Hayattaki tek amacımız mutlu olmak değil mi? Her gün her an verdiğimiz her karar, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, mutluluğu yakalamak için attığımız bir adımdır. Mutluluk dediğimizde hepimizin aklında farklı örnekler ve tanımlar beliriyor olabilir. Ben ise mutluluk kavramından bahsederken daha sürekli olan, dış etkenlerden etkilenmeyen zihinsel bir oluş halinden bahsediyorum. Anlık zevklerden öte, öğrenilmiş kodlar, kısıtlayıcı beklentilerden arınmış bir hal. Bu oluş hali, acı çekerken mutlu olabilme, hoşumuza gitmeyen bir deneyim içindeyken de etraftaki güzellikleri görüp, takdir edebilme becerisidir. Peki bizi bu halden uzaklaştıran mutluluk tuzakları nelerdir?
Eski filtrelerinizi bir süreliğine kenara koyarak bu yazıyı okumaya var mısınız?
Onaylamadığınız bir davranışı sergileyen birine karşı zihninizde beliren tüm yargılarınızı şu an bırakabilir misiniz? Her canlı kendi bilinç seviyesine göre davranışlar sergiler. Bu davranışlar, ne olursa olsun, kişinin kararının altındaki motivasyonu her zaman güvende olmak, huzurlu olmak, sağlıklı ve mutlu olmayı içerir. Kişinin seçimlerini doğru ve yanlış olarak değerlendirmektense, bahsettiğim motivasyonları karşılayacak bir algı ile bu tavırları sergilediğini kabul etmek sizin için mümkün olabilir mi?
Mutluluk ve farkındalık ilişkisi
İstisnasız hepimiz mutlu olmak, huzurlu olmak, sağlıklı olmak, güvende olmak ve rahat yaşayabilmek için, o anın içinde, bize en çok hizmet eden kararları vermeye çalışıyoruz. Bu kararlar doğrultusunda, kimimiz kendinden daha çok ödün veriyor, kimimiz bütünün hayrını daha öncelikli kılıyor, kimi ise daha kendi odaklı düşünüyor. Doğru yanlış yok unutmayın!
Bu yaklaşımların hepsi farklı bir farkındalık hali yani “bilinç seviyesidir”. 3. sınıftaki çocuğun 12. sınıftaki çocuk ile aynı dersleri algılamasını ve aynı yorumları yapmasını bekleyemeyiz. Bu örneğime lütfen alınmayın, kimseyi sınıflandırmıyorum ya da kimsenin zekasını kategorize etmiyorum. Sadece farklı sebeplerden ötürü insanların farklı bilinç hallerinde olduğunu söylüyorum ve bunun gayet doğal olduğunu hatırlatıyorum.
Farkındalık öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir oluş halidir. Kazanılabilen bir beceridir ve ustalaşabildiğimiz bir yaşam biçimine dönebilir. Sadece farkındalıkla yaşayan bir insanın yukarıda açıkladığım sürdürülebilen gerçek mutluluğu deneyimleyeceğine inanıyorum. Psikologlar ve bilim insanları kendimizi mutlu ya da mutsuz hissetmemizin mutlak koşullarımızla çok az ilgisi olduğunu savunmaktadırlar. Daha çok durumumuzu nasıl algıladığımız ve elimizde olana ne kadar şükrettiğimiz mutluluk halimizi belirlemektedir.
Mutluluk bir zihin eğitimidir
Mutluluk gözümüze taktığımız lens gibidir. Tüm hayata olan bakış acımızı belirler. Lenslerimizi ara sıra temizlemeli ve görüşümüzü odaklamak için merceği ayarlamalıyız. Mutluluk ile ilgili algımızı da aynı şekilde temizleyip, yeniden odaklayabiliriz.
Thich Nhat Hanh Buddha’nın Öğretileri kitabında “Mutluluk için kendinizin dışında bir yere bakmayın. Ona sahip olmadığınız fikrinden vazgeçin. O sizin içinizde, ulaşılabilir.” diye ifade ederken bir bakıma Cem Yılmaz’ın espiri olarak söylediği “Mutluluk içimizde.” lafını doğrulamıştır. Biz neden zaten sahip olduğumuz bir şeyi gidip dünyanın başka köşelerinde arıyoruz?
Mutluluğun sırrı
Mutluluğun Sanatı adlı kitabında mutluluğun en yüksek noktasının insanın, hiç acının bulunmadığı özgürlük durumuna ulaşması olduğunu söyler Dalai Lama. Sanırım ona katılıyorum. Sonsuz mutluluk bizi mutlu olmaktan alıkoyan acı algısından kurtulmaktır.
Mutluluğu deneyimlemek için mutluluğu ortadan kaldıran acı kavramını ve acıyı yaratan sebepleri tanımlamak ilk adımdır. Mutluluk tuzakları acıyı yaratan sebeplerdir.
Mutluluk tuzakları
Kıyaslama tuzağı
Zihnimiz sürekli geçmiş ve gelecekte var olabildiği için hep bir kıyaslama yapma yatkınlığı içindedir. Düşüncelerimiz her zaman geçmiş ve gelecekle ilgilidir. Şu an için düşündüğünüz her şey aslında geçmiştir. An’ın içinde düşünce var olamaz. Anın içinde sadece deneyim mevcuttur.
Kıyaslama yapabilme becerimiz ise zihnimizin en güçlü, faydalı özeliklerinden ve aynı zamanda en büyük acıları yaratan tuzaklarından biridir. Kazancımızı, ilişkilerimizi, ayrıcalıklarımızı, yeteneklerimizi, başarılarımızı, sevgimizi kıyaslarız. Kıyaslama sonucu olan çıkarımlarımıza göre de mutluluğumuzu tanımlarız.
“Beterin beteri vardır.” algısı ile bir olaya baktığımızda kendimizi daha şanslı ve mutlu hissedebiliriz. “Her şey hep beni mi bulur?” algısı ile baktığımızda ise, o an dünyanın en şansız ve mutsuz insanı oluruz. Her iki durumda da haklıyızdır. Wisconsin Üniversitesin’de kadınlar üzerinde yapılan bir incelemede bir grup kadına, bu yüzyılın başındaki kadınların hayatları hakkında bilgiler ve resimler gösterilmiş. Kadınlardan gösterilen hayatlar hakkındaki duygularını ifade etmeleri istenmiş. Ve bu paylaşımlardan önce ve sonra kendi hayat kalitelerini değerlendirmeleri istenmiş. Çalışmanın başında ve sonunda kadınların verdikleri cevapların değiştiği gözlemlenmiş. Çalışma sonunda hayat kalitelerinden memnuniyeti artan kadınların sayısının arttığı gözlemlenmiş.
Kıyaslama becerimizi zihnimizin işleyişine göre kullanırız. Yapıcı ve olumlu kodlanmış bir zihin, kıyaslama becerisini bir avantaja döndürebilirken, olumsuz kodlanmış bir zihin bunu bir tuzağa dönüştürebilir. Zihin eğitimimiz ve bilinçli farkındalık halimiz bu tuzağa düşmemekte önemli bir etkendir.
Arzular ve isteme tuzağı
Her zaman sahip olduğundan farklı olanı ister insan.
“Keşke daha büyük bir evim olsa, keşke şu an yaz olsa, keşke yağmur yağmasa, keşke bu yola girmeseydim, keşke daha çok zamanım olsa……”
Var olanla ilgilenmektense, sahip olmadığımıza odaklanırız. Bu doğal, insani bir yaklaşım ve zihinsel bir alışkanlıktır.
Her an elimizde olmayana odaklanınca;
- An’ın tadını çıkartamamaya, an’ın farkında olamamaya,
- Enerjimizi boşa harcamaya,
- Etrafımızdakilerle kopukluk yaşamaya,
- Arzularımızın bizi yönetmesine,
izin vermiş oluruz.
Dikkatinizi nereye verirseniz, enerjinizi de oraya verirsiniz. Dikkatinizi, farkındalığınızı ya da zihninizi o olasılık üzerinde sabitlediğinizde, enerjinizi de oraya yönlendirirsiniz.
Joe Dispenza
Bu ifade size tanıdık olabilir. Eğer ilk defa duyuyorsanız, Dr. Joe Dispenza’nın eğitimleri ve kitaplarında bu olgu güzelce anlatılır, hepinize tavsiye ederim. Çünkü dikkatimizi nasıl kullandığımız mutluluk halimizi direkt olarak etkiler.
Neden mevcut olandan keyif almayı seçmiyoruz?
Çünkü oto pilottayız! Oto pilot farkında olmadan yaşama halidir. Mindfulness pratikleri oto pilotta olduğumuzu fark etmemizi sağlar. Farkındalık kasımızı güçlendirir. Bizi mutsuz eden, geçmiş ve gelecekte yaşayan zihin bizi çoğunlukla kurban-katil-kurtarıcı üçgenine sokar. Bu üçgende iken asla mutlu olamayız. Aniden ortaya çıkan bedensel ya da zihinsel bir arzunuzun ortaya çıktığı o anı hepimiz iyi biliriz. İsteme enerjisini bizi bir anda ele geçirir. Eğer oto pilottaysak ve neler olduğunu farkında değilsek; hemen o arzumuza yöneliriz. Sanki o arzuyu tatmin etmezsek dünya duracakmış gibi hissederiz. Özellikle çocuklar daha dürtüsel yaşadıklarından bu tavırları sıklıkla sergilerler. Tabii ki yetişkin olan ve arzuları tarafından yönetilen birçok insan var. Bazen biz de onlardan biri olmuyor muyuz?
Dirençler ve istememe tuzağı
Hayatımızdaki arzularımız kadar, hayatımıza sokmaya direndiğimiz her şey de bize mutsuzluk verir. Dirençli olma hali ile mutlu olma hali aynı anda deneyimlenemez. Dirençli olduğumuzda gerek bedensel gerekse zihinsel olarak daha kapalı oluruz. Gerçekleşmesini istemediğimiz olaylarda daha reaktif olabilir ve sıkışmış hissedebiliriz. Dirençlerimizin altında çok yoğun ve nahoş duygular vardır. Korku, kaygı, güvensizlik, öfke, hırs, sıkışmışlık, hayal kırıklığı…
Bu duyguları bastırmak ya da yok saymak yerine onların altındaki ihtiyaçlara bakarsak, o zaman direncimizi yumuşatmaya başlarız. Her direnç bir yardım çağrısıdır. Her nahoş duygu da bir şeyin ters gittiğinin sinyalidir.
Direnç ya da nahoş duygu hissedersiniz hemen durun ve şefkatle ona dönün, bakın.
O an gerçekten ihtiyacınız ne?
Dirençleri ve nahoş duyguları cezalandırmak veya bastırmak daha ters tepkiler yaratır. İstemsiz patlamalara, içsel ve dışsal suçlamalara sebep olur. İhtiyacı keşfedilmemiş dirençler ve nahoş duygular mutsuzluk halimizi yaratan tohumlara dönüşür.
Beklenti ve hoşnutsuzluk tuzakları
Her deneyimimizin hoş olması gerektiği ve her an yüzümüzün Joker gibi gülmesi gerektiği beklentisi, bir deneyimden keyif almadığımızda bizde bir sorun olduğu algısı sadece bir mit ve bir başka mutsuzluk tuzağıdır. Yaptıklarımızdan hoşnut olmak, keyif almak ve mutlu olma hali çok karıştırılan kavramlardır. Bir bebek karşısında kızgın ya da asık surat ile bakan birini gördüğünde bu durumdan hoşnut olmayabilir; bu bebeğin mutsuz olduğunu gösteren bir durum değildir. Haberlerde seyrettiğimiz sahneler nahoş duygular hissetmemize sebep olabilir ve ancak bizi mutsuz etmezler. Hoş ve nahoş deneyimler hayatımızın her anında mevcuttur. Hoş ya da nahoş olan deneyimlere verdiğimiz zihinsel yorumlar ve yargılar o deneyimin bizi mutsuz edip etmeyeceğini belirler.
Tüm beklentilerimiz mutsuzluk tuzaklarımızdır. Sevdiğimiz, daha önce yediğimiz bir yemeği yerken beklenmedik ve tercih etmediğimiz bir tat ağzımıza geldiğinde hoşnut olmadığımız bir deneyim yaşarız. Ancak zihnimiz her zamanki gibi, hoşnutsuzluklarımızı abartıp, genelleştirip, üzerine güzel bir hikâye yazıp onları birer mutsuzluk algısına çevirebilecek potansiyele sahiptir. Deneyimlediğimiz her şeyi sevmek zorunda olmadığımızı ve her şeyin geçici olduğunu kendimize hatırlatırsak mutsuzluk tuzağına düşmeyiz.
Bağımlılık tuzağı
Bağımlılıklarımız ve masum sandığımız bazı alışkanlıklarımız mutluluğumuzun hırsızlarıdır. Yemeden duramayacağımızı sandığımız gıdalar, satın almadan rahat edemeyeceğimiz eşyalar, belirtmeden duramadığımız fikirler, karışmadan dayanamadığımız mevzular, içmeden duramadığımız sigaralar, görmeden duramadığımız sevgilimiz hepsi zihnin kodlanmış halleridir. Zihinsel yapımız bu alışkanlıklarımızı, bağımlılıklarımızı nasıl kullandığımızı belirler. Zihnimiz o an bu bağımlılığı yaşamsal bir ihtiyaç olarak algılamamızı sağlar ise tuzağa düşer ve mutsuz oluruz. Tuzağa düşmemek için kendimize hayır demeyi öğrenmemiz gerekir. Hayır demek bir şeyden kendimizi mahrum bırakmak ya da ihtiyaçlarımızı reddetmek değildir. Kendimize uzun vadede iyi gelecek olana yer açmaktır. Zevk duyduğunuz şeylere ara sıra hayır diyebilmek bizi onlara bağımlı kılmaktan ve acı çekmekten alıkoyar. Neye bağımlı olduğumuzun önemi olmaksızın tüm bağımlılıklarımız acılarımızın kaynağı ve mutluğumuzun tuzaklarıdır. Bilinçli farkındalık ve zihin eğitimi bu acılara son verebilmemizi sağlar.
Zevk ve ihtiyaç tuzağı
Alkol, cinsellik, alışveriş, yemek yemek, sarılmak, yağmuru seyretmek, kahvenin kokusu, doğada yürümek hepsi bize zevk veren deneyimlerdir. Mutluluk için zevk aldıklarımızdan vazgeçmemiz gerekli mi? Hayır! Sadece bir seçim yaparken “Bu bana zevk mi mutluluk mu veriyor?” diye bir farkındalık getirebilirsiniz. Farkındalıksız yaşadığımız deneyimler bizi dengeden çıkarabilir. İster alkol, isterseniz 3 porsiyon tatlı ya da 1 paket sigara tüketiyor olun, neyi neden yaptığınıza farkındalık getirmek o konuda sizi daha bilinçli, duyarlı ve yetkin biri haline getirecektir. Zevk verecek davranış her ne ise, ondan mahrum kalma algımız zihnimizde olmayan bir acının doğmasına sebep olur. Çoğu zaman bu acının bedensel bir yansımasını algılarız ve acıyı gerçek sanırız. O an zihnimizin tuzağına düşmüş oluruz. Bilinçli Farkındalık hali, bu tuzağa düşmemizi engeller. Bu yüzden bir eylemi yaparken size mutluluk mu zevk mi verdiğini kendinize sorun. İkisini de aynı anda hissettiren seçimlerimiz olabilir.
Yalan söyleme arzumuz, cinsel arzularımız, hırsızlık arzumuz, bazen bir ihtiyaçtan ortaya çıkabilir. Peki, o zaman bu arzularımızı tatmin etmek bizi mutlu edecek ise ve ihtiyacımızı karşılıyor ise gerçekleştirmeye hakkımız mı olur? Tabi ki hayır! Burada tatmin etmek istediğimiz arzumuz ve ihtiyaçlarımız arasında bir seçim yaparken sonuçlarına göre karar vermeliyiz. Tatmin etme arzumuz sonu gelmez dipsiz bir kuyudur. İhtiyaçlarımız ise sonludur. Bazı duygularımız da tatmin edilmek istenen bağımlılıklarımıza dönebilirler. Korku, açgözlülük, öfke bilinçsiz bir hal ile deneyimlendiğinde mutluluğun tuzaklarını yaratırlar. Eğitimli bir zihin ile tüm bu kodlamaları değiştirmek ve tuzaklara düşmeyi engellemek mümkün; Sadece Bilinçli Bir Farkındalıkla.
Mutluluk tuzakları karşısında nasıl kendimizi koruyabiliriz?
- Şükür pratiği
Şükür, mutluluğun ham maddesidir. Yaşanılan tüm kayıpların acımızı arttırması ve mutluluğumuzu azaltması doğaldır. Şükür panzehrini kullanmayı bildiğimizde elimizde olana bakış acımız değişir ve olanın değeri artar. Bu yaklaşım kendini kandırmak değildir. Tam tersine hayatın tüm gerçeğini olduğu gibi görmek ve kurban rolüne girmeden olana sahip çıkmaktır.
- Özdeğer pratiği
Kendimize verdiğimiz değer mutluluğunuzu etkiler. Sevgi ve şefkat gösterme halimiz ise öz değerimizi belirleyen yegâne unsurdur. Şefkat, sevgi paylaştıkça artar. Sadece kendimize değil, sosyal canlılar olduğumuz için birbirimize verdiğimiz şefkat, sevgi ve değer bir ağ görevi görür ve mutluluk tuzaklarına düşmekten bizi korur.
- Bilinçli farkındalık pratiği
Farkında olduğumuz sürece zihnimizi, bedenimizi eğitebiliriz. Gerçek mutluluk zihin yapımızı yani bakış acımızı değiştirdiğimizde mümkün olur. Mutluluk varılacak bir hedef değildir. Süregelen bir haldir. Bu hali korumak için pratiğimize asla ara vermeyiz çünkü pratik bizi an’da ve bilinçli bir farkındalık halinde tutan bir çapa görevi görür.
Maslow’un İhtiyaç Üçgeni‘nin en alt seviyesindeki ihtiyaçları karşılanmayan insanlarla mutluluk kavramanı konuşmanın onlar için öncelikli bir konu olmayacağını tahmin edersiniz. Ancak bu onları mutsuz olarak algılamamız gerektiğini de göstermez. Lakin zorluklarla yüzleşirken bile mutlu olabilen insanlar tanıyorsunuzdur. Onlar kendilerine ve yanlarındakilere doğal olarak neşe katarlar. Acılarının içinde bile hayata gülümseyebilirler. Ben böyle biriyim diyebilir misiniz? Böyle birini tanıyor musunuz?
Mutluluğun bu hali, iyiyi görme, neşe, sevgi dolu şefkat, takdir ve şükran meditasyonlarını pratik ettikçe geliştirebileceğimiz bir oluş halidir. Her yerde her koşulda mutlu olabilme kapasitemizi geliştirdiğimizde; şimdi ve burada olmayı daha sık deneyimleriz.