine taşıyan bu kitap, Iyengar’ın sistematik, net ve derinlemesine anlatımıyla içsel bir denge, nefesle zihni hizalama, dikkat ve sabırla varoluşu fark etme biçimi sunuyor.
Mahallemdeki İnsanlar – Hiromi Kawakami
Japon edebiyatının modern minimalizmle fanteziyi harmanlayan özgün örneklerinden biri olan bu eserde, Hiromi Kawakami sıradan bir Japon mahallesini tuhaf ve fantastik olayların yaşandığı bir dünyaya dönüştürüyor. Kitap, isimsiz bir anlatıcının ağzından, yaşadığı mahalledeki “insanları” tanıtır gibi başlıyor. Fakat bu insanlar oldukça sıra dışı: biri belki eski bir hayalet, bir diğeri zaman zaman kayboluyor, bir başkası bir kuşla evli olabilir… Ancak yazar, bu absürtlüğü olağan bir dil ve neredeyse gazeteci ciddiyetiyle anlattığı için okurda bir süre sonra gerçek ile hayalin sınırları bulanıklaşmaya başlıyor. Her biri 1-3 sayfa arasında değişen ve Japon edebiyatına özgü sadelik, dinginlik ve alttan alta işleyen ironi ile Batı’daki Latin Amerika büyülü gerçekçiliği arasında bir yerde konumlanan bu öyküler, yaz mevsiminde ağır anlatılardan uzaklaşmak isteyen ama sıradanlıktan da sıkılan okurlara hitap ediyor.

Ayrıca Kawakami, büyülü olana mistik bir anlam yüklemeden, onu doğrudan hayatın olağan bir parçası gibi sunuyor. Bununla birlikte özellikle kadın karakterlerin derinliği, bastırılmışlıkları ya da özgürleşme biçimleri metine usul usul feminist bir katman da ekliyor. Belli mi olur? Belki siz de hem zihniniz dinlenmiş hem de hayal gücünüzün sınırları zorlanmışken kendi mahallenize başka bir gözle bakmaya başlarsınız!
Ne Yediysem Oyum – Oğul Türkkan
Eğer bir gastronomi kitabı okumak istiyorsanız ama yalnızca yemeklerin sıralandığı kitaplar size sıkıcı geliyorsa Oğul Türkkan’ın Ne Yediysem Oyum kitabı hafızanın, aidiyetin ve duyguların mutfakta yeniden pişirildiği bir anlatıyla sizi bekliyor. Bu samimi ve katmanlı metin, aynı zamanda bir baba-oğul ilişkisini, sofra kültürünü ve aile içindeki sessiz mirasları da anlatıyor. Böylece tarifler sadece yemeklerin değil, geçmişin, özlemin ve büyümenin de tarifleri haline gelerek kültürel bir belgeye dönüşüyor. Bu yönüyle kitapta zeytinyağlılardan pilavlara, fırın yemeklerinden tatlılara kadar pek çok tarif yer alıyor ama bu kitap “ne piştiği”yle değil, “nasıl anlatıldığı”yla öne çıkıyor.

Türkkan, yemeklerin arkasındaki bağları, sessizlikleri, çatışmaları ve sevgiyi işliyor. Her tabak, bir hatırayı masaya getiriyor. Yemekle büyümek”, “sofrayla barışmak”, “aileyi sindirmek” gibi metaforlar kitap boyunca sezgisel olarak işliyor. Kitabı kapattığınızda yalnızca ne pişirmek istediğinizi değil, kiminle paylaşmak istediğinizi de düşünmeye başlıyorsunuz. Bu yönüyle Oğul Türkkan’ın gastronomi dünyasındaki akademik birikimini edebi bir sesle buluşturduğunu da görüyoruz.
Gerçeklikle Müzakere – Erlend Loe
Gerçeklikle Müzakere, Norveçli yazar Erlend Loe’nin imzasını taşıyan hem alışılmadık hem de oldukça insani bir kişisel anlatı. Loe bu kitapta, modern insanın gerçeklikle başa çıkma stratejilerini ironik bir üslupla sorgularken, aynı zamanda kendi hayatını radikal bir şekilde değiştirmeye karar veriyor: bir yıl boyunca tek tekerlekli bisikletle dolaşmak. Evet, doğru anladınız! Fiziksel anlamda tekteker üstünde durmaktan bahsediyor ama metaforik olarak da dengede kalmaya çalıştığımız bütün o zihinsel, duygusal yükleri de anlatıyor. Kitap, yazarın 50’li yaşlarının eşiğinde hayatla pazarlığını kaybetmiş gibi hissettiği bir dönemde başlıyor. Kendi deyimiyle “hayatın ritmine kapılmış”, otomatik pilota bağlanmış, konfor alanında sıkışmış biri olarak tek tekerlekli bisiklet sürmeyi öğrenmeye karar veriyor.

Ancak mesele elbette sadece bisiklet değil. Loe bu süreçte kendi sabırsızlığını, dikkat dağınıklığını, fiziksel sınırlarını, toplumun normallik dayatmalarını ve yaş alma kaygılarını bir bir açıyor. Bunu yaparken, karakteristik mizahıyla okuru hem güldürüyor hem de kışkırtıyor. Yazın ortasında, “hayatıma biraz hareket gerek” diyen ama bunu bir başarı baskısı altında yapmak istemeyen herkes için bu kitap ilham verici. Çünkü hedef başarı değil, denge. Loe ise ne kendini ciddiye alıyor ne de okura başarı reçetesi sunuyor. Tek yaptığı, denemenin kendisini değerli kılmak.