Sosyal medyada sürekli olarak mükemmel kişilerin mükemmel egzersiz rutinlerini izlemekten sıkıldınız mı? İlk önce Instagram’ı daha sonra TikTok’u ele geçirmiş olan “her gün düzenli spor yapan, yaparken de müthiş görünen o kişi” konsepti artık kimseye çekici gelmiyor. Aksine spor yaparken iyi görünme baskısı fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak iyi hissetmek için yapılan bir rutinin amacından tamamen şaşmasına; özgüveni ve motivasyonu düşüren, negatif duygu ve düşünceleri besleyen hatta yeme bozukluklarını ve aşırı egzersizi tetikleyen bir tehdide dönüşmesine neden oluyor. Peki kendi kendine yarattığımız, sosyal medyada yücelttiğimiz, şimdi de içinden çıkamadığımız bu sosyal baskıyı nasıl yıkabiliriz?
TikTok’taki #thatgirl hashtag’i neden problematik?
2000’lerde “it girl” varsa günümüzde de “that girl” var. İlk defa TikTok üzerinden yayılan “that girl” konsepti şu anda 6.5 milyar etkileşime sahip bir hashtag ile günümüzün popüler kültürünü ve iyi yaşam algısını şekillendiriyor. That girl’ü “o kız” yapan özellikler ise sahip olduğu sağlıklı yaşam alışkanlıkları, özenli rutinleri, eforsuzluğu ve mükemmel dış görüntüsü olarak sayılıyor.
Örneğin; her sabah erkenden kalkıp ya evinde ya da spor salonunda yaptığı zorlayıcı egzersiz rutinleri esnasında “o kız” uyumlu spor kıyafetleri giyiyor, cildi parlıyor, mükemmel bir topuzda toplanmış saçları bozulmuyor, kızarmıyor, terlemiyor, yorulmuyor. “O kız” tabi ki her zaman ince bir bedene, açık renkli bir tene, mükemmel görünen bir eve de sahip oluyor. “O kız” olmayan veya olamayan her kadın da aniden “diğeri”ne dönüşüyor.
Kimi için #thatgirl’ün tasarlanmış estetik dünyası, yaşamında pozitif değişimler yapması, sağlıklı alışkanlıklar edinmesi için motive edici olabilirken toplumun büyük bir çoğunluğu için tam tersi etkiyi yaratıyor. Kendini sürekli olarak “o kızlar” ile karşılaştırmaya başlayan kişiler özgüvenlerini ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarını sürdürmeye olan heveslerinde ciddi bir düşüş yaşamaya başlıyor.
Spor yaparken neden iyi görünme baskısı yaşıyoruz?
Motive eden içerikler ile spor yapmanın gerçekliği arasındaki sular bulanmaya başladığında toplumsal algı en göz önünde olanı, mükemmel kişilerin eforsuzca egzersiz yaptığı dijital dünyayı, tek gerçek olarak kabul ediyor. Toplumsal algı, kendi gerçekliğinden uzaklaşıp telefonlarında gördüğü dünyayı norm olarak kabul ettiğinde herkes kendini sorgulamaya başlıyor: “Ben spor yaparken böyle görünmüyorum!” Eğer spor yaparken “herkesin göründüğü gibi” görünmüyorsan tabii ki sorun sende; senin bedeninde, kabiliyetsizliğinde, tembelliğinde yatmaya başlıyor. İlk etapta kabul ettiğimiz tüm bu sosyal normlar, dönüp yine bize erişmesi imkansız standartlar ve yüksek beklentiler koyuyor.
Sosyal medyada, önümüze egzersiz içerikleri çıktığında, tüm paylaşılanların aslında hayatın en iyi anlarını yansıttığını unutuyoruz. Gördüğümüz mükemmel kişilerin her gün sabah erken saatlerde uyanıp zorlayıcı spor hareketlerini büyük kolaylıkla yapmalarını, onların da tüm dünyanın da tek gerçekliği olarak kabul ediyoruz. Doğrusu ise izlediklerimizin gerçek olup olmadığını bilmemizin kesin bir yolu yok. Öte yandan kendi sosyal medya alışkanlıklarımızdan öngörebildiğimiz bir nokta var; o da herkesin paylaştığı içeriklerde güzel görünmek istemesi!
Spor rutini kişiye özeldir, kalıplara uymak zorunda değil!
Spor salonları gibi kalabalık ortamlarda sık sık sosyal karşılaştırma teorisi adı verilen psikolojik kuram tetikleniyor. Bu kuram, doğru ve yeterli olduğumuzu anlamak için başkalarına bakarak karşılaştırma yapmaktan oluşuyor. Tam da bu dürtümüz daha evden çıkmadan zihinlerimizi; giyeceğimiz kıyafet, bedenimizin görünüşü, saçımız, terleyip terlemeyeceğimiz, egzersiz hareketlerini yapıp yapamayacağımız gibi endişe uyandıran düşüncelerle dolduruyor. Spor rutinlerimiz bedensel, zihinsel ve ruhsal ihtiyaçlarımıza yönelik olmaktan çıkarak salondaki herhangi birisinin veya sosyal medyada beğendiğimiz rastgele bir videodaki kişinin oluyor. Herkesin kendisinin en iyi versiyonuna; güçlüsüne, atletiğine, “güzel” görünene ulaşmayı hedeflemesi gerekirken bir başkasının dış görünüşü milyonlarca kişinin ortak amacı haline geliyor.
Spor yaparken hissedilen iyi görünme baskısının ağır bir ekonomik yönü de bulunuyor. Birbirine uyumlu spor sütyenleri ve taytlar hiçbir gün tekrara girmezken kullanılan diğer eşyalar; matlar, mataralar da en iyi markaların, en ünlü modellerinden oluyor. En basit formunda bir spor ayakkabısı ve bir spor kıyafeti takımı ile yapılabilecek egzersiz rutinleri bütçeyi çok zorlayan, sürekli tüketime iten ve fazlasıyla kârlı bir endüstriyi besleyen ayrıcalık seviyesine erişiyor.
Spor iyi görünmek için değil, iyi hissetmek için yapılır.
Sosyal medyanın günlük yaşamımızı domine ettiği bu zamanlarda, neyi neden yaptığımızı anlamak çok zor olabiliyor. Özünde de spor, güzel görünmek için değil, sağlığı desteklemek ve iyi hissetmek için yapılıyor. Spor esnasında iyi görünmek istemek tamamen doğal bir düşünceyken bu isteğin dış baskıdan ötürü değil, içeriden gelen bir motivasyonla beslendiğinden emin olmak gerekiyor.
Örneğin; spor yaparken kendinizi en iyi taytla değil eşofmanla, saçlarınız toplu değil açıkken, renkli değil siyah giyinirken hissediyor olabilirsiniz. Tüm bunları yaparak spora gitmenizde tabii ki hiçbir negatif tetikleyici yok! Öte yandan sadece aynı seansa gittiğiniz kişiler bir markayı kullanıyor diye o markayı almak, makyaj yapmak istemezken yapmak durumunda hissetmek dışarıdan bir baskıyı işaret ediyor. Bu zamanlarda yine odağı kendinize çevirmek: “Ben spor salonunda kendimi hangi halimde en iyi hissediyor ve yaptığım egzersizden keyif ve verim alıyorum?” diye sormak gerekiyor.
Dijital platformlarda ise kendinizi kötü hissettiren, sizi başkaları ile karşılaştırmaya iten her kişi ve kanalı takipten çıkarmanız en etkili çözüm olabilir. Onların yerine takip edebileceğiniz spora dair kapsayıcı, eşitlikçi ve gerçekçi bir bakış açısı olan, kullandığı kelime ve fotoğraflara dikkat eden çok fazla iyi içerik üreticisi bulunuyor. Ana sayfanızı sizi aşağıya çeken hesaplarla değil, sizi olduğunuz gibi kutlayan ve yücelten kişiler ile doldurmakta fayda var!