YAZAN: ALEYNA TEPE İPER

Daha önce hiç kendi hayatınıza seyirciymişsiniz gibi hissettiniz mi? Sanki deneyimlerinizin size ait olmadığını, sadece dışarıdan bakan bir gözlemci gibi olduğunuzu düşündünüz mü? Hayata seyirci kalma hissi özellikle başa çıkmakta zorlandığınız deneyimlerle karşı karşıya kaldığınız içsel bir kargaşa anında ortaya çıkarak sizi kendi acınıza seyirci bırakabilir. Bunu fark etmek, nedenlerini ve sonuçlarını anlamak, yaşadığınız zorlu durumla yüzleşmenize ve durumun üstesinden gelebilmenize yardımcı olur.


Hayata seyirci kalmak ne demek?

Kendi hayatınıza seyirci kalmak, özellikle zor zamanlarda, yaşadığınız deneyimlerden duygusal veya zihinsel olarak uzaklaşmak anlamına gelir. Mücadelelerinizi doğrudan ele almak yerine, onları bir kenardan izlemeyi tercih edersiniz. Bu kopukluk, yoğun duygusal yüklerden kaçmanıza olanak tanıdığından kısa vadede rahatlama sağlayabilir. Ancak, uzun vadede kronik bir çaresizlik haline sebep olabilir. Hayata seyirci kalmak, aslında bir tür kendini koruma mekanizmasıdır. Kendinizi yoğun duygulardan koruma amacıyla verdiğiniz bir hayatta kalma tepkisi gibi düşünülebilir. Örneğin, başa çıkamayacağınızı düşündüğünüz yoğun bir acı, stres ya da hayal kırıklığı ile karşılaştığınızda, bu duygularla yüzleşmek yerine kendinizi korumak için geri çekilmek isteyebilirsiniz.

Öte yandan bu tepki bir çözüm yolu olmaktan çok uzaktır. Duygularınızı geçici olarak bastırmanızı sağlasa da uzun vadede sorunları çözmez. Aksine görmezden geldiğiniz zorlayıcı duyguların birikerek daha büyük bir yük haline gelmesine sebep olabilir. Hayata seyirci kalmak, zamanla bir his olmaktan çıkarak pasif bir yaşam tarzına dönüşerek isteklerinizi, ihtiyaçlarınızı ve hedeflerinizi unutmanıza neden olabilir. Duygusal kopukluk devam ettikçe öz güven kaybı, motivasyon eksikliği ya da daha ciddi ruhsal sorunlara yol açabilir. Çeşitli sebeplerden kaynaklı herkesin deneyimleyebileceği bir durum olan hayata seyirci kalma hali, farkındalıkla ve çabayla içinden çıkabileceğiniz bir durumdur.

Neden hayata seyirci kalıyoruz?

Hayata seyirci kalmak, çoğu zaman farkında olmadan gelişen bir durumdur. Zihin ve beden, yoğun duygusal yüklerden korunmak için bir savunma mekanizması geliştirir. Bu savunma mekanizması, yaşamla olan bağlantıyı zayıflatarak bir kopukluğa yol açabilir. Stres, travma, hayal kırıklıkları yaşandığında ya da ağır sorumluluklarla başa çıkılamadığında, olaylardan uzaklaşmak daha güvenli ve kolay bir seçenek gibi görünebilir. Ancak bu geçici çözüm, uzun vadede duygusal ve zihinsel yüklerin birikmesine yol açabilir. Hayata seyirci kalma haline neden olan bu faktörleri anlamak, yaşamın içinde yeniden aktif bir rol alabilmenin ilk adımıdır.

Zorlayıcı duygularla yüzleşme korkusu.

İçsel acı genellikle üzüntü, öfke, utanç veya suçluluk gibi işlenmesi zor duyguları ortaya çıkarır. Bu tür yoğun duygularla yüzleşmek ise, çoğu zaman zorlu ve yorucu bir süreç gibi görünebilir. Bu zorlayıcı süreçten geçmek yerine duyguları bastırmak ya da yok saymak, çözümlemek yerine derinlere itmek anlamına gelir. Derinlerdeki bu duygularla yüzleşmekten kaçınmanız, hayata seyirci kalmanıza neden olan en temel sebeplerden biridir. Duygusal olarak kilitlenmenize ve yaşamda daha pasif bir rol üstlenmenize neden olur. Bu süreçte, kendinizi yetersiz ya da çaresiz hissedebilir, kontrolü kaybettiğinize inanabilirsiniz. Oysa bu duygular, çözülmeyi bekleyen içsel karmaşaların birer habercisidir. Onları kabul etmek ve yüzleşmek, büyüme, kendini tanıma ve dayanıklılık geliştirme fırsatları sunar.

Donup kalma tepkisi.

Donup kalma tepkisi, genellikle yoğun stres karşısında ortaya çıkan bir hayatta kalma mekanizmasıdır. İnsan bedeni ve zihni, karşılaştığı tehditlere üç temel tepki ile yanıt verir: savaş, kaç ya da don. Donup kalma tepkisi, zihinsel olarak felç olmuş gibi hissetmenize yol açabilir. Olaylara ya da duygulara müdahale etmek yerine, onları sadece izlemekle yetinirsiniz. Bu tepkinin sebebi, beynin duygusal yükü tolere edemeyecek durumda olması ve koruma amacıyla sizi eylemsizlik durumuna itmesidir. Donup kalma, başlangıçta sizi bir nebze rahatlatabilir çünkü tehditten anlık olarak kaçınmanıza yardımcı olur. Öte yandan bu tepkinin geçiciliğini kabul etmek, yarattığı pasiflik döngüsünü kırmanıza fayda sağlayabilir.

Düşük öz sevgi ve öz saygı.

“Mutlu olmayı hak etmiyorum” veya “Değişim için yeterince güçlü değilim” gibi inançlarınız varsa, bilinçaltınızda acıya teslim olduğunuz anlamına geliebilir. Bu zihniyet sadece sizi pasif tutmakla kalmaz, aynı zamanda kendini sabote etme döngüsünü de güçlendirir. Her başarısızlık ya da hareketsizlik, bu olumsuz inançları daha da besler ve harekete geçmek anlamsız, hatta hak edilmez görünebilir. Bu tür inançlar, hayata seyirci kalmayı alışkanlık haline getirmenize zemin hazırlar. Hayata seyirci kalmak, düşük öz sevgi ve öz saygının en görünür etkilerinden biridir. Bu kopukluk, yalnızca kendi potansiyelinizi gerçekleştirme şansınızı engellemekle kalmaz, aynı zamanda sizi derin bir çaresizlik ve tatminsizlik döngüsüne hapseder. Daha iyisini hak ettiğinize inandığınızda harekete geçebilir ve seyirci olmaktan çıkarak eylemi başlatabilirsiniz.

Toplumsal ve kültürel koşullanmalar.

Duyguları bastırma ve görmezden gelme davranışı henüz çocukken öğrenilen bir davranıştır. Ağlayan bir çocuğa “Ağlama” ya da “Bunda ağlanacak ne var?” gibi söylemlerle duygularını ifade etmemesi öğretilir ve çocuklar duygularını bastırmanın doğru olduğu yanılgısına düşer. Yetişkinlikte ise bu temeller, “Sadece dayan” veya “Güçlü ol” gibi ifadelere dönüşerek acıyla yüzleşmeyi zorlaştırmaya devam eder. Toplumun güçlü görünmeye verdiği önem, duygusal zayıflık olarak algılanan herhangi bir tepkiyi gizlemeyi ya da görmezden gelmeyi teşvik eder. Zamanla, duygularını bastırmayı öğrenmiş bireyler, sorunlarını çözmek yerine bir kenardan izlemeyi tercih ederek pasif bir rol üstlenir.

İçsel benlikten kopukluk.

İçsel benliğinizden kopuk olduğunuzda, hissettiklerinizi tanımlamak veya bu duyguların kaynağını anlamak zorlaşır. Bu kopukluk, genellikle yıllar boyunca duygusal ihtiyaçları görmezden gelmekten, başkalarının beklentilerini önceliklendirmekten ya da dışsal taleplere odaklanarak içsel yansımayı ihmal etmekten kaynaklanır. Kendinizi anlamak ve duygusal ihtiyaçlarınızı karşılamak için zaman ayırmadığınızda, kendi hayatınızı bir dış gözlemci gibi izlemeye başlarsınız. Hayatta aktif bir rol almak yerine, kendinizi olayların akışına bırakır ve sürüklenirsiniz.

Seyirci olma halinden nasıl çıkabiliriz?

Seyirci olma halinden çıkmak, küçük adımlarla ve bilinçli bir çabayla başlar. Öncelikle bu durumu fark etmek ve kabullenmek gerekir. Farkındalık, harekete geçmenin ilk adımıdır. Ardından kendinizle yeniden bağlantı kurabilir, duygularınızı anlamaya çalışarak seyirci olma halinden çıkabilirsiniz.

Zorlayıcı duyguları kabul edin.

Duygularınızı bastırmak yerine onları kabul etmek, pasif durumdan kurtulmanın en etkili yollarından biridir. Üzüntü, öfke, suçluluk veya utanç gibi işlenmesi zor duyguları bastırmaya çalışmak, onları çözmek yerine derinlere gömer ve zamanla daha büyük sorunlara yol açar. Duygularınızı kabul etmek, onları anlamak ve gerektiğinde onlardan öğrenmek için bir fırsat yaratır. Kendinize şu soruları sormayı deneyebilirsiniz: “Bu duyguyu nasıl ve nerede hissediyorum?” veya “Bu his bana ne anlatmaya çalışıyor?” Bu tür bir farkındalık, duygularınızı yönetmenizi ve hayatınızdaki etkilerini azaltmanızı sağlar.

Kendinize şefkatle yaklaşın.

Kendi kendinize karşı sert ve eleştirel olmak, genellikle seyirci olma halini besler. Oysa, kendinize şefkatle yaklaşmak, bu döngüyü kırmak için gerekli en temel yaklaşımlardan biridir. Hatalarınızı birer başarısızlık olarak görmek yerine, öğrenme fırsatları olarak değerlendirin. Kendinizi zorlayıcı bir süreçten geçtiğiniz için yargılamak yerine, bu süreçte elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı kabul edin. Öz şefkat, içsel konuşmanızı pozitif bir hale getirerek öz güveninizi artırır ve sizi harekete geçmek için motive eder.

İçsel benliğinizle bağlantı kurun.

İçsel benlikten kopmak, kendinizi anlamakta ve hissettiklerinizi çözümlemekte zorlanmanıza neden olabilir. Bu kopukluğu gidermek için içsel benliğinizle yeniden bağlantı kurmanız gerekir. Meditasyon, nefes çalışmaları veya doğada zaman geçirmek gibi pratikler, zihninizi sakinleştirir ve içsel sesinizi daha net bir şekilde duymanızı sağlar. Ayrıca, kendi değerlerinizi ve ihtiyaçlarınızı belirlemek için kendinize şu soruları sorabilirsiniz: “Gerçekten ne istiyorum?” ya da “Bu hayatta beni ne mutlu eder?” İçsel benliğinizle bağlantı kurduğunuzda, yaşamınızda daha bilinçli ve tatmin edici seçimler yapabilirsiniz.

Duygularınıza alan açın.

Duygularınızı bastırmak yerine, onlara alan açarak özgürce ifade etmek hayata yeniden katılmanın önemli bir parçasıdır. Hislerinizi kabul etmek ve onlara izin vermek, duygusal yüklerinizi hafifletir. Aynı zamanda, hissettiklerinizi paylaşmak, yalnız olmadığınızı hissetmenize de yardımcı olabilir. Duygularınıza alan açtığınızda, onların üzerinizdeki kontrolü zayıflar ve yaşamınıza daha açık bir zihinle devam edebilirsiniz.

Gerektiğinde destek alın.

Hayata yeniden aktif bir şekilde katılmak, bazen tek başına başa çıkamayacağınız kadar zorlu görünebilir. Bu noktada, yardım istemekten çekinmemelisiniz. Yakın bir arkadaşınız, aileniz ya da bir uzman, duygularınızı anlamanız ve onlarla başa çıkmanız konusunda size destek olabilir. Çevrenizde size güven veren bir destek sistemi oluşturmak, yalnızlık hissinizi azaltır ve yeniden harekete geçme gücü bulmanızı sağlar.



Aleyna Tepe

1997 yılında İstanbul’da doğan Aleyna, lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans eğitimine Bahçeşehir Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji alanında devam ediyor. Çocukluğundan beri duygu ve düşüncelerini yazarak ifade eden Aleyna, iyi yaşam konseptine duyduğu ilgiyi yazma tutkusuyla birleştirerek Live to Bloom’da editör olarak çalışıyor. Akademik ve deneyimsel olarak kendini...



BLOOM SHOP