Hayatınızda hiç “Bu bir tesadüf olamaz!” dediğiniz dönüştürücü deneyimler yaşadınız mı? Mesela uçağınızı dakikalarla kaçırdıktan sonra yeni aldığınız uçuşta yan koltuğunuzda hayatınızın aşkıyla karşılaşmanız gibi. Hani rastlantısal görünse de tesadüften çok daha fazlası olduğunu hissettiren deneyimler? Sliding Doors filmini izleyenler hatırlar. Yakalanan ya da kaçan metro Gwyneth Paltrow’un canlandırdığı karakteri hangi olasılıklara götürmüştü. İşte hayatın eş zamanlılıkları “ya hiçbir şey sıradan bir rastlantı değilse” diye düşünmemize sebep olan esrarengiz yöntemlerle bize göz kırpıyor.
Eş zamanlılık nedir?
Eş zamanlılık kavramı hayatımıza psikanalist Carl Jung ile girdi. Jung, eş zamanlılığı birden fazla olay arasında herhangi bir nedensellik bağı ya da olasılık ilişkisi olmamasına rağmen çok tesadüfi gerçekleştiği için anlamlı tesadüfler olarak tanımlıyor.
Hatta Jung’un konunun üzerine gitmesinin altında yatan “böcek hikayesi” çok meşhur. Her şeyi mantık çerçevesinde yorumlayan ve terapiden verim almakta zorlanan bir hastası rüyasında gördüğü böceği anlatırken tam da o sırada kliniğin camına bahsi geçen böcekten çarpıyor. Jung böceği içeri alarak hastasına gösteriyor. Bu eş zamanlılık, hastasının nihayet mantık bariyerlerini bırakarak hayatın daha sembolik yanını okumasını ve açılmasını sağlıyor.
Tabii burada önemli olan, eş zamanlılıktan bahsedebilmemiz için olayları sıradan bir rastlantı olmaktan çıkaran unsur.
Sıradan rastlantılar mı anlamlı tesadüfler mi?
Eş zamanlılık deneyimi, iki olay arasında kurulan bağ kişiye bir anlam ifade ediyorsa ancak sıradan bir rastlantı olmanın ötesine geçiyor. Başka bir deyişle, aslında tamamen kişinin öznel bakış açısına dayanıyor. Yani iki olayın “anlamlı bir tesadüf” olması ancak kişinin bu bağlantının önemli olup olmadığına karar vermesine kalmış.
Misal, Jung’un bizzat yaşadığı böcek deneyimi, eğer hastasının duygusal olarak sarsılarak kendisine nihayet açılmasını ve terapiye devam edebilmesini sağlamasaydı önemli olmayacak ve tamamen unutulacaktı.
Bununla birlikte, olaylar arasında herhangi bir nedensellik bağı bulunmasa da bunların “nedensiz” yere meydana gelmediğini de ifade ediyor Jung. Buna istinaden eş zamanlılıkların nedenini, evrendeki her şeyin birbiriyle bağlantılı olmasına dayandırıyor.
Unus Mundus: Tek Dünya
Unus Mundus, Jung’a ait bir kavram olmasa da sayesinde popülerleşen bir kavram. Evrenin birçok şekilde birbirine bağlı olduğunu, insanlığın kolektif bir bilinç dışında buluştuğunu ifade ediyor. Unus Mundus eş zamanlılığa da açıklık getiriyor çünkü kişisel bilinç fiziksel olaylarla bu “ortak alan” aracılığıyla buluşabiliyor.
Bilim insanları eş zamanlılığın bilimsel bir çerçevede açıklanamayacağını bunun yerine, doğrulama yanlılığı ya da apofeni gibi faktörlerin daha ikna edici açıklamalar sunduğunu savunuyor. Yani inançlarımızı doğrulamayanlara göre doğrulayan şeyleri çok daha kolay fark ediyor ve hatırlıyoruz çünkü insan beyni, ilgisiz olaylarda ve rastgele kalıplarda bağlantılar kurma konusunda çok iyi.
Öte yandan pek çok insan eş zamanlı olaylarda ilahi işaretler veya manevi anlamlar algılıyor çünkü içsel olarak bazı olayların nedensiz yere meydana gelmediğini hissediyoruz.
Bilim, bunlara cevap bulmak konusunda henüz çok yetersiz çünkü filozof Thomas Nigel’ın ifade ettiği gibi “bilinç” subjektif bir şey ve bilim subjektif konuları ele alabilecek donanıma sahip değil. Bununla birlikte, bilincimizin, bilimin sınırları dışında kalan pek çok yönü olduğu da yadsınamaz bir gerçek. İşte Unus Mundus da burada devreye giriyor.
Bu kapsamdan bakıldığında duygularımız, düşüncelerimiz ve enerjimiz “ortak alan” olarak da ifade edilen bu dünya ile etkileşim halinde olduğundan rastlantı dediğimiz belki de sadece sonsuz olasılıkların bir parçası olabilir mi? Tıpkı Fransız şair ve sürrealizmin öncüsü Paul Eluard’ın dediği gibi “tesadüf diye bir şey yoktur, yalnızca randevular vardır.”
Eş zamanlılığı nasıl tanırız?
Gelelim “Şimdiye kadar eş zamanlılık yaşayıp yaşamadığınızı nasıl fark edersiniz?” sorusuna. Hayatınızda tesadüften fazlası olduğunu hissettiğiniz olayları düşünün ve kendinize şu soruları sorun:
- Bu olaylar arasında nedensel bir bağ olmamasına rağmen neredeyse istemsiz olarak bir bağ kurdunuz mu?
- Olay neticesinde güçlü bir duygu hissettiniz mi ve hatta çok daha büyük bir resmin parçası olduğunuz hissi uyandı mı?
- Olayın dönüştürücü bir etkisi oldu mu ya da sizde önemli bir farkındalık yarattı mı?
Cevaplarınız evet ise o zaman eş zamanlılık yaşamışsınız demektir!
Ve eğer açık fikirliyseniz, eş zamanlılıklar sayesinde varoluşsal sorularınıza ya da çıkmazlarınıza cevaben tam da ihtiyaç duyduğunuz anda karşınıza çıkan olayları kucaklayarak kendinizi gerçekleştirme fırsatını ve belki de mucize dediğiniz güzellikleri bile yakalayabilirsiniz.