Kahveyi bırakmaya çalışan veya bir süreliğine bırakabilmiş olan herkes kahvesiz geçen o günlerin ne kadar zorlu geçtiğini bilir. Bu sancılı süreç kahve içme miktarına göre günler hatta haftalar bile sürebilir. Neredeyse tüm kültürlerin odak noktasında bulunan kahve ve çay alışkanlığının tek bir sebebi var. Her ikisinin de etken maddeleri olan kafeinin, vücutta bir uyuşturucu gibi davranması! Beslenme alışkanlıklarının kültürel, çevresel ve ekonomik etkilerini araştırdığı kitaplarıyla ünlenen Michael Pollan’a göre kafein, “Dünya üzerindeki en çok kullanılan ve kabul gören uyuşturucu.” Peki kafeinli içecekler neden yüzyıllardır tüm kültürlerin, toplulukların ve yaşamlarımızın değişmeyen tek beslenme alışkanlığını oluşturuyorlar? Giderek daha da yaygınlaşan ve birer ritüel haline gelen kafein tüketiminin arkasında ne yatıyor ve bu alışkanlığımız bizleri nasıl etkiliyor? Bu gibi soruları Kafein: Kahve ve Çay Nasıl Modern Dünya’yı Kurdular? adlı sesli kitabında odağına alan Pollan kafeinin günlük yaşamlarımıza olan derin etkisini tüm yönleri ile anlatıyor.
Kafeinin tarihsel gelişimi
Kafeinin ortaya çıkışı milattan önce 1,000 senesinde Çin İmparatorluğu’nda çay yapraklarının demlenmesi ile başlıyor. Bundan 1,000 sene önce ise Etiyopyalı bir çobanın, sürüsünün bir bitkiye olan aşırı düşkünlüğünü ve artan enerjilerini fark etmesiyle kahve bitkisi hayatımıza giriyor.
Günümüzde ise kahve dünya çapında her gün 2 milyar civarında tüketiliyor. Bu devasa rakamın itici gücü ise kafeini tüketmeye çok küçük yaştan itibaren başlamamızda yatıyor. Ailelerimizin kendi içtikleri çay veya kahvelerini bizimle paylaşmadıkları ama içerisinde en az kahve kadar kafein bulunan sodalı içecekleri içmemizi maruz gördükleri o günler yetişkinlik yıllarında kahveyle olan ilişkimizi oluşturuyor.
İlk kontaktan itibaren devamlı bir kafein arayışına giren bedenlerimiz, ihtiyacını her gün içilen 4-5 bardak çaydan ve/veya kahveden almaya başlıyor.
Uyanmak, konsantrasyonu, enerjiyi arttırmak hatta işlevsel hale gelmek gibi doğal vücut fonksiyonlarını kontrol etmeye başlayan kafeinin gücü burada da sınırlı kalmıyor. İnsanlık tarihini en az şekerin bulunması kadar etkileyen kafein, savaşları kimin yenip kimin kazandığını, dünya politikalarını ve ekonomilerini yüzyıllardır şekillendiriyor. Pollan’ın yürüttüğü araştırmaları göre, Sanayi Devrimi’nin bile kafein sayesinde sürdürülebilir hale geldiği anlaşılıyor.
Kafeinsiz bir hayat mümkün mü?
Kafein bağımlılığının kültürel ve tarihsel boyutları kadar insan sağlığı üzerine etkilerini de ele alan araştırmalarını yaparken kafeini bırakan Pollan, bu kararının ne gibi sonuçlar doğurduğunu kitabında paylaşıyor.
Kafeini bıraktığı anda tüm ilhamını, konsantrasyonunu ve çalışma motivasyonunu kaybettiğini ve çok fazla baş ağrısı yaşamaya başladığını belirten Pollan’ın kitabı yazarken aklından sadece kahve içmek geçiyor. Beraberinde çay ve çikolatayı da bırakan Pollan’ın bütün şiddetiyle yaşadığı çekilme periyodu, kafeinin ne kadar güçlü bir uyuşturucu olduğunu ilk elden deneyimlemesine neden oluyor.
Kafein bizi neden bu kadar etkileyebiliyor?
Kafein bileşiğinin insanları bu kadar etkilemesinin en büyük sebeplerinden birisi, insan vücudunda bulunan ve görevi hücrelere çevresel sinyalleri taşımak olan reseptörlerden birisini aktive etmesinden kaynaklanıyor.
Kafein tarafından harekete geçirilen bu reseptör, beden ne kadar yorgun olursa olsun “Yorgun hissetmiyorsun.” mesajını taşıyor. Böylelikle hücreler tüm hızda çalışmaya ve işlevselliklerini korumaya devam ediyor. Vücudu, bedensel ve zihinsel yorgunluğun olmadığına “inandıran” kafeinin bu etkisi, Sanayi Devrimi’nin bel kemiği olan; uzun saatler boyunca sürekli ve tempolu çalışma kültürünün oluşmasına hatta 2021 senesine kadar korunmasına neden oluyor.
Buna karşın kafeinin insan sağlığına pozitif etkilerine dikkat çeken Pollan kahve ve çayın doğada bulunan en güçlü antioksidanlar olduğunu belirtiyor. Bunun yanı sıra kafein, kardiyovasküler hastalıkların, Parkinson ve bunama gibi beyinsel rahatsızlıkların hatta bazı kanser çeşitlerinin önlenmesinde yardımcı oluyor.
Beyinsel fonksiyonları güçlendiren bu bileşik, profesyonel sporcuların, satranç oyuncularının performanslarını büyük ölçüde iyileştiriyor. Her gün çalışan, üreten ve yaratan bizlerin ise verimliliğini gözle görülür şekilde arttırıyor.
Kafeinin bağımlılık hissi sadece insanlara özgü değil. Yapılan araştırmalar arı gibi polen taşımakla yükümlü tozlayıcı böceklerin kafeine, her ne kadar onlara zarar verdiği bilinse de, bağımlı olduklarını gösteriyor.
Kitabın sonunda kafeinin her durumda uzak durulması gereken kötü bir madde mi yoksa yarattığı devasa etkileri ile etkileyici olan mucizevi bir bileşik mi olduğuna kesin bir cevap vermeyen Pollan, tekrardan kahve içmeye başladığı hayatına geri dönüyor. Biz okuyucularsa aynı ikilem ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu denli hayatımızı kontrol eden bir içeriği tüm boyutları ile tanıdığımızda, içimizde korkuyla karışık bir hayranlık hissi oluşturuyor.
Aynı zamanda toplumca “kötü” olarak kodladığımız “bağımlılık” anlayışımız, kafein bağımlılığı gibi görece sağlık problemlerine neden olmayan, “masum ve kabul gören” bir bağımlılık ile sınanıyor. Beslenme alışkanlıklarının sadece insan sağlığı ile sınırlı kalmadığı aynı zamanda kültürel, ekonomik ve çevresel etkilere sahip olduğununu kafein örneği ile bir kere daha anlıyoruz.