
In partnership with Wings
Anksiyete, diğer bir adıyla kaygı, günümüzün en çok konuşulan ve en derinden hissedilen deneyimlerinden biri haline geldi. Sabah gözümüzü açtığımız andan gece başımızı yastığa koyana kadar sayısız belirsizlik arasında sıkışıp kalıyoruz. Kaygı artık pek çoğumuz için ara ara ortaya çıkan bir zorluk olmaktan ziyade, kronik ve sürekli bir deneyim haline geldi. Zamanın çoğunda onunla mücadele etmeye, üstesinden gelmeye çalışıyoruz. Peki, ya anksiyeteye tamamen yanlış bir açıdan yaklaşıyorsak? Onunla savaşmak ya da bastırmaya çalışmak yerine, kabul edip birlikte hareket etmeye çalışsak nasıl olurdu? Yaşam Koçu, Sosyolog, Konuşmacı ve Yazar Dr. Martha Beck, 2025’te yayımlanan Beyond Anxiety: Curiosity, Creativity, and Finding Your Life’s Purpose (Anksiyetenin Ötesinde: Merak, Yaratıcılık ve Yaşam Amacını Bulmak) isimli kitabında tam da bu soruları yanıtlıyor. Dr. Martha Beck’in Beyond Anxiety kitabında ele aldığı bakış açısını, bilimsel yaklaşımları ve pratik egzersizleri sizin için inceledik!
Dr. Martha Beck kimdir?
Dr. Martha Beck yalnızca çok satan kitapların yazarı değil, aynı zamanda kişisel dönüşüm alanında en çok güvenilen isimlerden biri olarak tanınıyor. Beck çalışmalarında akademik bilgi, ruhsal derinlik ve pratik yaşam rehberliğini bir araya getirerek konuları bütüncül bir yerden ele alıyor. Harvard Üniversitesi’nden üç farklı dereceye sahip olan Dr. Martha Beck, lisans eğitimini sosyal bilimler alanında tamamlamış, ardından yüksek lisans ve doktora derecelerini sosyoloji dalında almıştır. Akademik kariyeri boyunca insan davranışı, toplum psikolojisi ve kültürel normlar üzerine çalışmış; bilimsel temelli, çok katmanlı bir anlayış geliştirmiştir.
Ancak onu yalnızca akademik başarılarıyla tanımlamak yetersiz olacaktır. Beck’e duyulan güvenin kaynağı bu yoğun bilimsel birikimi sıcaklık, mizah ve kişisel deneyimle harmanlayarak sade bir dile dönüştürme becerisidir. Bilgiyi teoriden çıkarıp hayata taşıyan sezgisel bir anlatım tarzı vardır. Yıllarca köşe yazarlığı yaptığı O, The Oprah Magazine ile geniş bir kitleye ulaşmış ve Oprah Winfrey tarafından “tanıdığım en zeki kadınlardan biri” olarak tanımlanmıştır. Dr. Martha Beck’in anksiyete, kronik hastalıklar ve toplumun kalıplarına uymayan bir yaşamla ilgili açık yüreklilikle kaleme aldığı yazıları, deneyimlerinin, bilgi birikiminin ve kendi doğrularına göre şekillendirdiği yaşamının izlerini taşıyor.
Son yıllarda anksiyete neden bu kadar yaygınlaştı?
Dr. Martha Beck, kitabında hepimizin içten içe merak ettiği temel bir soruyu yanıtlıyor: “Neden sürekli kaygı içindeyiz?” Günlük yaşamlarımız giderek daha yoğun, belirsiz ve yorucu bir hal aldı. Pek çoğumuz zihnini bir türlü susturamıyor, kronik stres belirtileri yaşıyor ya da anlamını yitirmiş bir hayatın içinde kaybolmuş hissediyor. Beck’e göre bu durum tesadüf değil; çağımızın sosyal, teknolojik ve duygusal yapısı, sinir sistemimiz üzerinde sürekli bir baskı kuruyor. Beck, kitabında anksiyetenin yaygınlaşmasına yol açan temel etkenleri bilimsel ve duygusal açıdan ele alıyor. Bu faktörlerin her birinin zihinsel sağlığı nasıl etkilediğini açıklarken aynı zamanda bu farkındalığın anksiyete ile başa çıkmak için ilk adım olduğunu da vurguluyor.
Aşırı uyarılan sinir sistemi
Modern yaşam, sinir sistemimizi doğal kapasitesinin çok daha üzerinde bir uyarılma düzeyine zorluyor. Sabah gözümüzü açtığımız anda başlayan bildirimler, yoğun programlar, hızlı kararlar, sürekli dikkat dağıtıcılar… Hepsi vücudun “savaş ya da kaç” mekanizmasını tetikliyor. Oysa Beck’in altını çizdiği gibi, insan bedeni kısa süreli stres ve ardından gelen uzun dinlenme dönemleriyle dengelenmek üzerine tasarlanmıştır. Ancak günümüzde bu döngü bozulmuş durumda. Dinlenmeye fırsat bulamadan sürekli tetikte kalan sinir sistemi zamanla tükeniyor ve bu durum da kronik anksiyeteye zemin hazırlıyor.
Bilgi kirliliği ve belirsizlik
Günümüzde her gün binlerce bilgiye maruz kalıyoruz: küresel krizler, doğal afetler, ekonomik çalkantılar, politik gerginlikler… Tüm bu bilgiler, özellikle sosyal medya aracılığıyla hızla yayılıyor. Ancak Beck’e göre beynimiz bu kadar yoğun ve belirsiz veriyi işlemek için uygun değil. Bu durum “ne olacağını bilememe” kaygısını artırıyor. İnsan zihni belirsizliğe tahammül etmekte zorlandığı için sürekli olumsuz senaryolar üretmeye başlıyor. Bu da kişiyi bir endişe döngüsüne sokuyor: Bilgi aldıkça daha fazla kaygılanıyor, kaygılandıkça daha fazla bilgi arıyor ve döngü sürüyor.
Dijital bağlantının getirdiği sosyal yalnızlık
Beck, anksiyetenin artış nedenlerinden bir diğerinin “görülmeyen yalnızlık” olduğunu belirtiyor. Dijital araçlarla sürekli bağlantıda olmamıza rağmen, insan ilişkileri yüzeyselleşmiş durumda. Göz teması, dokunmak, birlikte vakit geçirmek gibi temel sosyal deneyimlerin azalması, sinir sistemimizin regüle olma kapasitesini düşürüyor. Gerçek bağlar kuramamak, görülmediğimizi ya da duyulmadığımızı hissetmemize neden oluyor. Bu da anksiyeteyi besleyen içsel bir güvensizlik ve yalnızlık yaratıyor.
Anlam ve amaç eksikliği
Anksiyeteyi büyüten nedenlerden biri de yaşamda anlam arayışının giderek silikleşmesi. Maalesef günümüzde birçok insan iş, ev, sosyal medya döngüsünde amaçsızca sürükleniyor. Yapılması gerekenleri, neden yaptığını bilmeden yalnızca yapıyor. İlk bakışta pratik görünse de bu durum zamanla ruhsal bir boşluk yaratıyor. “Bunun bir anlamı olmalı” hissi karşılık bulmadığında, varoluşsal bir kaygı içine düşüyoruz ve kaygı başlıyor.
Anksiyeteyi dönüştürmek ve onunla yaşamak nasıl mümkün?
Beck’in anksiyeteye yaklaşımı, geleneksel bakış açılarını sorgulayan ve içsel dönüşüme davet eden bir anlayışa dayanıyor. Ona göre anksiyete, bastırılması ya da yok edilmesi gereken bir düşman değil; aslında dikkate alınmayı bekleyen bir iç ses. Kaygı, çoğu zaman hayatımızda bir şeylerin uyumsuz, baskılayıcı ya da doğal akışına aykırı gittiğinin göstergesi olabilir. Yani anksiyete, bizi durdurup “Burada neye dikkat etmeliyim?” diye sormaya yönlendiren bir işaret olabilir.
Anksiyete vs. yaratıcılık sarmalı
Dr. Martha Beck, anksiyeteyi zihinsel bir döngü olarak tanımlıyor. Bu döngü iki şekilde işliyor: birincisi bizi karanlığa doğru çeken anksiyete sarmalı, diğeri ise farkındalığa ve iyileşmeye doğru taşıyan yaratıcılık sarmalı.
- Anksiyete sarmalı, korkunun ve belirsizliğin birbirini sürekli beslediği bir kısır döngü olarak tanımlanıyor. Kişi bir tehditle karşılaştığında, bu tehdit gerçek olmasa bile zihin olumsuz senaryolar üretmeye başlıyor ve bedeni alarma geçiriyor. Bu bedensel uyarılma ise daha fazla korku üretiyor. Böylece, zihinsel ve fizyolojik olarak sürekli tetikte kalıyoruz. Beck bu süreci, aşağı doğru bir sarmal şeklinde tanımlıyor çünkü zamanla bu döngü enerjiyi tüketiyor, odaklanma becerisini bozuyor ve umutsuzluk hissini artırıyor.
- Öte yandan yaratıcılık sarmalı, merak duygusunu merkeze alan bir zihinsel yönelimi ifade ediyor. Beck’e göre kişi anksiyete yaşadığında, eğer onunla savaşmak yerine merakla yaklaşırsa — yani “Bu kaygı bana ne anlatmak istiyor?”, “Şu anda küçük bir keşif yapabilir miyim?” gibi sorular sorarsa — zihin yeni bağlantılar kurmaya ve çözüm yolları üretmeye başlıyor. Bu yaklaşım, daha yaratıcı ve esnek çalışan sağ beyni aktive ederek zihnin korku kaplı alanlar yerine, alternatiflere yönelmesini sağlıyor.
Özetle, Beck’in yaklaşımı, anksiyete geldiğinde onu yok etmeye çalışmak yerine onunla ilişki kurmayı öneriyor. Anksiyetenin içindeki mesajı çözmeye başladığımızda, o artık bizi aşağıya değil yukarıya taşıyan bir güç haline geliyor. Böylece farkında olarak sarmalın yönünü değiştirebiliyoruz.
KIST (Kind Internal Self Talk) pratiği
Dr. Martha Beck’in sunduğu basit ama etkili araçlardan bir diğeri, KIST egzersizi olarak adlandırdığı “şefkatli içsel konuşma” pratiği. Bu egzersiz, anksiyete sarmalından çıkarken hem zihinsel hem de bedensel olarak denge kurmaya yardımcı oluyor. Beck bu pratiği, Budist kökenli sevgi dolu farkındalık (loving-kindness meditation) geleneğinden ilham alarak sadeleştiriyor ve herkesin günlük yaşamına kolayca adapte edebileceği bir forma dönüştürüyor. Temel fikir şu: anksiyeteyi susturmaya çalışmadan, ona şefkatle yaklaşarak sinir sistemine güven ve rahatlama sinyali göndermek.
Egzersiz oldukça basit: Rahat bir pozisyonda birkaç dakika boyunca, aşağıdaki cümleleri tekrar ediyorsunuz.
- “Mutlu olmanı diliyorum.”
- “Kendini güvende hissetmeni diliyorum.”
- “Zorlandığın anlarda yanında olmayı diliyorum.”
- “Olduğun halinle kabul görmeni diliyorum.”
Beck bu egzersizi, anksiyeteye karşı bir savaş değil; bir yakınlık kurma şekli olarak tanımlıyor. Ne hissettiğimizi bastırmadan, o hissin içinde şefkatle kalabildiğimizde, yalnızca anksiyeteyi hafifletmekle kalmıyor, aynı zamanda kendimizle daha derin bir bağ kurabiliyoruz. Bu da bizi aşağı çeken döngüyü fark etmemizi, yavaşlatmamızı ve yönünü değiştirmemizi sağlayan bir içsel dönüşümü başlatıyor.
Bedene ve ana dönmek
Anksiyete çoğu zaman zihnin geleceğe yönelmesiyle tetikleniyor. “Ya şöyle olursa?” veya “Ya başaramazsam?” gibi düşünceler, zihni olası ama gerçekleşmemiş tehditlerle meşgul ediyor. Ancak beden her zaman şimdiki anda bulunuyor. Beck, bu kopukluğu fark ettiğimiz anda, zihni bedene geri çağırmanın anksiyeteyi dindirmede güçlü bir araç olduğunu söylüyor. Çünkü beden, geçmişe ya da geleceğe gidemiyor, o yalnızca şu anı yaşıyor. Bu nedenle bedene dönmek, kaygı dalgası yükseldiğinde zihinsel fırtınayı dindirmeye yardımcı olabilir.
Yaratıcılıkla duyguları dönüştürmek
Beck’e göre duygular, bedenin ve zihnin içinde akan enerjilerdir. Bu enerjiyi bastırmak yerine dışa akıtmak, duygunun içinde sıkışmak yerine onunla birlikte akmak anlamına geliyor. İşte bu noktada devreye yaratıcılık giriyor. Yaratıcılığı yalnızca sanatsal bir beceri olarak düşünmeyin. Günlük tutmak, karalama yapmak, bir alanı yeniden düzenlemek, müzikle oyalanmak ya da yemek pişirmek yaratıcı sürecin bir parçası olabiliyor. Beck’e göre bu gibi yaratıcı eylemler, anksiyeteyi bastırmadan dönüştürmenin ve ona biçim vererek içeriden dışarıya taşımanın etkili bir yolu oluyor.
Bütünlükle yaşamak
Beck’in tüm çalışmalarında tekrar tekrar vurguladığı bir diğer tema ise: içsel bütünlük. Buna göre kişi, kendi değerleri, hisleri ve ihtiyaçlarıyla uyum içinde yaşadığında zihinsel huzura yaklaşabiliyor. Anksiyete, bazen içsel sistemimizin bizi uyardığı bir mesaj olabiliyor. “Bu yol sana ait değil.”, “Bu ilişki seni yormaya başladı.”, “Sessizlikte kalmaya ihtiyacın var.” gibi sinyaller, bedenin ve zihnin uyum içinde olmadığına dair içsel göstergeler taşıyor. Beck, kendini anksiyete ile belli eden bu sinyalleri bastırmak yerine dinlemeyi öneriyor. Çünkü ona göre bütünlükle yaşamak, içsel gerçekliği çiğnemeden dış gerçeklikle uyumlanmak anlamına geliyor.
Wings ile hayatınıza değer katmaya, alışveriş keyfini ayrıcalıklara dönüştürmeye hazır mısınız? Siz de Wings’in ayrıcalıklı dünyasına katılmak ve size özel programlarını incelemek için link üzerinden başvurunuzu yapabilirsiniz!