Sosyal medya yeni eklenen özellikleriyle beraber büyümeye devam ederken, her geçen gün daha büyük bir alan kaplayarak hayatlarımızın içine sinsice sızıyor. Evet, “sinsice sızıyor”! Çünkü birçoğumuz sosyal medyayı kullanmaktan büyük bir zevk alıyoruz ancak ruhsal durumumuza yaptığı tahribatın farkında bile değiliz.
Facebook ve Instagram canlı yayınları, hikayeleri ile anlık paylaşımı; Twitter ise devlet başkanlarının tweetleriyle politik gündemin nabzını tutmamıza olanak sağlamakta. Böylelikle hepimiz kendimize sosyal medyada vakit geçirebilmek için bir sebep buluyoruz. Kısa bir süre önce yapılan bir araştırma, 8-18 yaş aralığındaki çocuk ve gençlerin, sosyal medyaya harcadığı sürenin günde 9 saat olduğunu rapor etti. Bu sonuçları görünce; ne zaman okula gittiklerini, ders çalıştıklarını, sosyalleştiklerini, yemek yediklerini ve uyuduklarını merak ettiniz değil mi? Bizde!
Sosyal medyanın günlük hayatımızın bu denli ayrılmaz bir parçası haline gelmesi çok şaşırtıcı değil aslında! Çünkü birçoğumuz güncel haberleri buradan öğreniyor, eğlence programlarını buradan takip ediyor, arkadaş çevremizle iletişimi yine buradan kuruyor ya da yeni arkadaşlıkları burada başlatıyoruz. Kısaca hayatı bu sayede yakalayabiliyoruz. Fakat “beğenme”, “takip etme” ya da “yorumda bulunma” gerçekten birbirimiz ile iletişim kurma yolu mu? Yoksa fark etmeden izole bir yaşam sürme sebebi mi?
Birinci gösterge: Sosyal karşılaştırma yapmak
Sosyal karşılaştırma yapmak birçoğumuzun deneyimlediği bir durum. Bir arkadaşımızın tatilde olan fotoğraflarını görmek, bize “bir süredir tatile gitmediğimizi” ya da “neden bizimde tatilde olmadığımızı” düşündürtebiliyor. Bu durum mutsuz olmamıza ya da fotoğraflardan etkilenerek en kısa sürede bir tatil planlamamıza neden oluyor.
Kahvenin ilk yudumunun tadına varmadan, sipariş ettiğimiz enfes bir yemeği yemeden, sosyalleştiğimiz bir ortamda sohbete bile başlamadan önce yani kendi mutluluğumuz için herhangi bir şeyi deneyimlemeden önce “mükemmel bir poz” yakalamaya çalışıyoruz. Ardından onaylanmak için sabırsızlanıyoruz. Hepimiz gerçeklerin farkındayız fakat kendimizi yargılamaya ve bu döngü içerisine çekmeye devam ediyoruz.
Bu durum, fiziksel görünüşümüzü, yaşamlarımızı, bizi biz yapan her şeyi başkalarıyla karşılaştırmamıza neden oluyor. Bu süreç sandığımızdan daha yıkıcı olabilir. İngiltere’de 1500 kişilik bir grup arasında yapılan çalışmada, sosyal medya kullanıcılarının %62’sinin hesaplarını kontrol etmelerinin ardından kendilerini yetersiz hissettiği ve kıskançlık duygusuna kapıldıklarını ortaya koyuyor.
İkinci gösterge: Genel sağlık durumumuz üzerindeki etkisi
Özgüven sorunu yaşayan insanların sosyal kıyaslamadan daha kolay etkilenebileceğini savunanlar var. Diğer bir konu ise, sosyal medya sayesinde hiç temas kuramayacağınız eski arkadaşlar ya da temas kurmayı hedeflediğiniz kişiler ile iletişim kurma imkanı sağladığı gerçeği.
Sosyal medya kullanımının genel sağlık durumunu nasıl etkilediği üzerine yapılan araştırmalarda, iyilikten çok zararı olduğu saptanmakta. Söz konusu araştırmalar yüz yüze sürdürülen sosyal ilişkilerin insan sağlığını olumlu etkilerken, online olarak sürdürülen sosyal ilişkilerin (takip etme, beğenme, yorumda bulunma gibi) ise zihin sağlığını olumsuz yönde etkilediğini ortaya çıkardı. Sonuç itibarıyla sosyal medya, yaşamdan alınan doyumu azaltarak daha mutsuz olmamıza sebep oluyor.
Gerçek şu ki, sosyal medya dünya ile kurduğumuz ilişkilerinin önüne geçemez. Çünkü geçen gün yeni eklenen bir özellik bizi şaşırtmaya, ilgimizi çekmeye devam etse de bir süre sonunda somut bir temasa ihtiyacımız olduğu kesin.
Dijital detoksa bir örnek:“It’s Time To Log Off”
Hayatımıza birçok yönden kolaylık sağlayan akıllı cihazlar, vaktimizden çalmakla kalmayıp düşüncelerimize ve duygularımıza nüfuz etmeye başladığında “oturumu kapatma” eşiğine gelmişiz demektir.
2014 yılında Tanya Goodin tarafından başlatılan “It’s Time To Log Off” tam da bu bilinçle kurulmuş bir organizasyon. Kendi hayatından deneyimlerle yola çıkan Goodin, insan sağlığını fiziksel ve ruhsal olarak olumsuz etkileyen mavi ekran ışıklarına karşı gerçek bir sosyal bilinç aşılamayı amaç edinmiş.
Oluşturduğu dijital detoks kampıyla size tam anlamıyla bir arınma fırsatı sunarak tüm teknolojik cihazlardan uzak, trekking, yoga ve çeşitli workshoplar’la sanaldan öze yolculuk edebileceğiniz birkaç özel gün deneyimlemeyi vadediyor.
Kampa gidemeyenler ne yapmalı?
Dijital detoks yapmak için illa kampa gitmek gerekmiyor elbette. İşe telefonumuzdaki tüm gereksiz bildirimleri kapatmakla da başlamamız mümkün.
Vakit öldürme fikrinin kaliteli vakit geçirme algısına evrilmesine şans vermek gerekiyor. Dijital alandaki sınırlamalar arttıkça günü verimli değerlendirebilmek adına aslında ne kadar çok vaktimiz olduğunu görme şansımız da doğru orantıyla artış gösteriyor.
Bu nedenle akıllı telefonlar, cihazlarda ne kadar vakit geçirdiğimizi güncel olarak bildirme özelliğiyle öne çıkmaya başladı. Bazı otomatik sınırlamalar ve günlük hatırlatma ayarlarıyla kendimize acil bir sosyal medya detoksu düzenlememiz artık çok daha kolay.
Gözden ırak olan gönülden de ırak olur; telefonu, bilgisayarı ya da tableti gözümüzden uzak tuttuğumuz ve kendimize daha çok bireysel vakit ayırdığımız müddetçe onlara ne kadar az ihtiyacımız olduğunu ve hatta bir noktada aklımıza bile gelmediklerini fark edebiliriz.
“Yeteri kadar” mottosunu benimseyeceğimiz bir hayatın bize getireceği yüzlerce güzellik var. Bütün teknolojik gelişmeleri yakalamak, tüm gelişmelerden haberdar olmak, her güncel konuya yetişmeye çalışmak zorunda değiliz. Sadece bizi ilgilendiren, geliştiren ya da bizler için anlam teşkil eden bir düzeyde “dijitalleşmek” hepimize yeter de artar bile.