RÖPORTAJ: BURCU ERBAŞ

Sağlıklı besleniyor, yeterince uyuyor, egzersiz yapıyor nitekim hala kendimizi en iyi versiyonumuzda hissedemiyor, kronik enerji düşüklüğü, metabolik problemler, sık ruh hali değişimleri, cilt sorunları yaşıyorsak bütünsel sağlığımızı gizliden gizliye tehdit eden kronik toksisite ile boğuşuyor olabiliriz. Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp konusunda ülkemizin önde gelen uzmanlarından Dr. Rezan Cezan‘a göre “Tüm hastalıkların temelinde kronik toksisite bulunuyor ve hiç birimiz bunun farkında değiliz.” Peki kronik toksisiteye neler sebep oluyor, hangi yaşam tarzı değişimleri ile bedenimizin detoksifikasyon yollarını destekleyebilir ve iyi olma halimizi arttırabiliriz? Ağır metaller ve toksin yükü hakkında tüm merak ettiklerimizi Dr. Rezan Cezan ile konuştuk.


Bize kısaca kendinizden ve sağlık yaklaşımınızdan bahsedebilir misiniz?

1997 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra ilaç sektöründe çalışmaya başladım. 15 yılı aşkın süre ulusal ve uluslararası ilaç firmalarında yöneticilik yaptıktan sonra sağlık iletişiminde özelleşmiş bir reklam ajansı kurdum. Kariyerim bu şekilde ilerlerken arka arkaya eklenen 5 otoimmün hastalıkla mücadele etmem gerekti. Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp yöntemleri ile tanışıp iyileştim ve bu sayede aradığım hekimlik anlayışını da bulmuş oldum. Geleneksel yöntemler bütüncül bakmamızı sağlıyor; kişiye özel, sebebe yönelik ve “Sen bu hastalıkla yaşamayı öğrenmelisin.” denilen kronik hastalıklar için iyileştirici imkanlar sunuyor. 

Bir hekim olarak maalesef sağlığın değerini kaybettikten sonra anlamış oldum. Benim gibi olmayın. ☺ Sağlığımızı korumak düzeltmekten daha kolay. İnanın hangi hastalığa sahip olduğunuz değil, sağlığın nasıl ve hangi noktada bozulduğu önemli. Daha kaliteli bir yaşam mümkün.

Sebep olduğu gizli” semptomlar nedeniyle bütünsel sağlığın en sinsi tehditlerinden birisi toksin yükü olabilir mi? Ağır metaller, çevresel kimyasallar veya küf maruziyetinin etkileri toplumda yeteri kadar biliniyor mu?

Zaten bana göre tüm hastalıkların temeli kronik toksisite. Tıbbi adına toksemia deniyor, “toksinli kan” da diyebiliriz. Ve evet, farkında değiliz!

Hepimiz daha fazla enerjiye sahip olmak istiyoruz. Birçoğumuz bunu kahve, tatlı gibi uyarıcılar yoluyla başarmaya çalışıyor. Ancak öncelikle şuna bakmalıyız: Neden daha az enerjimiz var? Buna yol açan çevresel, zihinsel ve duygusal nedenler, kronik durumlar ve sadece yaşam tarzı olabilir. Bedenlerimizde canlılığa sahip olmak ve yaratıcı faaliyetlerimizi sürdürebilmek demek daha derin bir düzeyde hücrelerimizin metabolik döngüleri sürdürmek için ihtiyaç duyduğu yapı taşlarına sahip olduğu anlamına gelir. Sağlık, hastalığın olmamasından daha fazlasıdır; vücudun birbirine bağlı sistemlerinin optimal işleyişi demektir.

Enerji sistemlerimizi en çok etkileyen durum, toksin yüküdür. Modern yaşam bizi toksinlerle bombalıyor. Vücudumuz doğal olarak toksinlerin atılması süreçlerinden her zaman geçiyor. Artık temiz yaşamak gitgide zorlaşıyor. Beslenirken, nefes alırken, dokunurken hatta zihnimizden bir şeyler geçirirken bile o kadar çok toksine maruz kalıyor ki bedenimiz…

Peki çevresel toksinler, ağır metaller dediğimiz zaman hangi temel kimyasal ve elementlerden bahsediyoruz? Gündelik yaşamımızda bu toksinler nerelerde bulunuyor?

Hayatımızda pestisit, trans yağ, mısır şurubu, ağır metal, hava kirliliği, plastik, temizlik kimyasalı, ilaç, kimyasal kozmetik, rafine şeker, alkol, sigara, solvent, BPA vb gibi birçok toksin var. Bunların 20 yıla kadar vücudumuzda kaldığını artık biliyoruz. Bir de mental toksin diye bir şey var. Zihnimizin ürettiği olumsuz düşünceler de toksin yaratıyor. Bu nedenle düşüncelerimizi de arındırmamız şart.

Örneğin alüminyum. Alüminyum, folyolarda ve en çok antiasitlerde var. Alüminyumun vücutta tutulmasına neden olan florür de biyobirikim kimyasallarından biri ve sadece diş macunlarında değil; sigara, tavuk bulyon, donmuş gıdalar, hazır çorbalar, maden suları, antidepresanlar, gazlı içecekler ve organik olmayan meyve sularıyla şehir şebeke suyunda da var. Flor, iyot emilimini bozuyor. İyot eksikliğinden en çok tiroid ve yumurtalıklar etkileniyor. Plastikte ise östrojen gibi davranan maddeler var ve bu başlı başına hormon dengemizi bozan bir durum. 

Herkes için farklı olan bir noktada vücudumuz aşırı toksin yüklenebilir veya bloke olabilir. Detoksifikasyon ve eliminasyon yollarımızı serbest bırakarak vücudun metabolizasyon ve biyotransformasyon süreçlerini sürdürmesine izin vermemiz gerekiyor.

Detoksa sürekli dikkat etmeliyiz. Bu toksinleri biyolojik olarak dönüştürmez ve yok etmezsek bedenimizde kalırlar. Böylece savunma mekanizması olarak mukus ve yağ oluşturan bedenimizin dengesi bozulur.

Ağır metal yükü bütünsel sağlığa uzun ve kısa vadede nasıl zarar veriyor?

Civa, kurşun, alüminyum, kadmiyum, arsenik vb. gibi ağır metallerle kirlenmiş hava, toprak ve su kaynakları tüm canlıların yaşamını olumsuz etkiliyor ve sayısız sağlık problemine neden oluyor.

Artık bitkilerden de ağır metal alıyoruz. Tarım ilaçları sebebiyle toprak florasında yer alan ve topraktaki mineral oluşumunun en önemli bileşeni olan saprofit bakteriler öldüğü için bitkiler mineral yerine ağır metali çekiyor. Piyasada satılan ruj ve dudak parlatıcılarının %70’inde kurşun bulunuyor. Ortalama seviyede makyaj yapan bir kadının yaşamı boyunca yaklaşık 1,5 kg ruj ve dudak parlatıcısı yuttuğu düşünülüyor. Bununla birlikte balıklarda civa bulunuyor. Egzoz dumanından kurşun açığa çıkıyor, sigarada kadmiyum var. Çizik tencere-tavalar kullanabiliyoruz. Tüm bu etkenler nedeniyle ağır metal yükü bütünsel sağlığı tehdit ediyor. 

Gündelik yaşamımızda toksin yükümüzü azaltmak için neler yapmalıyız? Hangi takviyeler veya bitkisel destekler bize yardımcı olabilir?

Çok olumsuz konuştuk değil mi? Çözümler de var, merak etmeyelim. 

Toksinlerden kurtulabilmek için vücudumuzdaki arınma sistemlerinin çalışır halde olmasına dikkat etmek ve bu maddelerden olabildiğince uzak durmak en önemlisi. Yüzyıllardır bildiğimiz bir gerçek var: Detoks mekanizmalarının şefi karaciğer. Ateşi mitolojik tanrılardan çalıp insanlara veren Prometheus’a Zeus’un verdiği ceza neydi biliyor musunuz? Her gün yenilenen karaciğerinin bir kartal tarafından yenmesi! En büyük ceza… İşte karaciğerin kendini yenileme kapasitesine ve karaciğer olmadığında nasıl acı çekildiğine dair çok güzel bir örnek.

Toksinlerden kurtulabilmek için vücudumuzdaki arınma sistemlerinin (bağırsak, karaciğer, lenf, böbrek, ter, nefes, uyku) çalışır halde olması en önemli konu. Tabii bu toksinlerin bir yerden atılması gerek değil mi?

Karaciğeri korumalıyız. Glüten, süt, süt ürünü, şeker, trans yağ, mısır şurubu ve hazır gıdalardan uzak durmalıyız. Bununla birlikte iyi uyumalı, yeterince su içmeli ve hareket etmeliyiz. Evimizdeki pet şişe ve plastikleri, teflon kapları, kimyasal temizleyicileri, kimyasal kozmetikleri azaltmalı, her türlü küfün oluşmasını engellemeliyiz. Bunları mümkün olduğunca yapmamız da yeterli. Bu hassasiyetlerin takıntılı bir şekilde olmasını da doğru bulmuyorum. Bir kabul ve niyet bile başlangıç için yeterli bir adım. 

Toksik insanlar veya ilişkiler de aynı toksinler gibi bütünsel sağlığımızı etkiler mi? Bu tarz ilişkiler yürütmenin negatif etkileri bedenimizde kendini nasıl gösterir? Örneğin uzun süre toksik ilişkiler yürütmek hastalıklara sebep olabilir mi?

Zihnimiz, bedenimiz ve enerji alanımız sürekli olarak birbiriyle bağlantı halindedir. Bedenimizle ilgili bir durum zihnimizi, duygu ve düşüncelerimizle ilgili durumlar da bedenimizi etkiler. Buna en güzel örnek, sevdiğimiz birini gördüğümüzde midemizde kelebekler uçuyor gibi hissetmemizdir. Artık bazı duyguların organlarla olan bağlantılarını biliyoruz. Örneğin öfke en çok karaciğeri, keder akciğeri, korku böbrekleri, utanç safra kesesini etkiliyor. 

Güzel başka bir örnek de Amerika’da bulunan Roseto isimli bir İtalyan kasabasından verebilirim. Bu kasabada kalple ilgili bir hastalık veya kalp krizi vakasına hiç rastlanmamış. Üstelik çok sağlıksız beslenmelerine ve egzersiz yapmamalarına rağmen. Uzun araştırmalar sonrasında bu durumun altında yatan neden, sosyal ilişkilerin güçlü olmasına, kendilerini kasabada güvenli hissetmelerine bağlanmış. 

2014 yılında yapılan “Duyguların bedensel haritaları” isimli bir araştırma var. Duygular ve bedendeki yansımalarını ölçüyorlar. Katılımcılara 13 duygu veriliyor ve bu duyguların aktive ettikleri (veya etmedikleri) yere karşılık gelen vücut parçalarını boyamaları isteniyor. Bir ısı haritası gibi düşünün. Artan aktiviteyi daha sıcak renklere (kırmızı, turuncu, sarı), azalan aktiviteyi de soğuk renklere (mavi, yeşil, çivit mavisi) boyuyorlar. Mutluluk tüm bedende sıcak hissediliyor. Korku üst bedende ama kollarda değil. Öfke yine üst bedende, kollar da dahil. Anksiyete göbek kısmında hissediliyor ama kol ve bacaklardaki mevcut sinyal azalıyor. Çok ilginç bir çalışma.  

Bize en az kimyasal toksin kadar zarar veren bu ilişkilerden kendimizi nasıl koruyabiliriz?

Koruyamayız. Yaşadığımız bu zorlukta öğreneceğimiz bir şey var çünkü. Öncelikle bu kişi/kişileri (aile üyelerimiz bile olsalar) bizim seçtiğimizi aklımıza getirmemiz gerekiyor. Örneğin, başarılı olmak için çok çalışması gerektiğini düşünen birisi, her zaman daha az çalışan veya işini özensiz yapan kişilerle karşılaşacaktır çünkü bu zorluk bizi deneyimlerimizi kullanmaya ve kendimizi akışa bırakabilmeye götürecek. Hayatımıza “hep kendi istediği olsun isteyen” arkadaşları çekiyorsak, bu bizi dürüst olmaya ve duygularımızı ifade etmeye götürecek bir zorluktur. 

Toksin yükümüzün olduğunu nasıl anlarız?

Eğer belirteceğim durumlara çok fazla evet yanıtı veriyorsanız toksin yükünüzün arttığını söyleyebiliriz.

• Yorgun ve halsizim.
• Uyku sorunlarım var.
• Eklem ve kas ağrılarım oluyor.
• İdrarım koyu renkli ve rahatsız edici kokuyor.
• Kabızlık sorunu yaşıyorum.
• Sıklıkla huzursuz, sinirli, kaygılı ve depresif hissediyorum.
• Dalgınlık, unutkanlık, hafıza sorunları yaşıyorum.
• Sık sık başım ağrıyor.
• Saç dökülmesi, akne ve egzama sorunlarım var.
• Göbeğimden kurtulamıyorum.
• Göz altlarımda mor-siyah halkalar ve torbalar var.
• Sıklıkla mantar, parazit ve enfeksiyon sorunu yaşıyorum.
• Tiroid ve osteoporozum var.
• Enerjimi artırmaya kahve yetmiyor.
• Bazı yiyeceklere hassasiyetim var.
• Kimyasal temizlik/kozmetik malzemeleri, teflon tava-tencere kullanıyorum.
• İşlenmiş gıda tüketiyorum.



Burcu Erbaş

1997 yılında Antalya’da doğan Burcu, İstanbul Saint Joseph lisesinde eğitim gördü. 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Erasmus programı ile bir sene boyunca eğitim aldığı Sciences Po Paris’te çevre politikaları, sürdürülebilirlik ve ekoloji üzerine dersler aldı. Öğrendiklerinden çok etkilenen Burcu yaşam tarzını çevreye duyarlı olacak şekilde...



BLOOM SHOP