Geçtiğimiz günlerde Manolya Ruso ile beden saygısı hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Manolya: “Bedenime sevgiden önce saygı duyuyorum.” diyor. Bunun üzerine her ilişkinin temelinin saygı olduğunu bir daha anladım. Kendisine bizimle özel deneyimlerini ve yorumlarını paylaştığı için teşekkür ediyoruz. İyi ki bize saygıyı hatırlattın Manolya.
Öncelikle bize kendinden bahseder misin?
30 yaşındayım. Bilgi Üniversitesi’nden 2014 yılında mezun oldum. Bir süredir kendi deneyimlerimi paylaşarak sezgisel beslenme, beden saygısı ve kişisel gelişim yolculuğum hakkında sosyal medyada içerik üretiyorum.
Kendi deneyimlerinden yola çıkarak beden farkındalığı konseptini nasıl yorumlarsın?
Benim için beden farkındalığı bedene saygı duymak ve neden saygı duyduğumun farkındalığına varmak demek. Saygı duyuyorum çünkü nefes alıyorum, tutabiliyorum, yazıyorum, çiziyorum, tat alabiliyorum, yürüyebiliyorum, seni seviyorum diyebiliyorum. Bir kadın olarak karnımda hayat taşıyabiliyorum ve en önemlisi duygularımı hissedip paylaşabiliyorum. Ben body love yani beden sevgisi yerine body neutrality yani beden nötrlüğüne inanıyorum. Benim için her şeyin temelinde önce saygı var, saygı olmadan sevgide gelmiyor bence.
Yemekle kavga etmek ve barışmak senin için ne ifade ediyor?
Yemekle kavga etmek demek diyet yapmak, kalori saymak, kendimi spora kamçılamak, özetle hiç istemediğim halde hiç istemediğim şeyleri yapmak ve sevmediğim yemekleri yemek. İnsan ne yiyeceğini, kaçta yiyeceğini ve yediğinin bedenini küçülteceğini ya da büyüteceğini düşünmediği zaman özgürlüğüne kavuşuyor. Yemekle savaşmak demek hayattan zevk almayı unutmak, yemekle barışmakta akışta olmak, huzurlu olmak demek bence. Benim için özgürlüğün tanımlarından biri bu. İlaveten “cheat day” konseptini de sağlıklı bulmuyorum çünkü işte o zaman bir yiyeceği yasaklı ya da ödül haline getirmiş oluyoruz. Dengelemem lazım ya da hak etmem lazım düşüncesi insanın üzerine baskı koyuyor ve engellenme yaratıyor.
Yeme alışkanlıklarımızı etkileyen birden fazla faktör var. Ağız tadımız, çocukken evde ve okulda neler yediğimiz gibi. Senin yeme alışkanlığın nasıl oluştu?
Yarı Türk yarı İsviçreli olmamın yeme alışkanlıklarımda büyük bir etkisi var çünkü çok farklı tatlardaki yiyeceklerle büyümüş oldum. Annemle babamın devamlı diyet yapmaları da benimde kendimi diyete sokmam ve küçültmem gerekiyor isteğini tetikledi. Ayrıca bir abiyle büyümeninde yeme alışkanlığıma etkisi olduğunu düşünüyorum çünkü hep hızlı yemem gerektiği düşüncesiyle büyüdüm. Yeme bozukluğum sırasında “Bunu yemem, şunu yemem.” çok derdim. Fakat şimdi ağız tadıma uygun her şeyi yiyorum ve genişletiyorum.
Sence yemekle ve bedenle toksik bir ilişkinin göstergeleri neler?
“Şeker tüketmemeliyim.“, Apple Watch olmadan spor yapmamak, vegan ve vejeteryanlık dışında belli besin gruplarını dışlamak ketojenik ve paleo gibi yaşam tarzı diyetlerini kilo kontrolü için kullanmak, kalori hesaplamak, besinlerin içeriğine fazla meraklı ve takıntılı olmak ve fazla kalorili yiyecekler tükettikten sonra fazla spor yapmak ya da hemen ardından kendini harekete zorlamak. Ayrıca acıktığında kahve içmekte sağlıksız bir düşünce yapısı.
Yeme ataklarını nasıl yorumlarsın? Kendi deneyimlerinden yola çıkarak, kendimi daha düşük hissettiğimde yemek yemeden önce nefesim hızlanıyor. Senin fark ettiğin fiziksel ve psikolojik değişimler neler?
O anda orda olmuyordum. Beni bir şey ele geçiriyor gibi hissediyordum. O zamanlar yeme ataklarımı iradesizliğime veriyordum, halbuki kendimi uzun sürelerce aç bıraktığım ve bedenimi abartı bir şekilde kontrol etmeye çalıştığımdan dolayı yaşıyordum. Duygusal olarak yüzleşemediğim bir şey varsa yeme atağı görünümünde su üstüne çıkıyordu ve yemeğe atlıyordum. Burada önemli olan seni rahatsız eden konuyu anlamaya çalışmak. Bazı anlarda bir tane tatlı yersin ve ruhun doyar, keyfin yerine gelir. Bunda bir problem yok ama konfor alanı sadece yemekle kısıtlı olduğunda toksik ilişki başlıyor.
Bir arkadaşım bana “Hangi sporu yaparsan yap, ne yersen ye bunlar senin ruhunun ve kişiliğinin bir parçası değil. Bu yüzden kendini daha çok veya az değerli şeklinde düşünme.” dedi ve bundan çok etkilendim. Seninde öz sevgi için bir tüyon var mı?
Benimde bir öğretmenim “Seni çekici kılan ruhun.” demişti. Ondan beri öz değerimi içeriden hissetmeye ve dışarıya bağlamamaya çalışıyorum. Öz değer kavramı benim için sağlam ve dengesiz taşlarda yürümek gibi, sağlam taş her zaman ben olmalıyım. Kendimi bir standarda ya da herhangi bir koşula bağlamadığımda akışta kaldığımı hissediyorum.
Bir meyve olsan ne olurdun?
Liçi olurdum. Öncelikle tırtıklı kabuğu var. Tırtıklı kabuk dışarıdan çok arkadaş canlısı ve davetkar durmuyor ama içindeki meyvenin tadı çokta tatlı. Liçinin büyük bir çekirdeği var ve çekirdek bana kalbi anımsattı. Bende biraz kabuklarım yüzünden göz korkutucu durduğum halde büyük bir kalbim olduğunu düşünüyorum.