Yazın ortasında İstanbul’da yaşanan büyük sel felaketinin ardından belki de iklim değişikliği ve çevre tahribatı konularını daha çok düşünmeye başladık. Gerek uluslararası politik arenada, gerekse toplumlarda iklim değişikliğini tam olarak idrak edememe durumu var. Bunun iki tane büyük sebebi olduğunu düşünüyorum: Bilim insanlarının bizlere ulaşmakta zorluk çeken bir dil kullanması ve aslında her şeyin farkında olan politikacıların geleceğin sorunlarına yönelmektense daha popülist olan yolu seçmesi; yani bugünle fazlaca ilgilenmesi.

Sanayi devriminden önce atmosferde yaklaşık 280 ppm düzeyinde olan karbondioksit seviyesi, Temmuz 2017’de 406 ppm olarak ölçülmüş. Buna bağlı olarak, son 130 yıldır yerküremizde ortalama sıcaklık artışı 0,85 oC olarak bildirilmekte.

Peki bu veriler bize ne ifade ediyor?

Artış oranlarındaki değişimin çok büyük olmadığını düşündünüz değil mi? O zaman Dünya Sağlık Örgütü’nün 2012 yılında gerçekleşen çalışmasına göre, her 4 ölümden 1’ini sağlıksız çevre koşullarına bağladığını hatırlatmak isterim. İklim değişikliği bunlardan sadece biri ancak, çevre üzerindeki olumsuz etkileri birbirinden ayırmak oldukça zor. Yani iklim değişikliği ile hava kirliliği arasında bir ilişki var kuşkusuz ya da su kirliliğinin sebebi aslında iklim değişikliğinin de bir etkeni olabilir. Küresel olarak yıllık ortalama 12,5 milyonun üzerinde ölümün sebebi olarak kötü çevre koşulları gösterilirken, özellikle iklim değişikliğine bağlı olarak yetersiz beslenme ve gıda güvenliğinde yaşanacak sorunlara bağlı 2030-2050 yılları arasında 250 bin ek ölümün yaşanması yine Dünya Sağlık Örgütü tarafından öngörülmekte.

Tüm bu verilere rağmen, yakın zamanda 138 ülkeden 42 bin katılımcı ile gerçekleştirilen ve küresel tehditlerin sorulduğu anket çalışmasında gelişmiş ülkelerin neredeyse tamamının terörü en büyük küresel tehdit olarak gördüğü anlaşılmakta. Oysa yüzbinlerce hatta milyonlarca insan çevre ve iklim değişikliği temelli sebeplerden dolayı hayatını kaybederken, 2015 yılında 29 bin kişinin terör saldırıları ile yaşamını kaybettiği kayıt altına alınmış.

Pek çok ülke iklim değişikliği de dahil olmak üzere çevresel tahribata yönelik ciddi tedbirler almazken, bireysel düzeyde de küreselleşme ile birlikte iyiden iyiye yayılan harcama ve kullan-at odaklı yaşam biçimlerimizin sonuçları artık iyice hissedilir düzeyde. Örneğin deniz seviyesinde yükselme, buzulların erimesi, değişen yağış rejimleri, ekstrem hava olayları gibi.

Doğanın mı bize ihtiyacı var yoksa bizlerin mi ona?

Bir kere şunu iyi bilmek lazım ki 4,5 milyar yaşında olan yerküremizin bizden hoop diye kurtulup yeni yaşamlara kucak açması çok da uzak ve distopik bir fikir değil. Ona ihtiyacı olan bizleriz, onun bize cidden ihtiyacı yok! Bu yüzden yerküre ve çevremiz ile saygılı bir ilişki yürütmeliyiz. Tam da bu noktada ortaya çıkan çevresel wellness, canlı ve cansız çevremize saygılı bir yaşam tarzı geliştirmemizin aslında yakalamaya çalıştığımız dengeli ruhsal ve bedensel bütünlüğümüze önemli katkı sağlayacağını müjdeliyor. Bunu başarabilmek için farkındalığımızı artırarak, algımızı, düşüncelerimizi ve hareketlerimizi yani yaşam tarzımızı değiştirmemiz gerekli.

Farkındalık süreci nasıl olmalı?

Farkındalık bence iki bileşenden oluşuyor. Çevresel sorunların ve bireysel olumsuz etkilerimizin farkında olmak (öğrenme ve kabul süreci) ve bireysel olarak yapabileceğiniz şeylerin çok etkisiz kalacağına olan olumsuz inancın yıkılması (olumlama – pozitif değişim tetikleme enerjisi oluşturma). Bunları takiben eylemlerde değişim yaratma kalıyor geriye.

Bir örnekle farkındalık ve eylem ilişkisini aşağıdaki tablo ile somutlaştırmaya çalışayım. O akışkan tatlı kavanoza çok düşkünüz hepimiz değil mi? Ama basit bir kavanoz neler yapabilir hiç düşünmüyor, bu tüketimimizi çevresel olarak önemsizleştiriyoruz.

Üstelik palm yağı sadece bazı gıda ürünlerinde değil, birçok kozmetik ve temizlik ürününde de maalesef kullanılmakta. Yukarıda bahsettiğim farkındalık süreci diğer ürünlere de uygulanabilir.

Özetle, günlük hayatımızda aldığımız basit kararların etkilerini sorgulamıyoruz. Bizler de aslında politikacılar gibi günü kurtaran kararlar alıyoruz kimi zaman. Bunun nedeni çoğu zaman mevcut eylemlerimizin çevresel etkilerinin hiç tartışılmıyor olması, bu eylemleri değiştirecek motivasyona sahip olsak bile bireysel olarak yaratabileceğimiz değişimin de büyük oranda ölçülemez olması tutumlarımızı değiştirmememize neden oluyor. İyi yaşama hedefi belirlemiş bireyler olarak her şeye rağmen farkındalığımızı geliştirerek, dünyamıza duyduğumuz saygı ile yakalamaya çalıştığımız evrensel bilince ve enerjiye yaklaşabileceğimizi düşünüyorum.



Birim Mor

1984 yılında Ankara'da doğan Birim, ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde lisans eğitimini 2007 yılında tamamladı. İsveç’te Swedish University of Agricultural Sciences (SLU) Kentsel ve Kırsal Kalkınma Bölümü’nde Çevresel İletişim ve Çevre Yönetimi konusunda ve Jean Monnet Bursiyeri olarak Trinity College Dublin (TCD)’de Çevre Bilimleri dalında yüksek lisans derecelerini aldı....



BLOOM SHOP