Sosyal medya hesaplarınız sizi de kendinizden bile daha iyi tanımaya başladı mı? Daha hangi ayakkabıyı istediğimizi bilmeden önümüze çıkan spor ayakkabı reklamları veya tatil fikri kafamızdan geçerken telefonlarımıza gelen uçak bileti bildirimleri dijitalleşmenin karanlık yüzünün günlük yaşamımıza yansımalarından en masum olanları.
Kişisel verilerimizin korunması konusunda yaşanan yasal belirsizlikler ve teknoloji devi firmaların gizli iletim sistemleri hepimizi tedirgin ediyor. Fakat bu tedirginlik sosyal medyaya olan düşkünlüğümüzü etkilemiyor, hatta her geçen gün, her yeni çıkan sosyal medya platformlarında yeni bir hesapla kendimizi buluyoruz.
Tam da bu ikilemin işlendiği Netflix belgeseli Sosyal İkilem, orijinal adıyla “The Social Dilemma” dijitalleşmenin karanlık yüzü hakkında merak ettiğimiz tüm sorulara cevap veriyor.
İlginizi çekebilir: Kendinizi Baştan Keşfedeceğiniz Netflix Belgeselleri
Dijitalleşmenin etkisi
Jeff Orlowski yönetmenliğinde çekilen Sosyal İkilem belgeseli, sosyal medya platformlarının kurucularıyla yapılan röportajlar üzerinden ilerliyor. Neredeyse hepsi erkek olan bu yaratıcılar, tasarımlarının kullanıcılar üzerine etkilerini, yaşanan büyük toplumsal değişimleri ve sosyal medyanın demokrasi üzerine etkilerini konuşuyor.
Hepsinin ortak görüşü ise kurulmasına yardımcı oldukları sosyal medya mecralarının toplumsal hayata zarar verdiği ve kişisel verilerin izinsiz kullanılmasına yol açtığı yönde. Bu farkındalıkla çalıştıkları teknoloji firmalarından istifa eden çalışanlar, kendilerini sebep oldukları negatif sosyal değişimi engellemeye ve iyileştirmeye adıyor.
Belgeselde ise zaman zaman kendilerine yönlendirilen sorulara açıkça cevap vermekte zorlanıyorlar. Yine de dijitalleşme çağının arka planında neler yaşandığına dair anlattıkları her birimize sosyal medya hesaplarını sildirecek türden.
İlginizi çekebilir: Dijital Minimalizm: Gerçek Hayata Bağlanmanın 4 Yolu
Sosyal medya stratejileri
En etkili sosyal medya stratejilerinin başında sıkça kullandığımız uygulamalarda bulunan “Infinite Scroll” yani sonsuz kaydırma özelliği ile bildiri bazlı iletişim sistemi geliyor. Faydalı veya etkisiz gibi görünen bu küçük özellikler, biz kullanıcıları uygulamalarda daha uzun süre tutmak amacıyla tasarlanmış.
Bize özel olarak hazırlanan ve gün içinde sürekli olarak karşımıza çıkarılan bildirimler ise tahmin ettiğimiz gibi kişisel verilerimiz göz önünde bulundurularak hazırlanıyor. Hangi fotoğraflara daha çok baktığımız, hangi aramaları yaptığımız, gittiğimiz restoranlar gibi birçok verinin birleşmesi ile her birimizin tüketici eğilimleri, zevkleri, yeme-içme alışkanlıkları yani tüm tercihleri teknoloji devlerinin gözleri önüne seriliyor.
Finans modellerinin belirsizliğine bağlı olarak da bu verileri üçüncü partilere verebilen/satabilen bu firmalar, telefonlarımızı reklam panosuna çeviriyor. Bundan da öte, insan psikolojisinin savunmasız ve zayıf bölgelerine odaklanan yazılımlar ile davranışlarımızı manipüle edip, daha bizler harekete geçmeden ne yapacağımızı tahmin etmeye hatta yönlendirmeye başlıyorlar.
İnsan deneyimi bazlı reklam modeli olarak da bilinen “Gözetim Kapitalizmi” hepimizin aşina olduğu kapitalist üretim ve tüketim modellerinin sosyal medyada var olması anlamına geliyor. Yaratıcılar, bu stratejileri açıklarken sorumluluk ve karşı aksiyon alması gerekenlerin kullanıcılar değil, bu platformları yaratan firmaların ve gerekli kontrol ve korumaları yapmakta eksik kalan devlet mekanizmaların olduğuna ayrıca dikkat çekiyor.
İlginizi çekebilir: Stalking (Sosyal Medyada Gizli Takip) Nasıl Zarar Veriyor?
Sosyal medyanın aile yapısı üzerine etkisi
Bu belgeselde, teknoloji dahileri ile yapılan röportajlara ek olarak, Amerikalı bir ailenin sosyal medya tarafından nasıl etkilendiği de mizansen olarak gösteriyor. Belgeselin ana fikrini biz izleyicilere aşılama isteği maalesef bu mizansenin oldukça abartılmasına sebep oluyor.
3 çocuktan birisinin telefonundan 5 dakika bile uzak duramadığı, diğerinin ise Youtube’dan izlediği propaganda videoları yüzünden ekstrem politik gruplara katılması, önemli toplumsal konuları göz ardı ederek dünyada yaşanan tüm problemleri sosyal medya kullanımına yüklüyor.
Belgeselin sonunda ise hepimizin aklına sosyal medya hesaplarımızı kapatmak gelirken çok azımız gerçekten bunu başarabiliyor. Dijitalleşmenin karanlık yüzü açıkça önümüze serilse de değişmeyen alışkanlıklarımız, insan psikolojisinin kompleksliğini kanıtlar nitelikte.