Bir gün hayatınıza girecek olan aşk, ayaklarınızı yerden kesecek, sizi başka bir evrene taşıyacak ve bütün geçmişinizi size geride bıraktıracak. O aşkla bir bütün olacak, hayaller kuracak, evlenecek, çoluk çocuğa karışacak ve çok mutlu olacaksınız.
Siz öyle görkemli bir aşka kavuşacaksınız ki herkesin ilişkilerinde yaşadığı sorunları hiç yaşamayacaksınız. Ruh eşiniz size ihtiyacınız olan tüm duyguları temin edecek. Sizi pamuk yorganlara saracak. Şefkate, anlayışa, sevince boğacak. Onun hiçbir yara beresi olmayacak ve sadece sizinkileri saracak…
Günümüzde “sevebileceğin kişiyi” bulmak böyle bir şey gibi imgeleniyor.
Bu şekilde imgelendiği için, aşkın bulutların üzerindeki safhası geçtiğinde birbirimizi ya incitmeye başlıyor ya da elleri bırakıveriyoruz. Yaralı olmayanımız yok. Ama her iki taraf da karşısındakinin yarasını görmek veya yara tedavisiyle uğraşmak istemiyor.
“Gitgide birbirimize güvenimizi yitiriyor, bozulmuş ilişkileri deneyimledikçe birbirimizden daha da uzaklaşıyoruz”
Son zamanların erkek modası, hiçbir açıklama yapmadan ortadan kaybolmak. Kadınlar ise gün geçtikçe erkeksiz bir dünyanın daha mutluluk verici olduğuna inanmaya başlıyorlar. Osho “Being in Love” adlı kitabında, “Sevgi ruhun besinidir ve siz açlığa mahkum oldunuz. Ruhunuz sevgiyi hiç tatmadı.” diyor. Acaba bu gerçek olabilir mi? Çoğumuz gerçek sevgi ile hiç tanışmamış olabilir miyiz?
Hangisi gerçek sevgi?
Gözümüzü dünyaya ilk açtığımızda annemiz ve babamız bize sevgiyi nasıl sundularsa, onların sevgisini “gerçek sevgi” olarak benimsedik. Bu sevgi de çoğu zaman koşullara bağlı, baskıcı ve talepkar oldu. Oysa onlar da tam olarak nasıl sevileceğini hiç öğrenmemiş oldukları için bizi ellerinden gelen en iyi sevgiyle ama yine de bozulmuş bir sevgiyle sevdiler. Sevginin en arı haliyle değil.
Erich Fromm’a göre, sevmek bir sanattır. Her ne kadar başımıza tesadüfen gelmiş bir şey gibi görünse de, aslında her sanat dalı gibi bilgi ve çaba ister. O’na göre sanat iki aşamada öğrenilir; ilki teoride ustalaşmak, ikincisi ise pratiğe geçirebilmek. Teori ve pratikte ustalaştığınız zaman ikisi birleşir ve artık sezgisellik devreye girer.
Fakat bir sanatı icra etmekte bir önemli nokta daha var ki, o da temel bir kaygı haline getirmek. Fromm’a göre, günümüzde sevgi için derin bir arzu olmasına rağmen başarı, prestij, para ve güç daha ön planda tutuluyor. Bunları elde etmek adına güç ve enerji harcıyoruz oysa sevme sanatını öğrenmeye vakit ayırmıyoruz.
İlişki yazarı Harville Hendrix, “Partnerinizi bir yaralı gibi gördüğünüz zaman, farkındalıklı bir ilişki sürecine başlarsınız.” diyor. Farkındalıklı ilişki, kişilerin hem kendi korkuları, güvensizlikleri, olumsuz duygu ve düşünceleri; yani yaraları üzerinde hem de birbirlerine olan sevgileri üzerinde çalıştıkları bir ilişki anlamına geliyor. İlişki bu şekilde düzenlendiğinde bireyler hem kendi içlerinde, hem de birbirleriyle aralarında uyumu yakalama şanslarını yükseltiyorlar.
Elizabeth Gilbert’e göre, ruh eşi dediğimiz kavram birbirlerini gelişime zorlayan kişilerden oluşuyor. “İnsanlar ruh eşleriyle mükemmel bir uyum yakalayacaklarını düşünürler. Bunu herkes ister. Ancak gerçek bir ruh eşi bir aynadır, hayatınızı değiştirmeniz için sizi durduran her şeyi size gösteren, kendinizi kendi nazarı dikkatinize getirmenizi sağlayan kişidir. Gerçek bir ruh eşi muhtemelen karşılaşacağınız en önemli kişidir, çünkü duvarlarınızı yıkıp sizi tokatlayarak uyandırır.”
Hiçbir ilişki, masallardaki gibi üzerinde çalışmadan ve çaba göstermeden yürümüyor.
Ruh eşi, insanı kendine getiren, onu daha iyi biri olmaya teşvik eden kişidir. Bedensel, zihinsel ve ruhsal yönden gerekeni yapması için ona duygusal, düşünsel çarpıklıklarını gösteren, onu dönüşmesi için şefkatle kamçılayan kişi. Farkındalık ve iç gözlem halinde bu; dönüşüme, uyanışa sebep olur. Uyku ve inkar halinde ise ya kaçışa ya da birlikte sonu gelmez bir itiş tepişe.
Bana sorarsanız günümüz ilişkilerindeki en önemli sorun; Erich Fromm’un da dediği gibi, gelecek, para, prestij, başarı gibi pek çok şey hakkında kaygılandığımız halde sevgiyi öğrenmeye ve kaygılanmaya değer bir konu başlığı olarak görmeyişimiz.