
2024 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Oxford Üniversitesi iş birliğiyle gerçekleştirilen Peoples’ Climate Vote araştırması, iklim değişikliğinin artık yalnızca çevresel bir tehdit değil, aynı zamanda derin toplumsal ve bireysel mesele olduğunu gösteriyor. 77 ülkede, 73 binden fazla kişiyle yapılan bu geniş kapsamlı araştırma, küresel nüfusun %87’sini temsil ediyor. İnsanların iklim değişikliği hakkında ne hissettiklerini, bu kaygıların nasıl şekillendiğini ve hükümetlerden ne tür adımlar beklediklerini ölçümleyen bu çalışma, iklim krizinin kalbinde artık insan deneyiminin olduğunu ortaya koyuyor. Peki veriler bize neler söylüyor? Dünyada ve Türkiye’de iklim krizi karşısında beklentiler neler?
İklim kaygısı günden güne artıyor.
İklim değişikliği artık soyut bir tehlike olmaktan öte günlük hayatlarımızı etkileyen, bireysel kararlarımızı yönlendiren, hatta zaman zaman zihinsel sağlığımızı zorlayan bir gerçeklik haline gelmiş durumda. Peoples’ Climate Vote 2024 sonuçlarına göre, dünya genelinde katılımcıların %53’ü geçen yıla kıyasla iklim değişikliği konusunda daha fazla endişe duyduğunu belirtiyor. Bu oran, dünya çapında her iki kişiden birinin, iklim krizini zihinsel olarak daha derin bir düzeyde hissetmeye başladığı anlamına geliyor.
Türkiye özelinde ise bu oran %77’ye yükseliyor. Yani Türkiye’de her dört kişiden üçü, iklim değişikliği konusunda giderek artan bir kaygı hissediyor. Bu yüksek oran, toplumun geniş bir kesiminin artık iklim krizini bireysel bir mesele olarak gördüğünü ve bunun etkilerini doğrudan yaşamaya başladığını gösteriyor. Son yıllarda Türkiye’de artan orman yangınları, seller, mevsim dışı hava olayları gibi doğrudan deneyimler, bu kaygının somut yansımasının ardındaki temel neden olabilir.
Öte yandan iklim kaygısı, yalnızca çevresel koşulların kötüleşmesinden değil, aynı zamanda belirsizlik duygusundan da besleniyor. İnsanlar geleceğin belirsizliğinden endişe duyuyor. “Çocuğum nasıl bir dünyada büyüyecek?”, “Yaşadığım şehir yaşanabilir olmaya devam edecek mi?”, “Sağlıklı gıdaya ulaşabilecek miyim?” gibi sorular, hem zihinsel hem de duygusal bir yük oluşturuyor. Bu tür kaygılar, zamanla tükenmişlik hissine, gelecekle ilgili umutsuzluğa, iklim yasına ve eko-anksiyeteye dönüşebiliyor.
İklim kaygısı günlük hayatımızı da etkiliyor.
Dünya genelinde katılımcıların %56’sı iklim değişikliğini her gün ya da haftada en az bir kez düşündüğünü ifade ediyor. Yani iklim krizi, haberlerde anlatılanlar karşısında anlık kaygı yaratan bir durumdan ziyade, günlük yaşamın ve zihinlerin doğal bir parçası haline gelmiş durumda.
Türkiye’de kadınların %69’u ve erkeklerin %52’si, iklim değişikliği hakkında sık sık düşündüğünü belirtiyor. Her iki cinsiyet için de oldukça yüksek olan bu oranlar arasındaki fark, toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınların doğayla olan duygusal bağlarının derinliğiyle ilişkilendirilebilir. Kadınların iklim değişikliğini daha sık düşünmesi, yalnızca bireysel kaygıdan değil; doğa ile kurdukları çok katmanlı, duyusal ve bakım temelli ilişkiden de beslenir. Bu da onların iklim krizine karşı daha erken harekete geçmeye, daha yüksek farkındalık ve çözüm odaklı yaklaşımlar geliştirmeye daha yatkın olmalarını açıklar.
Düşünce sıklığındaki bu genel artış, kuraklık, aşırı sıcaklık, hava kirliliği, mevsimsel dengesizlikler gibi doğrudan deneyimlerden besleniyor. Bu düşünceler sadece çevresel değil, aynı zamanda varoluşsal boyutlar da taşıyarak bireysel boyutta daha fazla etki ediyor. Çünkü iklim krizi, bireyin hayatta kalma, güvenlik, aidiyet ve süreklilik gibi temel psikolojik ihtiyaçlarını tehdit ediyor.
Yaşamsal kararlarımız iklim kaygısı etrafında şekilleniyor.
İklim değişikliği, artık insanların büyük yaşam kararlarını etkileyen başlıca faktörlerden biri haline gelmiş durumda. Araştırmaya göre dünya genelinde bireylerin %69’u, iklim değişikliğinin nerede yaşayacakları, nerede çalışacakları, nasıl yatırımlar yapacakları gibi büyük kararlarını etkilediğini söylüyor. Bu oranlar, iklim değişikliğinin yalnızca duygusal kararları değil, aynı zamanda ekonomik ve sosyal karar mekanizmalarını da etkisi altına aldığını gösteriyor.
Bu etki, yaşam tarzında çok boyutlu bir dönüşümü beraberinde getiriyor. Aşırı sıcaklıklar, artan yangın riski, hava kirliliği ve su kaynaklarının azalması gibi çevresel tehditler, bireyleri büyük şehirlerin dışına, daha güvenli ve doğal kaynaklara erişimi daha kolay kırsal bölgelere yönlendiriyor. Deniz seviyesinin yükselme riski altındaki kıyı şehirlerinde yaşayan birçok kişi ise daha iç kesimlerde yeni bir yaşam kurma arayışında. Taşınma kararı artık yalnızca ekonomik ya da profesyonel nedenlerle değil; iklim koşullarına dayanıklı ve sürdürülebilir bir yaşam arzusuyla veriliyor.
Aynı şekilde iş tercihleri de bu farkındalıktan etkileniyor. Tarım, hayvancılık, turizm gibi doğaya bağlı sektörlerde çalışan bireyler, artan iklim belirsizlikleri nedeniyle meslek değişikliğini düşünürken genç kuşaklar, giderek daha fazla çevresel etkiyi minimize eden yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi ve sürdürülebilirlik gibi alanlarda kariyer yapmayı planlıyor. Bu yeni yönelim, “yeşil meslekler”in önem kazanmasıyla iş gücü piyasasında köklü bir değişimin habercisi oluyor.
Talep net: Daha güçlü eylemler!
İklim krizi karşısında yükselen kaygı ve belirsizlik hali, bireyleri yalnızca düşünmeye değil, harekete geçmeye de yönlendiriyor. Veriler, insanların iklim değişikliği konusunda yalnızca farkındalık sahibi olmadığını, aynı zamanda net bir talep içinde olduklarını da gösteriyor. Dünya genelinde her 5 kişiden 4’ü (%80), ülkelerinin iklim değişikliğiyle mücadelesini güçlendirmesini istiyor. Türkiye’de ise %89’lara yükselen bu oran, halkın konuyu yalnızca duygusal değil, politik ve stratejik bir mesele olarak da gördüğünü ortaya koyuyor.
İnsanlar, sadece vaatlerle değil, kararlı ve hızlı uygulamalarla ilerlemek istiyor.
- Katılımcıların %72’si, fosil yakıtlardan hızla uzaklaşılması gerektiğini belirtiyor. Bu oran, toplumun yenilenebilir enerji kaynaklarına duyduğu güveni ve dönüşüme olan açıklığını yansıtıyor.
- %80’i, okullarda iklim değişikliği hakkında daha fazla eğitim verilmesini talep ediyor. Bu, yalnızca bilgi düzeyinin artması için değil; davranış değişikliği yaratacak bir bilinç dönüşümü için de kritik kabul ediliyor.
- %81’i, ülkelerinin doğayı korumasını ve zarar gören doğal alanları yeniden onarmasını istiyor. Bu güçlü kolektif istek, yalnızca çevreyi koruma arzusunu değil, doğayla kurulan duygusal bağı da destekliyor.
- İnsanların %86’sı, iklim değişikliği konusunda toplumsal birlik talep ediyor. Türkiye’de de oldukça yüksek olan bu iş birliği arzusu, çıkar çatışmalarının ötesinde, gezegenin ortak kaderinde buluşma çağrısı anlamına geliyor.
Bu güçlü talepler, aynı zamanda hükümetlerden daha fazla şeffaflık beklentisini de beraberinde getiriyor. Toplumlar, liderlerinden yalnızca söz değil, şeffaflık, adalet ve uygulanabilirlik bekliyor. “Ne söylendiğinden çok, ne yapıldığı” önem kazanıyor. Halk artık çevre politikalarının sadece doğa dostu olmasıyla yetinmiyor; bu politikaların kimseyi dışlamayan, kapsayıcı ve sürdürülebilir olması gerektiğini de savunuyor.
İklim kaygısı kolektif bir uyanışa dönüşüyor.
Peoples’ Climate Vote 2024, iklim değişikliğinin artık yalnızca çevresel değil, ruhsal, duygusal, sosyal ve kültürel bir kriz olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu krizle yüzleşen bireyler, yalnızca kaygı duymakla kalmıyor; aynı zamanda dönüşüm, dayanışma ve umut çağrısı yapıyor. Türkiye de bu kolektif uyanışın bir parçası. Toplum artık daha duyarlı, daha farkında ve daha talepkar. Bu güçlü farkındalığın, doğru yönlendirilirse hem doğayı hem insanı iyileştirecek bir potansiyele dönüştürülebileceğine inanılıyor.
*Bu yazıda yer verilen istatistikler, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Oxford Üniversitesi iş birliğiyle hazırlanan 2024 Peoples’ Climate Vote raporundan alınmıştır.