Kristin Neff (PhD), “Self Compassion” (Öz Şefkat) adlı kitabında kendimize şefkatle yaklaşmanın vücutta oksitosin salgılanmasını sağladığından bahsediyor.

Oksitosin, sevgi ve bağlılık hormonudur.

Sevginin bilimsel adı da diyebiliriz. Birine sarıldığımız zaman oksitosin salgılıyoruz. Bize sevgiyle dokunulduğunda ya da birine sevgiyle dokunduğumuzda, çocuklarımızla oynarken kısacası sevgi enerjisinin yayıldığı her yerde, kalbimiz ısınıp sevgiyle dolduğunda, insan vücudu bu hormonu salgılıyor. Oksitosin salgılanması, korku ve anksiyete seviyelerini düşürürken, güven ve sükunet duygularını da arttırıyor.

Eğer günlük yaşamınız koşuşturma ve stres içinde geçiyorsa, bir de üstüne kendinizin en acımasız eleştirmeniyseniz vücudunuzda oksitosin salgısı azalıyor. Stres altındayken  vücut, kendini korumak için kortizol hormonu salgılamaya başlıyor. Yüksek kortizol seviyeleri uzun vadede yaşama sevincinin azalmasına ve depresyona sebep oluyor.

Eğer kendinizi sebepsiz yere yaşamdan kopmuş ve isteksizleşmiş hissediyorsanız, sebebi bu olabilir.

Dış faktörlerin (olan bitenin) yanı sıra kendimizle aramızdaki diyaloğun da duygularımız üzerinde etkisi var. İçinizdeki sesleri gözlemleme imkanınız olduysa, o seslerin hayatınızı ve sizi rezil de vezir de edebileceğini çoktan keşfetmişsinizdir. Hata yaptığınızda size “Ne salaksın, bir şeyi de beceremiyorsun!” diyen nefret dolu bir ses, size kendinizi olduğunuzdan daha da vahim durumda hissettirebilir.

Oysa “Bir hataydı oldu işte, herkes hata yapıyor. Bir dahaki sefere daha dikkatli olursun” diyen dostça bir ses ise size güç kuvvet verebilir. Genellikle içimizdeki sesleri ve içerde olan biteni fark etmeden, koşuşturma içinde geçiriyoruz günlerimizi. Genellikle de acımasızca bizi eleştiren ve yerden yere vuran bu sesler, tahtı ele geçirmiş, içimizde hüküm sürüyorlar. Bizse onların esareti altında her söylediklerine inanıyoruz!

İç dünyamızı gözlemlemek ve farkındalık egzersizleri yapmak içimizde yankılanan bu sesleri duyabilmemize ve söylediklerinin gerçek mi yoksa yalan mı olduğuna objektif olarak karar verebilmemize vesile oluyor. Kendi acımasız ve yıkıcı iç seslerimizi sevecen ve yapıcı olanlarla değiştirdiğimizde, vücut oksitosin salgılamaya başlıyor. Bu şekilde de kendi içimizde barışı ve huzuru sağlıyoruz.

Kendi içimizi gözlemlemek, günün belli saatlerini kendinize ayırarak hislerinizle, vücudunuzda olup bitenlerle, zihninizin durumuyla muhatap olmak demek. Kendinize bir dostunuza göstereceğiniz sevgi ve anlayışı gösterebilmek, onunla arkadaş olmayı öğrenmek demek.

Çoğumuz, kendimizle baş başa kalmaya alışık değiliz.

Kendi iç dünyamız bize yabancı. Örneğin, bazı şeyler bizi öfkelendiriyor, sinirlendiriyor, yıkıma sürüklüyor, endişelendiriyor, korkutuyor. Bazı şeyler bizi utandırıyor, suçlu hissettiriyor. Bu duyguları çoğu zaman görmezden geliyor, halı altına süpürüyoruz. Gözlemlemek, iç dünyamıza yönelip, orada neler olup bittiğini deşmek kolay bir adım değil.

Ama eğer potansiyelimizi yaşamak, bir ileri versiyonumuzu yaratmak, anı yakalamak, gerçek mutluluğu; daha da önemlisi sağlığı bulmak istiyorsak, atılması zorunlu bir adım. Her ne kadar kendine sürekli anı yakalamayı hatırlatsa da insan, sırtında geçmişten getirdiği yükleri ve travmaları taşırken anı yakalayamaz ki!

Hayatımda başarılı olduğunu düşündüğüm -mevki, prestij sahibi, maddi imkanlar açısından çok iyi yerlerde olan- fakat yaşamının sonlarına doğru içlerinde kördüğüm olmuş, halı altına ittirilmiş duyguların altında kalan birçok insan tanıdım. Aslında bütünsel anlamda hiç de başarılı olmadıklarını düş kırıklığıyla izledim.

Çözmemiz gereken düğümleri, geçmişin üzerimizdeki kırıntılarını inkar ettiğimiz, bastırdığımız, görmezden geldiğimiz sürece yaralarımız iyileşmiyor, aksine içimizde büyüyor, güçleniyor, palazlanıyorlar. Bu sürece ufacık bir adımla başlayabilirsiniz: Kendinize günün belli saatlerinde nasıl olduğunuzu sorarak. Kendinizi gözlemleyerek. O an ne hissediyorsunuz? Olumlu ya da olumsuz, sadece nazikçe gözlemleyin.

Bir ihtiyacınız var mı? Varsa ne? Nezaketle sorun. Fiziksel olarak nasılsınız? Daha çok mu hareket etmelisiniz? Daha çok mu dinlenmelisiniz? Daha fazla su mu içmelisiniz? Ruhsal anlamda iyi misiniz? Terapiye mi başlamalısınız? Meditasyon mu yapmalısınız? Kendinize daha fazla vakit mi ayırmalısınız? Ruhunuzu daha mı fazla beslemelisiniz?

Belki başlangıçta çok güçlü bir iletişim kuramayacaksınız. Ama kendinizle aranızdaki iletişimi geliştirmeniz gereken bir kas gibi düşünürseniz, pratik yaptıkça gelişecektir. Israrla her seferinde, tüm zahmetine rağmen kendinizle baş başa kalmaya vakit ayırırsanız, zaman içinde kendinizle aranızdaki sevgi bağını sağlamlaştırdığınızı, içinizde sizinle sevecenlikle konuşan o sesi duyabildiğinizi fark edeceksiniz.

Oksitosini bol bir hafta diliyorum!



Arzu Özev

1983 yılında İstanbul’da doğan Arzu, Saint Joseph Lisesi’ni bitirdikten sonra University of Massachusetts Amherst’te psikoloji okuduğu yıllarda, Sudarshan Kriya nefes tekniği ve yoga öğretisiyle tanıştı. Hindistan başta olmak üzere, Yeni Zelanda, Güney Afrika, ABD ve Almanya’da kişisel gelişim ve yoga konusunda birçok eğitim alarak, sertifikalı eğitmen oldu. Dünya çapında 150...



BLOOM SHOP