YAZAN: ÖZGE UYSAL

“Yaşamak için bir nedeni olan insan her türlü nasıl’a katlanabilir.”
-Nietzsche

Son dönemde çevreme baktığımda herkesi saran bir öfke, umutsuzluk, tükenmişlik sarmalı görüyorum. Bu öyle bir sarmal ki, işini sevsen de çalışasın gelmiyor; eşini sevsen de geçinmeye gönlün yok gibi; bir zamanlar hayatı seven, onu coşkuyla kucaklayan kişi sanki sen değildin. Sahi, ne oldu bizim yaşam neşemize? Geleceğe dair yeniden bir şeyler umut etmek, rutinlerimizde anlam bulmak, hayatın anlamını yeniden keşfetmek mümkün mü?


Anlam krizi

Gençlik, hayatın anlamını keşfetmek ve o anlama tutunmak için en uygun dönem çünkü henüz hayata dair yılgınlıklar başlamamış, keşke’ler ruhu kuşatmamış, geçmişin gölgeleri, geleceğe dair umutlara sirayet etmemiş. Şimdi dönüp baktığında üniversite yıllarını, o yaşları özlemle anmayan, hayatı neşeyle yaşamış olmanın hasretini çekmeyen var mı? Ancak geçmişe dönmek mümkün değil; geçmişe özlemle yaşamak ise yavaş yavaş ölümden farksız. Ne yapsak da yaşamı yeniden coşkuyla yaşasak? Var mı bunun bir formülü?

Yapılan bir araştırma, Y kuşağının, mutsuzluğa ve depresyona en yatkın kuşak olduğu sonucuna ulaştı. Bir Y kuşağı insanı olarak, yaşamım boyunca bana öğretilen her şeye koşulsuz inandım. İyi bir insan olmanın, çalışkan olmanın, elimden gelenin en iyisini yapmanın, mutluluk, neşe, bolluk ve umut içinde yaşamak için yeterli olacağımız öğretildi bize. Proje çocuklardık ancak geçmişin proje çocukları büyüdü, birer yetişkin oldular ve bugün, kendilerini tükenmiş hissediyorlar. Çünkü onlara vadedilen gelecek, onlara vadedilen yaşam ile şu anki gerçeklikleri arasında uçurum var. İşte Y kuşağını ve aslında her yaş grubundan insanı içten içe tüketen şey, eski hayalin geçersiz olduğu gerçeğini kabul etmek ve yeni bir hayal inşa edememek. Ayrılık hikayesi, artık geçerli değil ancak yeni hikayenin ne olduğu da belirsiz. Bu anlamsızlık kuyusundan çıkabilmenin yolu, geleceği birlikte düşlemekten, bizi heyecanlandıran, içimizdeki neşeyle temas kurmamızı sağlayacak bir hayal inşa etmekten geçiyor.

Modern dünyanın insanları olarak bir anlam krizi yaşıyoruz. Bu kriz, bence dünyanın her noktasında yaşanıyor ancak Türkiye’de yoğunluğu çok daha fazla çünkü geleceğe baktığımızda, bizi bekleyen mutlu, neşeli, umutlu günler görmek konusunda zorlanıyoruz. Zamanımızın büyük çoğunluğunu satarak elde ettiğimiz kazancımız, hayallerimizi gerçekleştirmek için yetersiz kalıyor. Geçim giderlerimiz çok fazla; hayatı sürdürmek için çok çaba harcamak zorunda kalıyoruz. Ve bunun bir getirisi olarak da hayallerimizden ve geleceğe dair umutlarımızdan gittikçe daha fazla uzaklaşıyor, kendimizi mutsuzluk ve anlamsızlık döngüsüne hapsolmuş şekilde buluyoruz. Sonra gelsin depresyon, gelsin tükenmişlik sendromu, gelsin, kronik yorgunluk ve fiziksel hastalıklar. Peki, hep böyle mi sürecek hayat? Şu anki gerçeğimizin zorlayıcılığının hem bugünümüzü hem de geleceğimizi anlamsızlaştırmasına izin mi vereceğiz?

Bu soruyu, Bir Cumhuriyet Şarkısı filmini izlemeden önce sorsaydım, daha farklı yanıtlayabilirdim. Ancak film ve filmde Atatürk üzerinden hatırlatılan şeylerden sonra, bu sorunun bendeki yankısı ve yanıtı dönüştü, daha umutlu bir yerdeyim artık.

“Bizler, beklediğimiz kahramanlarız”
-Dr. Alberto Villoldo

Dışarıda kurtarıcılar aramak, bir gün birilerinin bizi sıkıştığımız bu yerden kurtaracağını ümit etmek, çok alışıldık ve masum görünse de aslında bizi drama üçgeninde (kurban-kurtarıcı-katil) tutuyor ve kendimizi sistemin, yöneticilerin, dünyanın kurbanlarıymışız gibi hissetmemizle sonuçlanıyor. Oysa bu çağrının özü, cevabın hep içeride olduğunu, umudu ve geleceği kimin inşa edeceğini bize hatırlatıyor: Biz tükenmişleriz bu dünyanın dönüşümünü başlatacak olanlar. Hatırla, bir araya geldiğimizde ve düşümüze inandığımızda ne kadar güçlü olduğumuzu. Bir Cumhuriyet Şarkısı filminde Atatürk diyor ki “Yokları sayanlar, hiçbir mücadeleden galip çıkamazlar.” Elde ne var. Biz varız ve inanırsak her türlü haritayı, her türlü hikayeyi yeniden şekillendirecek yaratım gücü var. Yeni hikayeye yeterli sayıda insan inanırsa ve bu hayale can suyu olmak için gerekenleri yaparsak, gerçeği de değiştirmiş oluruz.

İçsel gücünü keşfet!

Kendini sürekli dış koşulların mağduru olarak görmek, insanı pasifliğe, öfkeye ya da umutsuzluğa sürüklüyor. Öfke, çoğu zaman değişimi başlatan ana duygu olsa da burada, kurban bilincinin yarattığı çaresizlik hissinden besleniyor ve bizi, tükenmişlik kuyusunda daha da dibe doğru itiyor. “Benim elimden bir şey gelmez” düşüncesi, öz yaratım gücümüzü inkar etmemize neden oluyor. Oysa her insan, kendi hayatının mimarıdır. Seçim yapma gücü, sınır koyma yetisi ve değer yaratma potansiyeli, birer içsel erk biçimi. Bu erki yeniden hatırlamak, bizi, kendi yaşamımızın ve geleceğimizin kahramanı yapma potansiyeli taşıyor.

Logoterapi’nin ve Üçüncü Viyana Psikoterapi Okulu’nun kurucusu, toplama kampından sağ kurtulan ve insanı hayatta tutanın ne olduğuna dair “İnsanın Anlam Arayışı” isimli bir kitap yazan Viktor E. Frankl, kitapta çok önemli bir hatırlatma yapıyor ve bu, aslında bir davet olarak da okunabilir:

“Gerçekten ihtiyaç duyduğumuz şey, hayata yönelik tutumumuzun değişmesidir. Kendimizin de bunu öğrenmesi ve daha umutsuz insanlara hayattan ne beklediğimizin önemi olmadığını, önemli olanın hayatın bizden ne beklediği olduğunu öğretmemiz gerekir.”

İçsel gücümüzle temas kurmak kendi ihtiyaçlarımızı, değerlerimizi ve sınırlarımızı tanımakla başlıyor. Bunun için günlük yaşamda kendinle yalnız kalabileceğin kısa ama düzenli alanlar yaratman ilk adım olabilir. Her sabah sadece 5 dakikalık bir sessizlik pratiği, nefesinle, bedeninle, yeni başlayan günün getirdiği potansiyellerle bağ kurmak, seni daha mevcut kılabilir.

İçsel gücü aktive etmek ve onu bir kaynak olarak kullanabilmek için ikinci adım, bedenimizle bağlantıya geçmektir. Bu, bize sinir sistemimizi tanımak ve esneklik geliştirmek için de bir alan sunar. Zihin çoğu zaman geçmiş ve gelecekte gezinirken beden, her zaman şimdidedir ve onunla temas kurmak da bize, şimdide, hayata dair anlamlar keşfetmek konusunda destek olabilir.

İçsel gücün sürdürülebilir bir kaynak haline gelmesi için üçüncü adım, duygularla temas etmek ve onların dilini anlamaktır. Duyguları yok saymak ya da bastırmak yerine tanımayı ve ifade etmeyi öğrenmek bu yolun anahtarıdır. Çocukluğumuzda bir çoğumuz, duygularımızı yok saymamız yönünde motive edildik. Bu nedenle, içsel gücümüzü keşfetme ve onu bir yaşam kaynağı haline getirme yolculuğunda belki de en zor ancak en dönüştürücü adım, duygularla temas adımıdır. Bir duygu günlüğü tutmak, örneğin “Bugün ne hissettim?”, “Bu duygunun bana vermek istediği mesaj ne olabilir?” gibi sorularla içsel dünyanı keşfetmek, zamanla içsel dayanıklılığını artırır. Duygular bastırıldığında değil, dönüştürüldüğünde güç verir.

İçsel gücümüz, dış dünyanın koşullarına karşı değil, kendi iç iklimimize kök saldığımızda gerçek bir kaynak haline gelir. Ve o zaman, hayatın karmaşasında bile merkezimizde kalabiliriz.

“Söyle bana, ne yapmayı planlıyorsun, biricik, vahşi ve değerli hayatınla?”
-Mary Oliver

Kapanışı, Mary Oliver’ın kalpleri titreten dizesiyle yapmak istedim çünkü bence tüm bu hikayede asıl ihtiyacımız olan, kalplerimizin mümkün bildiği o güzel dünyayı yaratmaya dair hevesimizin ve umudumuzun yeniden canlanması. “Böyle gelmiş böyle gider”ler ya da “yetişkinlik böyle bir şey”ler veya “insan yaşlandıkça hayatın gerçekleriyle karşılaşıp daha da mutsuz oluyor”lar, artık miladını doldurmuş, eski ayrılık hikayesini beslemekten ve bizi, kuyusunun dibinde tutmaktan başka bir işe yaramıyor. Mevcut düzenin sürmesi için gereken erk kaybını ve drama üçgenini de besliyor tabii. Birini kuyudan çıkarmak istiyorsan, onunla birlikte karanlığa inmek gerekir. Ben de bu yazıyı, çoktandır içinde yaşadığım ve artık bana dar gelen o kuyudan yazıyorum. Ve size hatırlatmak isterim ki kuyunun dibinden tek yöne gidiş vardır: yukarı doğru.

Yukarıda buluşmak üzere!



Özge Uysal

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden mezun olan Özge, kitap editörlüğü ve metin yazarlığı yapmaktadır. 2017 yılında başlayan manevi yolculuğundan bugüne, H'oponopono, Kundalini Reiki, Usui Reiki, Yoga Eğitmenliği, Munay Ki Seremonileri ve And Dağları Şamanizmi öğretisine bağlı çeşitli eğitimler tamamlamıştır. Uzun bir inisiyasyon ve eğitim sürecinin sonrasında, şamanik bitki...



BLOOM SHOP