Bir kadın düşünün; 20’li yaşlarında bir üniversite öğrencisi. İlk gerçek aşkın arifesinde. Mutlu, heyecanlı ama bir derdi var; o da kilosu. Ama bu sefer fazla kilosundan kurtulmaya çok azimli. Diyet listesi arıyor, mümkünse hemencecik sonuç verenlerden. Diyetine başlıyor.
Erkek arkadaşının bir başkasıyla gece yemekte görüldüğü haberi geldiğinde, diyetinin dördüncü gününde. Tam da diyet etkisini göstermeye başlamış, tartı bir kilo oynamışken. Üzgün ve kızgın, hem de çok. Ağlayarak en yakın arkadaşını arıyor; akşam evde kahve, kek eşliğinde içini döküyor. Kim umursar o sırada diyeti!
Bu kadın büyüyor; artık 30’lu yaşlarda. Ona sorarsanız 7-8 kilo fazlası var. Etrafındaki arkadaşları arasında bu konuyu halletmişler de var, halledememişler de. Spor, hayatına dönemler halinde girip çıkmış. Bir gün, bir zamanlar oldukça tombulken şimdilerde incecik olan bir arkadaşına rastlıyor; hikayesini dinleyince hevese geliyor. Harika bir diyet!
15 gün sabrettin mi kilo veriyorsun. İstersen sonra 1 hafta ara verip tekrar devam edebiliyorsun. Mutfaktaki tüm “yasaklılar” çöpe atılıyor; alışveriş yapılıyor. Hedef 2 hafta sonraki düğün davetine, gardropta bekleyen kırmızı dar elbise ile gidebilmek. Kim bilir belki bu defa uzun zamandır hayal ettiği saçı da kestirebilir. Her şey yolunda giderken çalıştığı işyerinde terfiler açıklanıyor. O, terfi edilenler arasında değil.
İki yıldır ortaya koyduğu emeğin karşılığında gerçekten hak ettiğine inandığı o maaş ve unvan hayal oluveriyor. Akşamına cips paketlerinin içinde buluyor kendini. Cipsten sonra “Battı balık yan gider” ele geçiriyor kontrolü; diyetin ne o akşam ne de ertesi gün devamı geliyor.
O kadın şimdilerde kırk küsur. “Rejim”, “kibrit kutusu”, “diyetisyen”, “spor” kelimelerini duydu mu tüyleri diken diken oluyor. Bir yandan yaşının getirdiği bir bilinçlilik var; artık o da sağlıklı beslenmenin hayat tarzı olarak sahiplenilmesi gerektiğini biliyor. Diğer yandan da etrafında uçuşan beslenmeye dair tonlarca bilgi içinde kayıp. Kimi, yağı kesmelisin diyor; kimi, karbonhidratı. Beslenme koskoca bir muamma. Tek değişmeyen, kendi kilosundaki artış ve vücuduyla ilgili genel mutsuzluğu. Üstelik yıllar içinde vermesi gerektiğini düşündüğü kilo da artmış; 10 -15 kilo verse muazzam olacak ama veremiyor.
Peki Sorun Nerede Yatıyor?
Diyetin uygun olmaması olabilir mi? Hayır, çünkü ilk denemesinde kilo verebilmişti. Bünyesine uygun diyet olmasına ve kilo kaybetmesine rağmen diyeti kesti; kesmekle kalmayıp geri de dönmedi.
Disiplinsiz veya iradesiz mi? İradesiz veya disiplinsiz olsa üniversitesini de bitiremez, iş hayatındaki resmine bakıp “Ben çok emek koydum; terfiyi hak ediyorum” da diyemezdi.
Yukarıdaki hayat akışına bir daha göz atalım. Bu kadının diyetle olan ilişkisi ile hayatındaki olaylar arasında paralellik var. Hayatında onun için önemli bir konudaki olumsuz bir gelişme, yemekle ilgili davranış biçimini etkiliyor.
Çünkü yemekle olan ilişkimiz, hayatla olan ilişkimizin bir yansıması. Çünkü yemek, vücuda yakıt sağlamanın ötesinde, bizleri duygusal anlamda rahatlatma rolünü de üstlenebiliyor. Eğer yemek, kişiyi o an için mutluluğa kavuşturan en kısa yol ise, hayatta kalmak ve mutlu hissetmek gibi asli iki görevi olan beynin buraya başvurmasından daha anlaşılır ne olabilir ki?
Anlık olarak mantıklı bir seçim; sorun şu ki bu mekanizma bizler için ağır bir bedelle geliyor. Vücudumuzu yoran; kilolarımızın üzerine kilo koyan, sonunda bizi başarısızlık, yılgınlık, suçluluk hisleriyle donatan bir mekanizma bu. Üstelik zaman içinde, tekrarlandıkça iyice kök salıp alışkanlık haline gelebiliyor.
Çözüm, en basit ifadesiyle olumsuz duygular ile yemek arasındaki köprüyü yıkmaktan geçiyor.
Farkında Olun!
Sizi, diyetinizi yarıda bırakmaya iten, sağlıklı beslenirken bir anda yolunuzdan çıkaran, aslında zararlı olduğunu gayet iyi bildiğiniz şeyleri ağzınıza götürmenize sebep olan olumsuz duygu ve düşünceyi fark edin. Bu duygu ve düşünce hayatınızın herhangi bir alanındaki bir olay ya da olaylarla bağlantılı olabilir. Yakın aile, iş ve para, çevre şartları, sosyal hayatınız, duygusal ve cinsel hayatınız gibi önemli yaşam alanlarındaki hayal kırıklıkları, mutsuzluklar o çikolatayı ağzınıza götürüyor olabilir.
Kendinizi yerken bir an olsun dışarıdan gözlemlemeye çalışın. Canınız pekala çikolata çekmiş olabilir. O durumda belki iki çikolatacıyı aklınızdan geçirip, seçiminizi yaparsınız. Sonunda da büyük bir hevesle çikolatanızı açar, her bir karesinin keyfini çıkarırsınız. Ancak çikolata keyfini yaşamak değil, başka bir keyifsizlikle başa çıkmak çabasındaysanız, büyük ihtimalle hızlı hızlı yer, ne hangi marka ne de neli çikolata olduğunu fark edersiniz.
Bu farkındalığı yakalamak için 2 – 3 haftalık bir yeme günlüğü tutmak işe yarayabilir. En basitinden not tutun ve sizin için güzel geçen bir gün ile, kendinizi mutsuz (başarısız, yalnız, parasız) hissettiğiniz bir günde yediklerinizi mukayese edin.
Farkındalığınız olmasına rağmen o çikolatayı yemeyi seçebilirsiniz; ama onun öncesinde bir saniye olsun durup bunu neden yaptığınızın adını koyun. İnanın, bu farkındalığa sahip olduğunuzda, bir gün gelecek bu farkındalık, sizin o çikolatayı yememe konusundaki en etkili silahlarınızdan biri olacak.
Şimdi sıra sizde… Sorun bir kendinize, hayatınızdaki olumsuzluklarla yeme alışkanlıklarınız arasında bir sebep – sonuç ilişkisi, bir köprü var mı?
** Bu yazı Ayşegül Miroğlu ve Defne Tokay tarafından birlikte yazılmıştır.