Hindistan’da bir gün, Swami adlı bir dostumun evinde dünyanın dört bir tarafından gelen insanlarla sohbet ederken bana yöneltilen bir soru üzerine, yeni kitabımda yaşadığımız erkek egemen toplumda kadınların bireysel haklarını iddia etmelerinin ve onlara dayatılan rollerden özgürleşmelerinin ne kadar önemli olduğu konusuna değineceğimden bahsetmiştim.
Toplantı çıkışında bir beyefendi koşarak yanıma geldi. Kolumdan nazikçe tutarak şöyle dedi: “Kadınlar konusu çok hassas. Mutlaka değinmelisin. Fakat lütfen erkekler hakkında da yaz. Kadınlara tanınan duygusal ifade özgürlüğü erkeklere hiçbir zaman tanınmıyor. Biz duygularımızı hep bastırmak zorunda kalıyoruz.”
60’lı yaşlarında dostumun gözleri dolarak bu ifadelerde bulunması daha önce dikkatimden kaçmış bir noktayı fark etmemi sağladı: Erkeklerin maruz kaldığı duygusal baskı.
Bir duygu varlığı olarak “insan”
İnkar etse de, bastırsa da, önemsemese de, halı altına ittirse de insan; dile getirmediği, kabul etmediği, önemsemediğini düşündüğü tüm duyguları sinir sisteminde biriktiriyor. “Duygulara dalarsak hiç iş yapamayız.” diye düşünebilirsiniz.
İyileştirilmemiş travmalar, içeride biriken duygular yaptığımız işlere de yansıyor oysa. Yaşamın trajedisi, o duygularla hiç muhatap olunmadığından ortaya çıkıyor: Öfke patlamaları, intiharlar, cinayetler, hatta terör eylemleri ve savaşlar.
O içeride biriken duygular hayatımızı karartıyor. Bu duygularla nasıl başa çıkacağımızı bilmediğimiz ve birbirimize kalbimizin kapılarını açamadığımız için gerçek sevgi ile gerçek anlamda tanışamıyor, insan deneyiminden uzakta bir yerde tepkisel bir programa bağlı bir şekilde; yani arafta yaşıyoruz.
Budist öğreti, “Yaşam ıstıraptır.” der
Bu söylemin sebebi, hayatın küçük mutluluklardan uzak, umutsuz, depresif veya berbat bir yer olduğu düşüncesi değildir. Istırap; zihnin bozulmuş algı ve yargıları ile meydana gelen genel bir hoşnutsuzluk halinin ifadesidir.
Geleceğin endişeleri, geçmişin pişmanlıkları, arzular, hırslar, bağımlılıklar ve hastalıkları içeren farkındalıktan uzak, buğulu bir hayatın içinde yaşama mesajını ifade eder. Zihnin sürekli salınımına bağlı bu tür bir huzursuzluk halinden kurtulmanın yolu ise bu ıstırap ile yüzleşmek ve onu sağaltmaya açık olmakla mümkündür ancak.
İçine doğduğumuz çağ duygusal ulaşılabilirliğe izin vermemiş ve bizi duygularımızı bastırmaya, konuşmamaya, görmezden gelmeye itmiş olsa da artık bu kültür değişiyor. Bu bastırma, insanlığı depresyon ve anksiyete ile sınadı çünkü.
Yeni dönem, insanların kendi sonsuz potansiyellerinin farkına vardıkları aydınlanma çağı. Sadece akılsal anlamda değil; ruhsal anlamda da. Yani bu demek ki; önümüzdeki çağ kadınlar ve erkekler olarak hepimizin duygusal anlamda iyileşmesini ve ulaşılabilir olmasını zorunlu tutan yeni bir çağ.
Bu yazımda, iç alemimize dönüp sinir sisteminde sıkışmış duyguları çözmek adına başlangıç için sizlere birkaç kolaylaştırıcı önerim olacak. İç dünyamıza ait gerçek duyguları keşfetmenin, duyguları serbest bırakmanın 6 yolu!
1. Önce gözlemleyin
Sakin, mutlu ve huzurlu zaman geçirebileceğiniz bireysel bir köşe yaratın kendinize. Size ilham veren objelerle dolu olsun. Çiçekler, yeşillikler, mumlar, tütsüler, sevdiğiniz kitaplar, bir meditasyon yastığı… Her gün o köşeye uğrayın, gözlerinizi kapatın ve dikkatinizi nefesinizde toplayın. Duygularınızı ve aklınızdan geçen düşünceleri gözlemleyin. Bunu yaparken kendinizi, duygu ve düşüncelerinizi yargılamayın. Nazikçe gözlemleyin.
2. İçinizdeki sesleri fark edin
Gözleminiz gün içinde de devam etsin. İçinizde sizinle durmadan konuşan bir ses olduğunu fark edeceksiniz. Size neler söylüyor? “Ne kadar aptalsın! Nasıl böyle bir hata yaptın? Salak salak konuşuyorsun! Sen de böyle durumlarda nasıl davranılacağını hiç bilmiyorsun! Sen bu işi yapamazsın. Beceriksizsin.” Sizin içinizdeki eleştirmen neler söylüyor?
3. Kendinize şefkatle yaklaşmayı seçin
Bir dostunuzun hata yaptığını farzedin. Size geldi ve dertleşiyorsunuz. Ona ne söylersiniz? “Sen de amma aptalsın! Senin gibi gerizekalı da hiç görmedim!” mi dersiniz yoksa, “Olur böyle arkadaşım, hata insan için, dersini al yoluna devam et” mi? Hata yaptığınız zaman kendinize neler söylüyorsunuz? Köşenize geçip yastığınıza oturduğunuzda, tıpkı bir bebeği pışpışlar gibi, tıpkı bir dostunuza arka çıkar gibi kendinizle konuşun. “Ben senin arkandayım, yanındayım, sana bir şey olmaz.” demeyi deneyin.
4. Neye ihtiyacınız olduğunu keşfedin
Sonra elinizi kalbinize koyun ve kendinize “Nasılsın?” diye sorun. “Neye ihtiyacın var?” “Senin için ne yapabilirim?” Bu sorular, kendinizle aranızdaki iletişimi güçlendirecek ve sizi kendi duygusal dünyanıza açacak. Zaman içinde derdinizi duyabilmeye başlayacaksınız.
İçinizde oluşmaya başlayan bu duygusal derinlik, size netlik kazandıracak. İçinizdekileri ifade edebilmek için doğru kelimeleri bulmanıza yardımcı olacak. Kendinizi açıkça ifade edebilmek, öfke ataklarınızdan, duygu patlamalarından ve sıkışmışlığınızdan kurtulmanıza yardım edecek.
5. Sınırlarınızı belirleyin
Sürekli bir iç gözlem hali, sınırlarınızı da doğru belirlemenize yardımcı olur. Sıkışmışlık duygusunun önemli sebeplerinden biri sınır koyamamaktır. Sınır koyamayışımız ise kendimizi tanımadığımız içindir. Nerede durmamız gerektiğini, kimin bize nasıl davranıp davranamayacağını, neleri hak edip etmediğimizi net bir şekilde belirledikçe hayat bizi bir sonbahar yaprağı gibi savurup götüremeyecektir.
6. Konfor alanından her gün tekrar tekrar gönüllü olarak çıkın
Jim Rohn’un da dediği gibi, “İki türlü acı vardır. Disiplinin acısı ve pişmanlığın acısı”. Disiplin ve kararlılıkla tekrar tekrar kendinizi seçin. Davranışları değiştirmek çoğu zaman konforlu bir süreç değildir. Acı verir. Fakat değiştirmemenin acısı sürekli bir huzursuzluk haliyse; huzur getirecek ve özgürleştirecek olan acıyı seçmek daha anlamlı değil mi?