YAZAN: BURCU ERBAŞ

Uzun zamandır varlığını inkar edemeyeceğimiz bir trend ile beraber yaşıyoruz: gym’e gitmek. Bütünsel sağlığını desteklemek, daha “iyi” görünmek, sosyalleşmek veya bu kültürün bir parçası olmak isteyen birçok kişi en yeni spor aletleriyle donatılmış, çoğu zaman pahada da ağır olan gym’lerin çatısı altında buluşuyor. Her geçen gün değişen ve dijitalleşen dünyamızda daha “demode” kalmaları beklenecekken gym’lerin popülerliği yeni jenerasyonlar üzerinde de devam ediyor. Bir endüstri raporuna göre Z jenerasyonunun yüzde 30’u düzenli olarak fitness’a gidiyor ve bu grup özelinde üyelik sayıları her geçen gün artıyor. Gym’lerin bu başarısı ile sosyal medya yansımaları arasında doğrusal bir ilişki elbette bulunuyor. Nitekim herkesin gym’e gittiği bir dünyada gerçekten sağlıklı ve mutlu olmanın tek yolu fitness’dan mı geçiyor diye merak etmek de çok doğal. Hele ki benim gibi hiçbir zaman gym üyeliğiniz olmamışsa. Ben de bu merakın peşinden giderek dünyanın en sağlıklı insanları gerçekten de gym’e gidiyor mu sorusunu araştırdım. Sonuçlar belki sizin de gym kültürüne bakış açınızı değiştirebilir.


Gym’e gitmek eşittir sağlıklı olmak mıdır?

Uzun ve sağlıklı yaşam çalışmalarına göre nasıl yaşlandığımızı genlerimiz değil, büyük çoğunlukta nasıl yaşadığımız yani çevresel etmenler ve yaşam tarzımız belirliyor. Gerçek gıdalardan oluşan renkli, dengeli bir beslenme izlemek, düzenli olarak hareket etmek, stresi kontrol edebilmek, yeterli ve kaliteli uyumak gerçekten de sağlıklı yaşam ömrünü uzatmaya yetebiliyor. Peki bu formülde gym’ler de bulunuyor mu?

Öncelikle tek başına bir tane sağlıklı yaşam alışkanlığı sürdürmek, yani bu konu özelinde sadece gym’e gitmek, sağlığı iyileştirmek için yeterli gelmiyor. Bu faktörlerin hiçbiri, ne kadar yeni teknoloji veya kompleks olsa da aslında yalnız başına çalışmıyor. Zaten çoğu zaman da yaşam boyu sürdürmesi en rahat olan rutinler en basit alışkanlıklar ile kazanılıyor. Dünyanın en sağlıklı insanları olarak nam salan, 100 yaşını rahatlık ve zindelikle görebilen nüfusların en yoğun şekilde yaşadığı Mavi Bölge insanları da tam olarak bu şekilde, basit ama yaşam boyu devam eden rutinlerle yaşıyor.

Dünyanın en sağlıklı insanları olarak bilinen Mavi Bölge insanları ne yapıyor?

En ünlü Mavi Bölgeler olan Okinawa, Sardinya, Nicoya’da yaşayan topluluklar tahmin edileceği üzere ne gym üyeliklerine sahip ne de evlerinde fitness uygulamaları kullanarak HIIT antrenmanları yapıyorlar. Peki tüm dünya daha sağlıklı olmak, daha iyi görünmek için gym’lere koşarken 100 yaşına sağlıkla gelebilen bu insanlar nasıl bu kadar uzun süre yaşayabiliyor? Hareketi günlük yaşamlarına tamamen entegre ederek.

Mavi Bölge insanları için hareket etmek kadar doğal bir şey yok. Her gün yürüyen, bahçecilik yapan, ayakta duran, esneyen, merdiven çıkan, eğilip kalkan bu insanlar tüm bu hareketleri belirli setler ve tekrarlarla değil, yaşamlarını sürdürmek için doğal olarak yapıyor. Hayatları 8 saat oturup 1 saat kapalı mekanlarda spor yapmakla değil, her işlerini hareket ederek yapmakla geçiyor. Bu insanların evleri de çoğu zaman tepelerde bulunuyor. Yani evlerine gitmek bile başlı başına bir egzersiz oluyor. Hayatları hep yürüyüş mesafesinde akıp giden Mavi Bölge insanları alışverişlerini online olarak yapmıyor, kargoları kapılarının önlerine gönderilmiyor, eve yemek söylemiyor. Hayatlarında neredeyse hiç “iş yükünü azaltan servis veya teknoloji” bulunmuyor.

Gym’e gitmemek hareket etmemek demek değil!

Dünyanın en sağlıklı insanlarına baktığımızda gym’e gitmek yerine sadece her gün, düzenli olarak hareket ettiklerini görüyoruz. Büyük-küçük çoğu şehirde yaşayan bizleri düşündüğümüzde ise günümüzün sadece 1 saatinde, o da eğer düzenli olarak gym’e gidiyorsak (!), hareket ettiğimizi; geriye kalan 7-8 saati ise ya okulda ya da işte sandalyede oturarak geçirdiğimizi fark ediyoruz.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre zamanının çoğunu oturarak geçirmek yani sedanter bir yaşam stili sürmek ölüm riskini ciddi ölçüde yükseltiyor. Kardiyovasküler rahatsızlıklara, diyabete, obeziteye, kolon kanserine, yüksek tansiyona, depresyona, anksiyeteye yakalanma riskini ise neredeyse 2 katına çıkarıyor. Düzenli hareket ise, çok kısa süreli olsa bile, uzun süreli oturmanın yarattığı bu etkileri geri çevirmeye yeterli gelebiliyor. Bir araştırmaya göre 30 dakika oturduktan sonra 5 dakika ayağa kalkmak bile kan şekerini düzenlemeye ve enerji metabolizmasını desteklemeye yeterli geliyor.

Gym’e gitmek yerine ne yapabiliriz?

Elbette günümüz şartlarında işimizi bırakıp Mavi Bölge insanları gibi yaşamak hiç gerçekçi bir düşünce değil. Neyse ki düzenli hareketin faydalarından yararlanmak için böylesi dramatik bir değişim gerçekleştirmemiz gerekmiyor. Küçük ama sürdürülebilir değişimler yapmak; bir yere arabayla gitmek yerine yürümek, asansör yerine merdivenden çıkmak, uzun vadede en etkili değişimleri yaratıyor. Hatta bu değişimler sağlıklı yaşam süremiz için haftada 3 kere 1 saat gym’e gitmekten çok daha elle tutulur faydalar getirebiliyor. Mavi Bölgeler’den ilham alarak fitness’a yazılmadan da hareket etmenin yolları aşağıdaki gibi sıralanabiliyor:

  • Sadece 20 dakika yürümek bile kalp hastalıklarına yakalanma riskini yüzde 30 oranında azaltıyor. Kan şekerini dengeleyen, kilo kontrolüne yardımcı olan yürüyüş gym’e yazılmaktan çok daha kolay, ulaşılabilir ve etkili bir hareket alternatifi olarak karşımıza çıkıyor.
  • Gerçekten de squat yapmak kas ve kemik sağlığını yükseltmeye yardımcı oluyor. Nitekim squat yapmanın tek yolu gym’lerden geçmiyor. Ev işleri yapmak, bahçecilik veya en basitinden merdivenleri kullanmak gündelik hayatımıza bolca squat ve lunge hareketleri ekliyor.
  • Düzenli olarak bisiklete binmek erken ölüm riskini yüzde 41 oranında azaltabiliyor. Ayrıca çok daha çevre dostu ve uygun fiyatlı bir ulaşım alternatifi oluşturuyor.
  • Uzun süre oturduktan sonra kısa da olsa hareket etmek; ayakta durmak, esnemek, lunge/squat yapmak eklemleri korumaya, posturu iyileştirmeye ve bedensel gerginliği atmaya yeterli geliyor.
  • Sosyal buluşmalar illa oturarak olmak zorunda değil! Arkadaşlarımızla bir kafede/barda buluşmak yerine sahilde veya parklarda yürüyüş yapmak, harika bir manzaraya sahip bir tepeye tırmanmak, tarihi bir semti yürüyerek gezmek hem günlük hareketimizi dolduruyor hem de yaratıcılığımızı, sosyal ve duygusal bağlarımızı kuvvetlendirebiliyor!


Burcu Erbaş

Burcu Erbaş, 2024 yılında Domus Academy Milano'da Visual Brand Design alanında yüksek lisansını, 2020 yılında ise Galatasaray Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi lisansını tamamladı. Live to Bloom'da dört yıldır içerik ve proje yöneticisi olarak görev yapan Burcu platformun görsel iletişiminde de aktif olarak rol alıyor. İyi yaşam alanında yazdığı içeriklerinde özellikle bütünsel...



BLOOM SHOP