YAZAN: MÜGE SEYHAN ÖZTÜRK

Hayatın akışındaki rastlantılarda, olağandışılık arama eğilimi kimlerde var? Hadi itiraf edelim! Çoğumuz kuş tüyünden, tekrar eden rakamlardan, çalan müzikten, gözümüze ilişen reklam panosundaki kelimeden veya “tesadüf” dediğimiz şeylerden görünürde olduğundan daha derin anlamlar çıkarmıyor muyuz? Hatta, kimi zaman yol haritamızı belirleyen kararlarımız için bile evrenden bu tür “ilahi işaretler” beklemiyor muyuz? Yalan yok, ben yapıyorum. Çok da keyif alıyorum! Üstelik zaman zaman bu işaretlerin faydasını da görüyorum. Gerçi psikoloji alanındaki araştırmalar, bu konuyu öyle çok da ciddiye almamamız gerektiğini ortaya koyuyor ama ah o beynimizin “hikayeleştirme” eğilimi yok mu? Alakasız rastlantılardan bile bir anlam silsilesi oluşturuveriyoruz. Peki evren gerçekten de bize bu tür işaretler gönderiyor mu? Yoksa hepsi zihnimizin birer oyunu mu? Gelin psikolojide apofeni olarak ilgisiz şeyler arasındaki bağlantıları algılama eğilimimize bir bakalım!


Evren bize işaretler mi gönderiyor yoksa zihnimiz bize oyun mu oynuyor?

Aslında birbirinden bağımsız gerçekleştiğinde asla bir anlam çıkarmayacağımız bazı olaylar bir arada -mesela aynı gün içinde veya arka arkaya- gerçekleştiğinde bundan bir örüntüye varmayı, olaylar arasında bir bağ kurmayı sanırım birçoğumuz hayatında en az bir defa olsun deneyimlemiştir. Misal maç izlerken farkında olmadan yaptığınız bir eylem sonrası tuttuğunuz takımın gol atması, artık o eylemi bir totem haline getirmenize yol açabilir. Eski sevgilinizin aklınıza geldiği gün radyoda belki size söylediği bir şarkının çalması ve aynı gün sosyal medyada ortak bir arkadaşınızın onun da olduğu bir fotoğraf paylaşması üzerine bunu hemen evrenin ona mesaj atmanız gerektiğine dair bir işareti olarak algılayabilirsiniz. Ama durun, hemen gaza gelmeyin!

Bu bağımsız olaylar arasında bağ kurmamız öyle rastgele bir tercih değil aslında. Hatta psikolojide bunun bir adı da var: Apofeni. Anlamsız, birbiriyle ilgisi olmayan yani rastgele var olan verilerden anlamlı bağlantılara ulaşma eğilimi. 

Apofeni neden yaşanıyor?

Bunun sebebi insan beyninin “bağlantı / örüntü arayıcı” olmasından kaynaklanıyor. Beynimizin bu evrimsel programı, ilkel çağda yırtıcı hayvanların veya peşinden koştuğumuz avların kasıtlı eylemlerini tanımamız ve önceden tespit etmemiz için süregelen hayatta kalma mekanizmamızın bir parçası. 

Modern çağa geldiğimizde, başkalarının davranışlarını öngörmek için bu kalıpları ve kasıtlı eylemleri tanımada o kadar ustalaşmış haldeyiz ki artık birbiriyle ilgisiz olaylarda bile örüntüler olduğunu düşünerek rastgele doğal olaylara anlamlar atfediyoruz. Beynimiz ve duyularımız, uyaranları önceden tanınan bir modele göre yorumlamaya artık çok hazır.

Dahası, hikayeleştirmeyi seven beynimizin sol yarım küredeki dil merkezi, başı sonu olan ve tatmin edici bir açıklamaya varmamızı sağlayan büyük anlatılara eğilim halinde. Özetle; beynimiz, hayatta kalma refleksi olarak, rastgelelikten hoşlanmıyor. Yaşanan her şeyin belirli bir nedenle, bir anlam içinde olmasını tercih ediyor. 

O zaman evrenden işaretler gelmiyor, değil mi?

O zaman bu yolda bilim insanlarının ifade ettiği gibi: “Tamamen yalnız mıyız?” Aslında o kadar da değiliz çünkü evrenin işaretleri dediğimiz şey ister geri görüş önyargısı (Bir şey olduktan sonra “Ben zaten bunun böyle olacağını biliyordum.” deme hali) ister algıda seçicilik olsun, her şeye rağmen elimizde önemli bir katma değer var: Sezgilerimiz

Bilim insanları sezgileri beynimizin kıvrımlarında var olan bilgileri yeniden tanıma olarak ifade ediyor. Sezgiyi şöyle tanımlıyorlar: Algıdan ya da muhakeme gücünden gelmeyen bilgi ve farkındalık.

O zaman, şu soruyu sormadan da edemiyorum: “Acaba evrenin işaretlerinin aslında sezgisel olarak öngördüğümüz olasılıkları tanıma, fark etme ya da dikkatimizi onlara yöneltme ihtimali olabilir mi?” Yani, dışarıdan gelen bir bilgiyle olmasa bile içten gelen bir bilgi ya da beceriyle “evrenin bizi taammüden yönlendirdiğini” düşündüğümüz tarafı aslında kendimiz var ediyor olabilir miyiz? Örneğin, iki konu arasında kalıp hangi tercihi yapacağımızdan emin olamadığımızda ve karar vermek için evrenden ilahi bir işaret beklediğimizde, aslında sezgisel olarak yönelmek istediğimiz ya da yönelmemizin hayrımıza olacağını sezdiğimiz karara doğru bir işareti biz kendimize çekiyor ya da o yönde bir farkındalık geliştiriyor olabilir miyiz? Enerjetik varlıklar olduğumuzu düşünürsek belki de kendi şansımızı kendimiz yaratıyoruzdur!

Siz bilim insanlarına ve beynimizin apofenik durumuna mı katılırsınız, yoksa evrenin bize işaretler gönderdiğine mi bilmiyorum. Kararı sezgilerinize bırakıyorum! Fakat bu başlıktaki bir yazıda evrenin işaretlerinin neler olabileceğini okumak isteyeceğinizi tahmin ediyorum. 

Çevremizde işaret aramak faydalı olabilir!

Bu işaretleri ister evren bize göndersin, ister sezgisel olarak onları yaratalım ya da çekelim, idrak edelim, fark etmiyor aslında. Eğer örüntü oluşturmayı akıl hastalığı boyutunda yaşamıyorsak, sezgilerimizi dinleme kapasitemizi geliştirmek, görünen o ki, kararlarımızı da olumlu yönde etkiliyor.  

Araştırmalar, sezgilerimizi bilinçaltı bilgilerle beslemenin, bilinçli kararlarımızın hızını ve doğruluğunu artırdığını gösteriyor. Yani sezgilerimizin güçlenmesi daha isabetli kararlar almamızı sağlıyor. 

Zaten evrenden ilahi işaretler beklerken esas amacımız da bu değil mi? Yani bize doğru yolu, hayrımıza olanı göstermesi…

O halde karşımıza çıkan bir reklamdan, oturduğumuz kafede çalan bir şarkıdan, rüyalarımızdan, kendi kendine çalışan / kapanan aletlerden, bir kazadan, bir gecikmeden, bozulan bir saat, telefon, bilgisayar ya da arabamızdan, elimizden kayıp giden, düşürdüğümüz, kırdığımız bir eşyadan, düşerken açılan bir sayfadan veya tekrarlanan herhangi bir şeyden bu işaretleri okuyabiliriz.

Dolayısıyla tesadüfler ve örüntülerden çıkardığımız anlamlar, evrenden ilahi bir işaret olarak gelsin ya da gelmesin, hayatımızı deneyimleme şeklimizi zenginleştiriyor aslında. Hatta çevremizdeki dünyaya daha derinlemesine kafa yormamıza, daha meraklı olmamıza, daha önce aklımıza gelmeyen sorular sormamıza ve belki de ihtiyacımız olduğunun farkında dahi olmadığımız cevaplar bulmamıza yardımcı olabiliyor. 

Sizi bilmem ama ben bu yeni yılda da işaretleri takip etmeye devam edeceğim!



Müge Seyhan Öztürk

Rennes II/Upper Brittany Üniversitesi İletişim Bilimleri bölümü sonrası Galatasaray Üniversitesi'nde aynı dalda yüksek lisansını tamamlayan Müge Seyhan Öztürk, uzun yıllar özel sektörde yazar, editör, senarist olarak çalıştı. 2015 yılında ilk romanı yayınlandı. Yazın hayatının yanı sıra kendi şifa süreciyle başlayan enerji psikolojisi ve şifacılığına olan ilgisi, aldığı birçok eğitim sonrası...



BLOOM SHOP