“Bedenini tanıyan bir triatletin sabah alışkanlıkları nelerdir?” hiç merak ettiniz mi? İşte yanıtı!

Her sabah saat 06:30’da rayoda çalan müziğin sesine uyanırım. Bazen günümüzden bazen de çocukluğumdan bir şarkı uyandırır beni. Düşünceler beynime hücum edip yapılacak işlerin telaşı ruhumu ele geçirmeden kendime bir söz veririm: “Bugün işler istediğin gibi gitmese de sen elinden gelenin en iyisini yapacaksın. Günün hakkını vereceksin. Dik dur. Hiç bir işi gözünde büyütme, hiç de mızmızlanma. Senin mızmızlanmaya hakkın yok.”

Bu sözü kendime verdikten sonra gün başlar.

Bir bardak su.

Demir tedavisi gördüğüm dönemde her sabah kahvaltı etmeden iki saat önce aç karnına bir demir hapı alır, beraberinde bol su içerdim. O dönemden kalan bir alışkanlıkla her sabah kalkar kalkmaz bir bardak soğuk su içerim.

Duş!

Sonra hemen duşumu alırım. Duşta geçirdiğim o birkaç dakika içinde o gün neler yapacağımı, hangi sırayla, ne zaman yapacağımı düşünür, günü kafamda planlarım. Ne pişirecek, ne yiyeceğim? Ne zaman işten çıkacak, ne zaman alışverişe gideceğim? Ne zaman koşacağım? O gün kimleri arayacak, kimlerin hatırını soracağım? Bazen bir an için beni bekleyen günün ağırlığı altında ezilecek gibi olurum. “Sen bir başla, gerisi gelecek, Ayşegül.” derim kendi kendime. “Sen bir başla.” Gerçekten de bir başladım mı gerisi gelir.

Biraz gerinip esnemem lazım!

Bazı sabahlar hafif bir boyun ve sırt ağrısı ile yataktan kalkarım. Özellikle de masa başında çok yazı yazdığım zamanlar. Bazı sabahlar belimde hafif bir donukuluk olur. Hemen hemen her sabah bacak kaslarım sert ve gergindir. Bu yüzden duştan çıkar, sıcağı sıcağına vücudumu esnetirim. Yaklaşık bir 5 ya da 6 dakika. Bacaklardan başlar, yavaş yavaş kalçaya, bele, oradan da boyuna doğru çıkarım. Bu birkaç dakika boyunca sadece vücudumu dinler, vücudumla bir olurum. Nerede acı, nerede ağrı varsa oranın üstüne giderim. Evet, ağrıların üstüne giderim fakat tatlı tatlı, aşırıya kaçmadan.

Derin bir nefes.

Sabah güneşinin ışınlarındaki sarı ve mavi dalgalar vücudumuzun iç saatini kurarmış. Bunu öğrendiğimden beri kendime yeni bir alışkanlık edindim. Her sabah pencereleri açıyor, başımı dışarı uzatıp, bir süre gökyüzüne bakıyorum. Bazen masmavi, bazen bulutlu bir gökyüzü karşılıyor beni. Olsun, hava bulutlu da olsa göz algılarmış o dalgaları. İçime derin bir nefes çekiyorum. Bir derin nefes daha.

Yatağımı yapmadan olmaz!

Her sabah mutlaka yatağımı yapar, örtüsünü üstüne örterim. Yüzümü yıkamak, saçımı taramak gibi öz bakımın bir parçasıdır yatak yapmak benim için. Yatağımı yapıyorsam düşüncelerim, duygularım, hayatım bir düzen ve denge içinde demektir.

Kahvaltıyı hiç atlamam.

Kilo fazlam olsa bile kahvaltıyı atlamam. Kahvaltı etmeden spor da yapmam. Gözüm, ruhum, vücudum sabah erkenden doymalı. Ne de olsa gün hareketli ve uzun. Vitamin, mineral, antioksidan, yağ, protein, liflerden yana zengin bir kahvaltı hazırlarım kendime. Bizim evdeki ismi mamadır bu kahvaltının. İçinde yulaf vardır, kefir vardır, ceviz, fındık, çekirdek, keten tohumu, susam, muz, kivi, hurma, kısacası her şey vardır. Her sabah, sanki uzun zamandır yememişçesine büyük bir iştahla yerim mamayı.

Omega-3

Kalp damar hastalıklarına yatkın bir aileden geldiğim ve yeteri kadar omega-3 tüketemediğime dair bir kuşkum olduğu için her sabah kahvaltıdan hemen sonra bir doz omega-3 takviyesi alırım. Takviye kullanımının biraz da iç rahatlatıcı, psikolojik bir etkisi olduğunu düşündüğümü de söylemem gerek. Omega-3 dışında haftada bir D vitamini de almaya başladım.

Kahve

Sabah kahvaltısından hemen sonra kahve içilmesi pek tavsiye edilmez. Yemek üstüne içilen kahvenin bağırsaklardan demir emilimini zorlaştırdığı düşünülüyor. Fakat ben buna rağmen her sabah kahvaltıdan hemen sonra küçük bir fincan kahve içerim. Çünkü eşim Markus’la keyif kahvemizdir bu kahve.

Kahvemi içtikten sonra bazen koşa koşa tramvayı yakalayıp işe gider, bazen bisikletimin lastiklerini kontrol edip antrenman yapmak üzere yola koyulurum. Günün ağırlığı altında yılıp pes edecek gibi olduğumda sabah kendime verdiğim sözü hatırlarım: “Elinden gelenin en iyisini yap. Mızmızlanmaya hakkın yok senin!”

İlginizi çekebilir: Ayurvedik Pazar Bakım Rutini Önerileri



Ayşegül Miroğlu

1975 yılında İstanbul’da doğan Ayşegül, 1993 yılında Üsküdar Amerikan Lisesi’nden, 1997 yılında Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Üniversite mezuniyetini takiben IBM Türk Limited Şirketi’nde çalışmaya başladı. IBM’deki çalışma hayatı boyunca yurt içinde ve yurtdışında farklı bölümlerde farklı görevler üstlendi. 2014 yılında hayatında yepyeni bir sayfa açmaya karar verdi...



BLOOM SHOP