
Hayat, doğumlarla ve bitişlerle örülü uzun bir yolculuk. Onu doyasıya yaşamak ve içinde hiç yalnız kalmamak için şekillendiriyoruz. Haklıyız da… Yalnızlık böylesi kaotik bir dünyada korkutuyor. Harika bir yelkenlide yol aldığımızı düşünelim. Bu yolculuğun haritası ilişkilerden, rüzgarı karşılaşmalardan oluşsun. Her sabah selam verdiğimiz apartman görevlisi, çocukluk arkadaşımız, “birlikte büyürüz” dediğimiz eşimiz… Hepsi bu yolculuğun birer parçasıdır. Yol aldıkça olgunlaşırız; bitmeyecek sandığımız ilişkiler zamanla değişir, bazıları haritadan silinir. Bazı bitişler ise yelkenliyi rüzgarsız bırakır. “Şimdi nereye gideceğim?” deriz. Rüzgar hep aynı yerden esiyordu, şimdi durdu; ne yapacağım?
Varsayımları yıkabilmek
Artık astronomik araştırmalar, içinde bulunduğumuz evrenin nasıl yaratıldığına dair farklı teoriler geliştiriyor. Belki de evren, bildiğimiz şekliyle bir Büyük Patlama’yla oluşmadı. Nasıl olduğunu bilmemek ve sürekli yeni bilgilerle karşılaşmak insanı korkutabiliyor. Ama artık en eski ve en köklü gerçekler bile sarsılıyorsa, ilişkilerin varlığı ve bitişiyle ilgili varsayımlarımızı, karşılaştığımız ve taşıdığımız önyargıları neden sorgulamayalım?
Olan bir şey sarsılmaya başladığında, içimizdeki öfkeli Poseidon’un sesi gürleşir. Her bitiş, insanın içinde büyük ya da küçük yaralar açar. Ve bu yaralarda çoğu zaman örtük bir öfke gizlidir. “Bunun başıma geleceğini ben nasıl göremedim?!”
Kendi acına bakabilmek
Fransız psikanalist Didier Anzieu’nun Moi-Peau (Deri-Ben) kavramı, ilişkilerin derimizi kaplayan görünmez bir dokunuş olduğunu söyler. Birliktelikler kopunca bu deri yırtılır; kapanırken kaşınır, kabuk bağlar. O yırtığın sızısı, uzun süredir yolunda gitmeyen şeylere bakmamız için bir çağrı olabilir. O noktaya geldiğimizde kaçmak isteriz çoğu zaman. Kim sızıya katlanmak ister ki, hele ki haz girdabı gittikçe derinleşen bir dünyada yaşarken? Ama o sızı, çok şey anlatabilir. Haz dünyasından uzaklaşıp sadece bize ait bir dünyanın kapılarını aralayabilir: “Ben sadece ben olarak ne istiyorum? Ne severim? Hayatımla ne yapabilirim?” Bu soruları kendimize sormayalı çok oldu. Oysa yıllardır taşıdığımız kimliğin bizim kaderimiz olmadığını fark etmek aslında kişisel bir devrim. Çünkü Rainer Maria Rilke der ki: “Sadece içteki yakındır, başka her şey uzak.”
İçtekine yakınlaşmak
Şimdi evliliğe gelelim; toplumun bize giydirdiği ağır bir zırh gibi. Evlilik çatırdamaya başladığında bu zırh parçalanmaya ve düşmeye başlar. Her yolu denemiş ama yine de farklı yönlere giden iki insan, bugünlerde sıkça karşımıza çıkıyor. Bir yandan da denemekten yorulmuş oluyoruz, çünkü artık birbirimize tahammülümüz yok. Öbür yandan ise başkasına uzak olma fikri ve içtekine yakınlaşma, yalnızlığı hatırlattığı için korkutuyor da. Ne kadar da karmaşık varlıklarız… Aslında bizi karmaşıklaştıran durup düşünmek istemememiz.
Özgürleşmek ve cesaret
Bitirme sorumluluğunu almak, zırhı çıkarmak karmaşık bir durum insan için; bir yandan hafifletici öbür yandan çok yüksekten düşmek gibi olabilir. Her birey için farklı bir deneyim bu. Her ne haliyle olursa olsun, bitiş yeni bir varoluş şekline geçiş anlamına gelir. Anzieu’nun benzetmesiyle, kabuğu soyulmuş taze bir yara gibi. Belki hassas, savunmasız ama aynı zamanda yenileyici ve dönüştürücü olasılıklar da barındıran. İçe daha da yakınlaştıran.
Bir şeyi bitirmek, bir noktayı koymak; başka bir deyişle bence özgürleşmek yalnızca zincirlerden kurtulmak değil, zincirlerin bıraktığı izlere bakma cesaretini gösterebilmektir. Bir kararın sorumluluğu bunları getirir.
Birlikte oluş hali bazen bir evlilik, bazen sıkı bir dostluktur. Onların hiç bitmeyeceğini varsayarız. Geleceğe dair hayalleri birlikte kurarız. Ama bu, bir gün öleceğimizi bildiğimiz hâlde ölmeyecekmişiz gibi yaşamaya benzemiyor mu? Her şeyi başarma, yapma, alma, en iyiyi yakalama arzusu…
Yas tutabilmek
Fark şu: bir ilişkiyi bitirmek ve ardından gelen o sert içsel düşüş insanı öldürmez. Bu dünyadaki varlığını yok etmez. Bu bir yas sürecidir. Ve yas tutarken, çok yer etmiş bir şeyi yerinden kaldırmanın getirdiği boşlukla baş edebilmek ve onu dönüştürmek zaman alır. Her şeyin çok hızlı aktığı bir dünyada yası atlatmayı bir yarış haline getirdik, bu bir yarış değil yas tutmak; olana bakmayı ve kendine zaman vermeyi ister.
Rilke, “Her meyve bir çiçekti,” der. Bir bitiş, çiçeği soldurabilir. Ama o çiçeğin meyveye dönüşme süreci, insanın kendi canlılığını yeniden bulabileceği bir süreçtir. Çünkü insan, doğası gereği dinamiktir; kendini ayağa kaldırabilme becerisine sahiptir. O doğuştan gelen ivmesini, içsel gücünü zor zamanlarda nasıl hatırlayabilir?
Yasın akışı ve dönüşüm
Boşluk — İlk anda benliğin çevresindeki deri soyulur, rüzgar acıtır. Seçimlerinin kaderin olmadığını fark edersin. Sert ve hızlı bir düşüş, daha çok sızı yaratır.
Kabuk bağlama — Zincirin koptuğu yerlerde izler oluşur; birlikte yapılan şeylerin artık yapılamayacak olması, sabah uyanınca o kişiyi göremeyecek olmak yaranın varlığını hatırlatır.
Filizlenme — İnsan bitmeyen bir projedir. Henüz olmadığı bir şeye doğru kendini yeniden inşa eder. İvmesini hatırlayarak, başka bir varoluş biçimine inanç duyarak. Yani sadece Erim’in eşi, sadece Ayşe’nin arkadaşı değil; başka bir “ben”, başka bir deri olmak gibi.
Meyve — Rilke’nin metaforu tamamlanır: Kayıp, benliği olgunlaştıran çekirdektir. Çünkü her kayıp insanı yıkmak zorunda değildir. Yıkılsa bile; o an harita tamamen silinmiş olsa bile, yıkılan ve dağılan her şey her zaman ve her zaman başka bir şeye dönüşebilir. Bu hayat boyu süren bir iyileşme halidir.
Hayalini hatırlamak
Bitişler, karşındakiyle artık aynı hayat dönümünde buluşamamak demektir. Ama insan kendi dönüm noktalarını yaratmaya devam edebilir. Rollo May, cesaretin zıttının korku değil, uyumluluk olduğunu söyler. “Bu düzeni bozmayayım,” derken içinde kalınan şey, sizi sıkıştırıyorsa ve gitmek istiyorsanız… Sevgili okur: O bir zaman yalnızca senin düşünde olan anın hayalini tut. Geleceğe dair o sezgini bırakma. İnan, onlar seninle ilgili, senin yelkenlinin rotasıyla ilgili sadece senin bilebileceğin gerçekler anlatıyor. Onu yaz, onu çiz, onunla ilgili dünyaya seslen. Bugün gitmen gerekiyorsa, neden gitmen gerektiğini, kalmak için neye ihtiyacın olduğunu sana hatırlatacak olanlardır onlar.