Algılarımız doğal olarak ön yargılı bir şekilde gelişmektedir. Çünkü çoğu zaman gerçeği olduğu gibi değil; geçmiş deneyimlerimizden, öğrendiklerimizden, duyduklarımızdan etkilenmiş bir bakış açısıyla görürüz. Aynı zamanda da zihnimiz, hayatta kalmamıza yardımcı olan olumsuzluk ön yargısı ile işler.
Gerçek şu ki zihnimiz ve algımız bir terazi konumundaysa, varoluş gereği olumsuz ve hoş olmayan olaylar olumlu ve hoş olanlara göre daha ağır basar.
Doğamız böyle işliyor ama aslında bizler de kendi bilincimizle ve seçimlerimizle ilgiyi ve dikkati biraz daha hoş deneyimlere vererek tartıyı dengeleyebiliriz. Olumsuzluk ön yargısı ile baş edebilmek için hoş olan deneyimlere daha çok alan açmaktan bir önceki yazımda bahsetmiştim, detaylı bilgilere buradan erişmeniz mümkün.
Fakat her şey hoş olanı görmekle bitmiyor. Sadece iyiye yönelmek ve iyi olana yer açmaya çalışmak gerçekçilikten uzaklaştırıyor bizi. Hoş olana yer vermenin önemi kadar, hoşa gitmeyenle ilişkimizi gözden geçirmenin ve acı ile baş etmenin yolları ile de temas kurmanın önemi var. Bu yazıda hoş olmayanla olan ilişkimize daha yakından değineceğim.
Acı ile ilk temas
Acı örneğini alarak önce bir dönüp kendimize bakalım. Bir yeriniz ağrıdığı veya acıdığı zaman nasıl tepki veriyorsunuz? Acı yokmuş gibi davranma çabasıyla acıyı itiyor musunuz veya acıyı hisseder hissetmez beraberinde hikayeler mi kuruyorsunuz? Nedir bu acı, hasta mıyım acaba, buramda bir sorun mu var, doktora gitmem lazım gibi düşünceler aklınıza üşüşüyor mu?
Acı verici bir şeyle karşılaştığımız zaman – bu duygusal bir acı da olabilir – onu istememe, ona direnme eğilimi gösteririz. Peki bu direnç hali kendini nasıl gösterir?
Direnç acıyı yok saymaya çalışmak, acıya rağmen bir sürü şey yapmak demek olabilir. Acı karşısında endişeye kapılmak ve paniklemek anlamına da gelebilir. Tüm gerçekliğimiz acı olabilir, başka hiçbir şey göremez hale gelebiliriz. Acı tüm algımızı ve ilgi alanımızı birdenbire kaplayabilir. Acıyı buradaki örneklerdeki gibi, iterek, ona tutunarak ya da ona direnerek aslında acının üzerimizdeki etkisini de arttırmış oluruz.
Acı hissine “bilinçli farkındalık” perspektifinden bakalım
Mindfulness (bilinçli farkındalık) olanı olduğu gibi, yargısız ve bilinçli bir şekilde fark etme hali. Olanı olduğu gibi görmek demek, aslında gerçekçi bir bakış açısına meyil etmek ve kendi terazimizi fark etmek demek: Biz neye ağırlık veriyoruz gün içinde, dikkatimizi verdiğimiz şeyler neler?
Herkes için geçerli olmasa da, genellikle tartımızın hoş olmayan tarafı daha ağır basar. Farkındalık çalışmalarının en önemli kısmı kendi tartımızı gözlemlemektir. Bir taraftan hoş olana dikkati vererek dengeyi sağlarız ama bir yandan da hoş olmayanla, acıyla, zorluklarla, stresle olan ilişkimizi gözlemleriz.
Şu fikirden yola çıkarak, hayat akışımızın içinde hem hoşa giden hem hoşa gitmeyen deneyimlerin var olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hiçbir zaman deneyimimiz tamamen hoş veya tamamen zor olmayacak. Bazen tartımız bir yöne doğru daha ağır basacak evet, ama ne acı ne de hoş hisler tamamen ortadan kalkacak.
Peki o zaman yine dönüp kendimize bakalım: Bazen sanki hiçbir zaman başka bir acı yaşamayacakmışız gibi hissetmiyor muyuz? Acı tekrar karşımıza çıktığında hayal kırıklığına uğramıyor muyuz, hani acımayacaktı artık, hani ben mutluydum demiyor muyuz kendimize? Öfkemden, endişemden nasıl kurtulurum diye araştırmıyor muyuz?
Olumsuzluk ön yargısı gibi zihnin bir eğilimi daha var: Acıyı reddetmek
Bir taraftan “hoş olmayanı, acıyı it, ondan kaç, aman gelmesin, hiç olmasın, reddet” diyen bir yönümüz var. Öteki taraftan ise “güzele, hoş olana tutun, aman kaybolmasın, değişmesin, sıkı tutarsam gitmez belki” diyen bir yönümüz var.
Kadim öğretilerde acı çekmenin başlangıcı buradadır. Zor olandan kaçınmak, güzel olana tutunmak ile başlar acı çekme hali ve ıstırap. Kendimizi akışa bıraktığımız ve olanı olduğu gibi görüp ona kabul ile yaklaştığımız zaman acı orada olmasına rağmen o kadar fazla hissetmeyiz.
Nörobilim uzmanları direndiğimiz şeylerin kalıcı hale geldiğinden bahseder. Bu da hayatın getirdiği bir acıya direndiğimiz zaman bunun “acı çekmeye” ve ıstıraba yol açtığını gösterir. Hayat acı getirecektir, elimizde olmayan ve acı getiren şeyler gelip bizleri bulacaktır. Buna aynı zamanda birincil deneyim/birincil acı da denir. Bu birincil acının üzerinde hiçbir kontrolümüz yoktur. Ama bu acıya direndiğimiz ve onu ittiğimiz zaman daha da çok acı ve ıstırap meydana getiririz.
Birincil acı ve ikincil acı
Mesela yolda yürürken düştüğümüzü hayal edelim. Çok ciddi bir düşüş değil ama canımız yine de yanıyor. Düşüşün getirdiği fiziksel acı bizim birincil acımız. Neredeyse anında düşmemiş olmayı istemekten gelen bir direnme haline giriyoruz ve üzerine ikincil acı veya acı çekmeye yol açan deneyimleri ekliyoruz; korkuyoruz, utanıyoruz, kendimizi suçluyoruz, ne kadar aptalım diye düşünüyoruz, bizi düşüren taşa veya kişiye öfkeleniyoruz, geriliyoruz, umutsuzluğa kapılıyoruz, panikliyoruz.
Kötü sonuçları olan bir düşüş veya duygusal olarak daha ağır bir olay yaşadıysak da süre içinde bu ikincil deneyimler uzuyor; depresyona giriyoruz, uyku düzenimiz bozuluyor, sigara, alkol gibi bizi uyuşturan maddelerin arayışına giriyoruz.
Istırap, burada olan acıya direnmekten veya onunla savaşmaktan dolayı ortaya çıkıyor. Acı ile baş etmenin yolları arasında şu gerçeği kabul edebiliriz: Acısız hayat elde edemeyiz ama üzerine eklediğimiz acılar ve ıstırap olmayan bir hayat yaşayabiliriz. Örnekteki ikincil acıların hepsini ortadan kaldırırsak geriye ne kalır? Sadece düşüşe bağlı fiziksel acı. Sadece bu acıyla kalmak daha kolay olmaz mıydı?
“Acı” hayatımıza girişini engelleyemeyeceğimiz kaza, hastalık veya kayıp gibi zorluklara işaret ediyor. “Direnç” bu acıyı engellemek için sarf ettiğimiz eforlara işaret ediyor; bedeni germek ve bu acıyı nasıl engellerim ile ilgili zihinsel geviş getirmek gibi.
Istırabın ortaya çıktığı yer çoğunlukla zihnimiz. Yanlış bir karar aldığımızı düşündüğümüz zaman, verdiğimiz karar yerine ne yapmış olabileceğimizi evire çevire düşünmek ıstıraba yol açıyor. “Keşke” ve “acaba” ile başlayan düşünceler ıstıraba yol açıyor. Önemli bir etkinlik öncesi hastalanma olasılığı ile ilgili endişelenip durmak ıstırabın başka bir örneği. Geleceğe hazırlanmak, problemleri çözmek, doğru adımlar için düşünmek sağlıklı bir miktarda gerekli ve önemli. Ama çoğu zaman geçmişten pişman olmada veya gelecekten endişelenmede takılı kalıyoruz.
Birincil acı ne kadar yoğunsa o kadar çok kafaya takarak, kendimizi suçlayarak ve yetersiz hissederek acı çekiyoruz.
Istırap, çoğunlukla zihinsel oluşumlardan geliyor
Bu da acı çekme konusu ile ilgili bir şey yapabileceğimiz anlamına geliyor.
Acı karşısında dikkatimizi dağıtmak yerine farkındalıkla beraber acıya meraklı ve nazik bir şekilde yaklaşarak deneyimimizi gözlemleyebiliriz. Evet başta çok acıdığını ve oraya dikkati verdiğimiz zaman daha da yoğunlaştığını fark edebiliriz. Ama niyetimiz kendimizi zorlamak değil.
Niyetimiz acıyı fark etmek, onu tanımak, onu görmek ve ona alan açmak. Nedir bu acı? Neye benziyor? Yoğunluğu nedir, süresi nedir? Ben nasıl yaklaşıyorum o acıya? Direnç var mı? Serbest bırakırsam ne olur? Acı var ama acı bizi yıkmak, tüm kontrolü ele almak zorunda değil. Acıyı her yere taşımak zorunda değiliz ve tüm gerçekliğimiz acı olmak zorunda değil.
Sağlıklı bir sinir sistemi her türlü zorluğu entegre edebilir ve yaşamdan zevk almaya devam edebilir. Bunu zorlayıcı ve hoş olan arasında esnek geçişlerle yapıyor. Zor ve acı olanda kalmaya kendimizi zorlamıyoruz. Hoş olanın ve hoş olana yer açmanın önemi de tam burada. Hoş olan deneyim bizim sağlam bir güvenlik merkezimiz oluyor.
Acı ile baş etmenin yolları: Farkındalık çalışması
Şu an beden deneyiminize dikkati verin ve bedende önce iyi hissettiğiniz, güvende hissettiğiniz yerleri bulun. Bu nefesiniz, yerle olan temas noktalarınız, sıcaklık hissi veya dokunma duygusu olabilir. Bu hoş deneyimlere iyice izin verin ve buralara bağlanın.
Sonra iyi hissettiğiniz güvenlik merkezinden yola çıkarak merakı bu sefer bedende hoş olmayana yönlendirin ve bulduğunuza merakla bakın. Bu bir ağrı, rahatsızlık, kaşıntı, uyuşukluk olabilir. Neye benziyor bu ağrı, tam olarak nerede hissediyorsunuz, ona dikkati verdiğiniz zaman başka ne çıkıyor karşınıza: Direnç, korku, endişe?
Süre içinde azalıyor mu bu rahatsızlık yoksa çoğalıyor mu? Eğer gerilmeye başlıyorsanız güvenlik merkeziniz hemen orada, esnek bir geçiş yapabilirsiniz rahatlık merkezinize doğru. Sisteminizi dinlendirmeyi deneyin, iyi gelenle, hoş olanla vakit geçirin. Hazır hissettiğinizde ise tekrar dönün bakın acıya.
Dikkati acıdan ayırıp hoş olana dönmek kaçış veya zayıflık değil. Her deneyime yer vererek, acısına ve hoş olanına, kendimize nazik ve şefkatli bir şekilde davranıyoruz. Ancak bu şekilde hoş olmayanla baş etme kapasitemizi artırıyoruz. Asıl travma ve zorluk sinir sistemini tek bir yerde kalmaya zorladığımızda ortaya çıkıyor.
Zevk, mutluluk gibi hoş deneyimler acı ve zorluk gibi hoş olmayan deneyimler aynı paranın iki yüzünü oluşturuyor. Birini reddettiğimizde, diğerini de reddetmiş oluyoruz. Perspektifimizi genişlettiğimizde, acıya alan açtığımızda ise zevke, mutluluğa, sevgiye de daha çok alan açmış oluyoruz. Birini diğerine tercih etmiyoruz, ikisi beraber geliyorlar. Böylece akış ve esneklik içinde deneyimin her haline yer verebiliyoruz.