YAZAN: MÜGE SEYHAN ÖZTÜRK

Hayatımızı nasıl yaşadığımız, nasıl düşündüğümüz ve nasıl davrandığımız üzerinde etkili olan korkularımızı yeniden çerçevelemek farkındalık kazanarak mümkün oluyor.


Ne kadar cesur olursak olalım ne kadar proaktif olursak olalım sanırım birçoğumuzun hayatında, korkuya kapıldığı zamanlarda konfor alanına tutunmuşluğu vardır. Bunun sebebini biyolojimizle kolaylıkla açıklayabiliyoruz aslında; korkularımızın tetiklediği fizyolojik tepkiler, eyleme geçme kabiliyetimizi zayıflatır. Eyleme geçememek ise, çoğunlukla eski bildiğimiz kalıpların tekrarına ve konfor alanımızdan çıkamamamıza sebep olur.

Aslında bunun nedenini, bedenimizin korku hissini bertaraf edecek “kestirme bir yol” bulmasıyla da açıklayabiliriz. Bu kestirme yol, hissettiğimiz o korku duygusunu bastırmak için ulaşılabilir ilk “ödüle” gitmektir. Bu ödül erteleme de olabilir, yemek de olabilir, o an o korku duygusunu bize unutturacak başka bir şey de…

Ancak bunun bize maliyeti de yok değil. Neden mi? Çünkü bir kez o negatif duygu bertaraf edildiğinde, beynimiz bunu bir kenara not eder ve artık bu hamle rutinimiz haline gelmeye başlar.

Yani hissettiğimiz bir korku (ya da herhangi bir negatif duygu karşısında) kendimizi ödüllendirdiğimizde, bu potansiyel bir alışkanlık devresi oluşturur. Evet, kısa vadede anlık bir rahatlama duygusu bize iyi gelebilir ancak uzun vadede kendimizi daha çok zarara uğratıyor oluruz; daha fazla erteleriz, daha çok yemek yeriz, ya da sık tembellik yaparız…

Peki size beynimizde bundan sorumlu bir bölge olduğunu söylesem?

Bu bölgenin adı, istemli hareketlerin kontrolü, öğrenme, kavrama, bilişsel fonksiyonlar, gibi pek çok beyin fonksiyonunda önemli bir rol oynayan bazal gangliyon (ya da bazal ganglia). “Keyif merkezi” olarak bilinen ve beynin ödül mekanizmasında önemli paya sahip olan nukleus akkumbens de zaten bu bölgenin bir parçası.

Görevlerini sıraladığımızda bazal gangliyonun büyük sorumluluklar aldığını fark ediyoruz. Fakat bizim konumuz açısından en önemlisi, bölgenin çeşitli alışkanlıkların ve duyguların da düzenlenmesinde görev alması.

Bazal gangliyon vücudumuzda ve çevremizde olup biten tüm verileri toplar ve bunlarla başa çıkmak için ne yapmamız gerektiğini belirler. Bu duyguların neden olduğu gerilimi (böyle bir etkileri olduğunda) serbest bırakmak için geçmişte nelerin işe yaradığına bakar ve elindeki bu listeye dayanarak, belirli rutinler önerir. Bu rutinler hissedilen gerilimi en hızlı şekilde serbest bırakmaya yöneliktir.

Örneklemek gerekirse, eğer korku hissediyorsak ve rutinimiz de “erteleme” ise, bunu gerçekleştirir ve hissettiğimiz stres ve baskının geçici de olsa hafiflemesini deneyimleriz. 

Ancak her alışkanlık gibi, bu döngüyü her tekrar ettiğimizde bu devreyi güçlendirmeye başlarız. Beynimiz baskıyı azaltmayı sağlayan rutinin ne olduğunu fark eder (yukarıdaki erteleme gibi) bazal gangliyon bunu not eder ve bu rutini her seferinde kullanmaya başlar.

Aslında kızmamak lazım, çünkü süreç tamamen bizi düşündüğünden!

Fakat madem durum bu; biyolojimizi de değiştiremeyeceğimize göre, o zaman biz de bu döngüyü kıvrak yöntemlerle nasıl aşabiliriz, ona bakalım.

Enerji çalışmaları bu anlamda bize önemli iki yol sunuyor. İlki, gerek korkularımızı gerek tetikleyicileri konusunda farkındalık geliştirmek. İkincisi de korkularımızı dönüştürerek bu rutinin devreye girmesinin önüne geçmek.

Korkularımızın nasıl farkına varırız?

Korkularımızı tanımanın ilk adımı, onları eylem halinde yakalamaktır. Korkularımızın hangi şartlarda, hangi konularda, ne zaman ortaya çıktığının farkındalığında olur, nasıl işlediklerini kavrarsak zamanında müdahale etme şansımız olur. Bedenimizin o gerilim döngüsüne kapılmasına izin vermeden öncelikle zihnimizin iyi bir takipçisi olmalıyız. Hangi düşüncelerimiz korkularımızı tetikliyor ya da korku barındırıyor?

Bunu örneklemek gerekirse; içinde “yapamam, imkânsız, yeteri kadar (hazır, becerikli, yetenekli vb. gibi) değilim, ya bana gülerlerse, ya dalga konusu olursam” gibi ifadeler barındıran her düşünce aslında korku cümlesidir. Aynı şekilde, bırakamadığımız, ısrarla tutunduğumuz her insan, her durum, her davranış ardında çoğunlukla farkında olduğumuz ya da olmadığımız bir korku barındırır.

Peki bu korkuların tetikleyicisi nedir?

Bunu anlamak için hissettiğimiz korkunun çıkış noktasının ne olduğuna kafa yormalıyız. Bu hissin kökeninde mutlaka ya olumsuz bir deneyim, bir travma, bir olay, ya da bir kişi vardır.

Bu noktada söz konusu olaya, deneyime, travmaya, kişiye (ya da onla olan münasebetimize) atadığımız anlama bakmamız lazım. Psikologlar doğuştan yalnızca yükseklik ve yüksek ses korkusuna sahip olduğumuzu, bunlar dışındaki tüm korkuların sonradan edinilmiş korkular olduğunu ifade ediyorlar.

Korkuların arkasında yatan anlamlar

Sonradan edinilen her şey gibi, bu korkular da (doğuştan sahip olmadığımızdan) bizim onlara verdiğimiz anlamlarla ortaya çıkıyor. Yani problem aslında korkunun kendisi değil, bazı olaylara, deneyimlere, durumlara, kişilere atadığımız anlam.

Örneklemek gerekirse; eğer örümcekten korkuyorsak, belki çocukluğumuzda boş bulunduğumuz bir anda üzerimize örümcek sıçramış olabilir. O andan itibaren, devreye giren stres tepkisiyle birlikte hissettiğimiz ve bedenimizde depoladığımız duygu, örümcekleri korku ile eşleştirmemize sebep olur. Dolayısıyla atadığımız anlamda da örümceklerin korkutucu olduğudur.

Dolayısıyla herhangi bir şeye negatif anlam atamışsak, stres tepkisi devreye girer ve bazal gangliyonun tespit ettiği kısa yollardan birine saparak bu duyguyu en hızlı, en kestirme şekilde serbest bırakmaya çalışırız. İşte bu noktada bize anlık da olsa rahatlatacak, o korku duygusundan uzaklaştıracak rutinler devreye girer.

Korkulardan kurtulmak mümkün mü?

Korku duygusunun bedenimizde ilintili olduğu nokta kök çakramız. Çoğumuzun bildiği üzere bu nokta kök salmaya dair. Hayatla ilgili derdimiz varsa, sisteme, düzene güvenemiyorsak, itiraz ediyorsak, dünyadan yeteri kadar beslenemiyorsak, nimetlerinden kendimizi eksik bırakıyor, alamıyor, hak etmediğimizi düşünüyor ya da kabullenemiyorsak, başımıza bir şey geleceğinden korkuyor, buraya ait hissetmiyor, kendimizi güvende hissetmiyorsak, kök salamıyoruz demektir.

Bu noktayı şifalandırmak için nefes çalışmaları ya da meditasyonlar yapabiliriz. Öte yandan anlık müdahale şansımız yok mu? Tabii ki var!

Madem korkularımızın kökeni onlara atadığımız anlamdan kaynaklı, bu anlamı bilinçli bir şekilde değiştirirsek, yeniden çerçevelersek o zaman bu korku hissinden de arınabiliriz.

Peki korkularımızı yeniden çerçevelemek nasıl mümkün oluyor?

Korkularımıza atadığımız anlamı yeniden tanımlamanın yolu zihnimize, köprüden önceki son çıkış gibi, alternatif bir pozitif çıkış yolu bırakmaktır. Mesela bir şey başarmak istiyor ancak yeteri kadar kabiliyetli olmadığınızdan korktuğunuz için adım atmaktan çekiniyorsanız, bunu fark ettiğiniz anda kendinize pozitif bir çıkış yolu sunmalısınız.

Örneklemek gerekirse; bu işin altından kalkmak için yeteri kadar kabiliyetli değilim (veya aynı anlama gelen benzer cümleler) demek yerine, eksikliklerimi gidererek ve geliştirebileceğim yönlerimin üzerinde durarak bu işin altından kalkabilirim dediğimizde korku hissi etkisini yitirmeye başlar.

Korkularımızın hikayesini yeniden düzenlememiz onlar üzerinde kontrol kurmamızı sağlar. Hikayemizi değiştirdikçe, günlük hayatımızdaki eylemler de farklılık göstermeye başlar. Bu duygunun altında yatan anlamı yeniden tanımlamayı, farklı bir hikâyeye inanmayı seçtiğimizde aslında önümüzde seçenekler olduğunun farkına varırız.

Ve seçenek sahibi olmak, seçme şansımız olduğunu bilmek, her zaman özgürleştiricidir…



Müge Seyhan Öztürk

Rennes II/Upper Brittany Üniversitesi İletişim Bilimleri bölümü sonrası Galatasaray Üniversitesi'nde aynı dalda yüksek lisansını tamamlayan Müge Seyhan Öztürk, uzun yıllar özel sektörde yazar, editör, senarist olarak çalıştı. 2015 yılında ilk romanı yayınlandı. Yazın hayatının yanı sıra kendi şifa süreciyle başlayan enerji psikolojisi ve şifacılığına olan ilgisi, aldığı birçok eğitim sonrası...



BLOOM SHOP