YAZAN: ALEYNA TEPE İPER

Uzun bir günün ardından evinize giriyorsunuz. Lavaboda biriken kirli tabaklar, yerdeki oyuncaklar ya da giysiler, tezgahta yarım bırakılmış atıştırmalıklar, açılmamış kargolar… Kulağa günlük hayatın sıradan sıradan dağınıklıkları gibi gelebilir. Fakat birçok “kadın” için bu sahne sadece görsel bir kargaşa değil, doğrudan bir stres kaynağı oluyor. Maalesef birçok “kişi için” değil, “kadın için” ifadesini kullanıyoruz çünkü yapılan araştırmalara göre dağınık evler kadınların stres hormonu düzeyini etkilerken erkeklerde benzer bir etkiye sebep olmuyor. Peki neden dağınık evlerin olumsuz etkilerinden yalnızca kadınlar etkileniyor? Sizin için araştırdık!


Dağınık evler kortizol seviyelerini nasıl etkiliyor?

Evimiz birçoğumuzun en çok zaman geçirdiği, dinlenmek ve yenilenmek için bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Kendimizi iyi hissetmeyi umarak kapısından girdiğimiz evimiz dağınık, düzensiz ya da karmaşık hale geldiğinde, zihinsel ve fiziksel olarak da bir huzursuzluk hissedebiliyoruz. Gözler sürekli uyarılıyor, zihin “yapılacaklar listesi”nden başka bir şey düşünemiyor ve bedende artan kortizol gevşemeyi gitgide daha da zor bir hale getiriyor. Üstelik bu durum erkekleri değil, çoğu zaman yalnızca kadınları etkiliyor.

UCL’in Center on Everyday Lives of Families (CELF) araştırma merkezinde yapılan bir çalışma, evlerini “dağınık,” “karmaşık,” “yoğun” ya da “boğucu” olarak tanımlayan kadınların kortizol seviyelerinin gün boyunca yüksek ve stabil seyrettiğini öne sürüyor. Yüksek ve sabit kortizol seviyesi, bedenin gün içinde doğal olarak gevşeyemediğini ve kronik strese maruz kaldığını gösteren biyolojik bir işaret olarak kabuk ediliyor. Yine aynı araştırma, aynı evlerde yaşayan erkeklerin kortizol seviyelerinin çevresel dağınıklığa bağlı olarak bir değişim göstermediğini vurguluyor. Yani kadınlar dağınık evler karşısında hem psikolojik hem de fizyolojik bir tepki gösterirken erkekler bu durumdan benzer şekilde etkilenmiyor.

Neden dağınık evler kadınları daha fazla etkiliyor?

Kadınlar ve erkekler arasındaki bu farklılığın temel kaynağı, psikolojide “zihinsel yük” ya da “görünmeyen emek” olarak adlandırılan kavrama dayanıyor. Zihinsel yük, ev ve aile işleyişini sürdürebilmek için gerekli olan ama genellikle fark edilmeyen, sürekli zihinsel çabayı ifade eder. Yani alışveriş listelerini hatırlamak, çocukların okul takvimini takip etmek, doğum günlerini planlamak, evdeki eksikleri fark etmek, yemek hazırlamak, temizlik zamanlamasını yapmak gibi sonsuz bir yönetim süreci…

Kadınların çoğu her gün bu tür görünmeyen yükleri üstleniyor. Bu yükler, sadece fiziksel işleri yapmak değil, aynı zamanda o işlerin sorumluluğunu zihinsel olarak taşımayı da kapsıyor. Yani dağınık bir eve bakıldığında tek görülen etrafın durumu değil, aynı zamanda o alanı düzenlemek için gerekecek planlamaya dair zihne gelen sayısız düşünce… Çoğu zaman kadınların deneyimlediği bu düşünceler zinciri beynin alarm sistemini tetikleyerek kortizol üretimini başlatıyor. Dağınık evler basit bir “rahatsızlık” olmaktan çıkıyor ve bedeni fiziksel olarak da etkileyen bir stres döngüsüne dönüşüyor.

Erkekler ise aynı evde yaşasalar bile bu yükü genellikle taşımıyor çünkü evin duygusal ve fiziksel işleyişinden kendilerini sorumlu hissetmiyorlar. Bu da aynı ortamın onlar üzerinde aynı fizyolojik tepkiyi yaratmamasına neden oluyor. Elbette yapılan bu araştırma belirli bir örneklem üzerinde yapılmış ve istisnalar göz ardı edilmiş. Dolayısıyla her kadının ve erkeğin bu şekilde tepkiler verdiğini söylemek yanlış olur. Fakat toplumsal bir değerlendirmeyi de göz önünde bulundurarak bakıldığında ne yazık ki araştırma sonuçları çok şaşırtıcı olmuyor.

Zihinsel yükün ve dağınık evlerin negatif etkilerini minimize etmek için neler yapılabilir?

Evdeki dağınıklık çoğu zaman sadece fiziksel bir durum gibi görünse de aslında zihinsel ve duygusal düzeyde de derin etkilere sahiptir. Sürekli göze çarpan eşyalar, tamamlanmamış işler ve düzensiz alanlar, zihni dinlenmeye değil tetikte kalmaya yönlendirir. Bu da zamanla yorgunluk hissini artırır, motivasyonu düşürür ve evin bir sığınak değil, görevlerin bitmediği bir alana dönüşmesine neden olabilir. Özellikle zihinsel yükün büyük bir kısmını taşıyan kadınlar için bu durum kronik bir gerilim kaynağına dönüşebilir. Ancak iyi haber şu ki bu döngüyü değiştirmek mümkün!

Zihinsel yükü isimlendirin.

Zihinsel yük, çoğu zaman sessizce var olan bir sorumluluktur. Bu yüzden ilk adım, bu yükü görünür kılmaktır. Hangi görevlerin sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da sizi meşgul ettiğini fark etmekle başlayabilirsiniz. Zihninizi meşgul eden sorumluluklarınızı ya da uzayıp giden yapılacaklar listenizi konuşmaya açtığınızda, hem ağırlığı paylaşmak hem de emeklerinizin değerini görülür hale getirmek mümkün olabilir. Böylece hem bir içsel farkındalık geliştirir hem de aile bireyleriyle daha adil bir iş bölümüne zemin hazırlayabilirsiniz.

Yardım istemektense sorumluluk paylaşımı yapın.

“Yardım etmek” kavramı çoğu zaman işin asıl sorumluluğunun kime ait olduğunu gizler. Erkeklerin ev işlerine “yardım etmesi”, doğal olarak kadını iş bölümünü ve planlamaları yapan kişi konumuna sokar. Oysa gerçek denge, ev yönetimini paylaşmakla mümkündür. Sorumluluğu paylaşmak demek, sadece bir işi yapmak değil; o işin gerekliliğini fark etmek, zamanlamasını üstlenmek ve sonuçlarını takip etmektir. Bunun için çiftlerin açıkça konuşması, görev dağılımlarını birlikte planlaması ve zihinsel yükün adil paylaşımı için ortak bir bilinç geliştirmesi faydalı olabilir. Böylece ev hayatı yalnızca bir kişinin omuzlarına kalmaz, birlikte yürütülen bir sistem haline gelebilir.

Düzeni kusursuzluk değil, işlevsellik üzerinden tanımlayın.

Toplumun dayattığı “her zaman tertemiz ev” ideali, büyük bir baskı yaratır ve bu baskı çoğu zaman suçluluk ya da yetersizlik duygularıyla perçinlenir. Oysa bir evin amacı mükemmel görünmek değil, içinde yaşayanlara iyi hissettirmektir. Kusursuzluk beklentisinden kurtulup ev düzenini işlevsellik üzerinden tanımlamak bu açıdan rahatlatıcı olabilir. İşlevsel bir ev; ihtiyaçlara cevap veren, huzur veren, yaşanabilir bir ortam sunan evdir. Tozlu bir raf ya da ortalıkta kalmış bir çamaşır sepeti, anında müdahale edilmesi gereken bir kriz değildir. Bütünü görebilmek ve daha kapsamlı bir yerden evin size hissettirdiklerini, sizdeki anlamını sorgulamak ufak tefek “problemlerin” sağlığınızı etkilemesini önleyebilir.

Sadece evi değil, sinir sistemini de toparlayın.

Ev ortamının karmaşası sinir sisteminizin sürekli uyarılmasına neden olabilir. Ancak bu uyarılmayı yalnızca dışarıdan gelen uyaranları azaltarak değil, aynı zamanda bedeninize içeriden destek olarak da dengeleyebilirsiniz. Sinir sisteminizi yatıştırmak için nefes egzersizlerinden, meditasyondan, yin yoga gibi dinginleştiren pratiklerden ya da doğayla temastan faydalanabilirsiniz. Kimi zaman sadece sessizce oturmak, bir bardak bitki çayı içmek, ekrana bakmadan birkaç dakika gözlerinizi kapatmak bile kortizol seviyenizi düşürebilir. Ayrıca, bir şey yapmadan dinlenmeye izin vermek, üretken olmak zorunda hissetmeden zaman geçirmek de sinir sistemine çok güçlü bir rahatlama sinyali gönderir.



Aleyna Tepe İper

1997 yılında İstanbul’da doğan Aleyna, lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans eğitimine Bahçeşehir Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında devam ediyor. Çocukluğundan beri duygu ve düşüncelerini yazarak ifade eden Aleyna, iyi yaşam konseptine duyduğu ilgiyi yazma tutkusuyla birleştirerek Live to Bloom’da editör olarak çalışıyor. Akademik ve deneyimsel olarak kendini...



BLOOM SHOP