YAZAN: BURCU ERBAŞ
FOTOĞRAF: GOOP

Hepimiz sosyal bir ortamda kendimizden çok fazla bahsettikten sonra ani bir pişmanlık ve utanç hissine kapılmışızdır veya ilişkilerde ilk defa “seni seviyorum” diyen kişi olmak herkes için göz korkutucudur. Aynı şekilde işten ayrılma konuşması yapmak, riskli bir mesaj atmak, duygularını itiraf etmek de… Tüm bu eylemler beraberinde korkuyu, utancı, pişmanlığı getirir. İnsan olmanın kaçınılmaz parçaları olan bu savunmasızlık anlarında maalesef çok başarılı değiliz. Peki, kendimizi güçsüz hissettiğimiz bu “zayıflık” anları aslında gücümüzün, yeterliliğimizin, mutluluğumuzun birer göstergesiyse? Bu alanda yürüttüğü çalışmalar ile dünya çapında ün kazanmış araştırmacı-hikaye anlatıcısı Brené Brown’a göre savunmasızlık içimizde keşfedilmeyi bekleyen özel bir güç. Peki, çevresini saran tüm korku ve utanç duygularına inat bu gücümüzü nasıl ortaya çıkarabiliriz? Aktif şekilde savunmasız kalarak ve savunmasız kalmayı öğrenerek!


Brené Brown kimdir?

Kendine “araştırmacı-hikaye anlatıcısı” ünvanını veren Brené Brown’u neredeyse 60 milyon kez izlenen ünlü TED Talk’u “The Power of Vulnerability“den tanıyor olabilirsiniz. Akademik çevrede odağına insan ilişkilerini, utancı, öz değeri ve savunmasızlığı alan çalışmaları ile önemli bir yer edinmiş Brown, şu anda tüm bu bilgi birikimini bizlerle paylaşmak için çalışıyor. Çok satanlar listesine girmiş birçok kitabın yazarı olmasının yanı sıra Spotify’da en çok dinlenen podcastler arasında yer alan Unlocking Us‘ın da moderatörlüğünü yapıyor.

Hayatımıza ne anlam katıyor?

Brown’un yürüttüğü tüm çalışmaların kesişiminde insan ilişkileri duruyor çünkü ona göre insanın dünyadaki varlığının nörobiyolojik düzeydeki tek amacı bağ kurabilmek. Hayatlarımıza, kurduğumuz ilişkiler anlam ve amaç katıyor.

Çalışmaları esnasında konuştuğu kişilere bağ kurmanın, sevginin ne demek olduğunu soran Brown sıklıkla kalp kırıklığı, dışlanma, bağlanamama hikayeleri dinliyor. Bu da ona hepimizin çok ciddi bir bağlantısızlık sorunu yaşadığını gösteriyor. Peki doğamızın bir parçası olan bağ kurmayı, gerçek hayatta bu denli zorlayıcı kılan ne?

Gerçek bağlar kurmamızı ne engelliyor?

Brown, gerçek anlamda bağ kurmamızın önünde iki engelin olduğunu fark ediyor: Utanç ve korku. Bu iki duygunun zihnimizdeki, “Gerçek anlamda sevilmek, bağlanmak, ilişki kurmak için yeterince değerli miyim, sevilebilir miyim, gerçekten iyi biri miyim?” yankılanmaları, savunma duvarlarımızı kaldırmamıza neden oluyor. Bağlanmadan, sevmeden, aşık olmadan önce kendimizi tutmamıza neden oluyor. Peki, neredeyse her insanın hissettiği utanç ve korku duygusunu ne besliyor?

Utanç ve korkunun temelinde ne yatıyor?

Tüm bu utanç ve korkunun temelinde bize dayanılmaz gelen bir savunmasızlık hali yatıyor. Gerçek anlamda bağ kurabilmemizin tek şartının karşımızdaki kişiye gerçek yüzümüzü, olduğumuz gibi gösterebilmekten geçtiğini söyleyen Brown, savunmasızlığı sevginin birinci şartı yapıyor. Peki savunmasız kalmaktan bu denli korkarken bunu nasıl başaracağız? Bu sorunun cevabını ise çalışmalarına katılanlar arasında belirli bir öz değer seviyesine sahip olan, hayatlarında sevgi bulunduran, zengin ilişkilere sahip kişilerde arıyor.

Belirli bir öz değere sahip kişileri, öz güven ve sevgi edinmekte zorlanan kişilerden ayıran özellik ise şurada yatıyor: Belirli bir öz değere sahip kişiler, hayatta çok güçlü bağlar kurabiliyor, seviyor, sevilebiliyor ve mutlu olabiliyorlar çünkü tüm bunları hak ettiklerine tüm kalpleri ile inanıyorlar. Kendilerinin değerli olduğunu biliyorlar.

Tüm kalbi ile yaşayan insanların ortak noktaları ne?

Brown bu kişilere “whole-hearted” yani içten kişiler diyor. Peki tüm kalpleri ile yaşayan bu içten kişiler hangi özellikleri sayesinde savunmasız kalmaktan korkmuyor veya engelleyici bir utanç hissi hissetmiyor?

  • İçten kişiler aynı zamanda cesaretli oluyor. Hata yapmaktan, mükemmel olmamaktan korkmuyorlar. Oldukları gibi, sadece kendileri olarak yaşamaya cesaretleri bulunuyor.
  • İçten kişiler aynı zamanda şefkatli oluyor. İlk önce kendilerine daha sonra başkalarına karşı şefkatle, anlayışla yaklaşabiliyorlar.
  • İçten kişiler gerçek anlamda bağ kurabiliyor çünkü kendilerini tanıttıkları kişi ile gerçek kimlikleri, otantik benlikleri aynı kişi oluyor. Olmaları gereken kişi olmak için uğraşmıyor ve kendileri olabiliyorlar.
  • İçten kişiler için de savunmasız kalmak rahatsız edici hissettiriyor fakat onlar savunmasızlığı bir gereklilik olarak görüyor. İlk defa bir kişiye “seni seviyorum” demek, nasıl olacağını bilmeden bir işe veya ilişkiye başlamak için istekliler. Olayları kontrol edememeyi veya sonuçları tahmin edememeyi hayatın bir güzelliği olarak görüyorlar.

Savunmasız kalmak konusunda neden bu kadar zorluk çekiyoruz?

Savunmasızlık nasıl hem gerçek anlamda bağ kurmanın, aşkın, sevginin, yaratıcılığın, aidiyetin sırrı hem de korkunun, utancın ve düşük öz değerin de kaynağı olabiliyor? Brown’a göre ikinci durum savunmasızlığı uyuşturduğumuzda ortaya çıkıyor.

Birine duygularımızı söylemek, partnerimiz ile seksi başlatan kişi olmak, işten ayrılacağımızı söylemek, birini işten çıkarmak, doktorun ağzından çıkacak iyi cümleleri beklemek gibi küçük savunmasızlık anları ile dolu bir hayat yaşıyoruz. Savunmasız kalmak bize o kadar rahatsız edici geliyor ki bu anları hissetmemek, aksiyona geçmemek için elimizden geleni yapıyoruz. Sonucunda belki utancı, korkuyu, endişeyi hissetmiyoruz veya kendimizi ateşe atmıyoruz ama beraberinde sevgiyi, güveni, aidiyeti de hissedemiyoruz. Duyguların arasından birkaçını seçip onları susturmamız mümkün olmadığı için bir kere bu uyuşturma haline kapılırsak iyi-kötü her duygumuzu köreltiyoruz. Peki kendimizi nasıl bu denli uyuşuk hale getiriyoruz?

Brown’a göre savunmasızlığı 3 şekilde uyuşturuyoruz:

  • Belirsiz olan her şeyi belirlemeye çalışıyoruz. Bu, “tayin etme, öngörme, bilme” dürtümüz kendini en iyi din ve politika konuşmalarında gösteriyor. Toplum giderek inancın, umudun, gizemin kaybolduğu sadece bir doğru ve bir yanlışın olduğu yöne doğru kayıyor.
  • Her hatamızı mükemmelleştirmeye çalışıyoruz. Bu, kendini en iyi estetik müdahale endüstrisinde ve çocuklarımızı yetiştirme tarzımızda gösteriyor. İnsanların doğası gereği hata yapmaya, zorluk çekmeye yatkın olduğunu kabul edemiyoruz.
  • Numara yapıyoruz. Kendi aksiyonlarımızın başka insanların hayatlarını etkilemediği düşüncesine inanarak yaşıyoruz. Hem özel hem de iş hayatımızda gözümüzü dış dünyaya kapıyor ve bencil aksiyonlar alıyoruz.

Utanç-savunmasızlık kısır döngüsünden nasıl çıkabiliriz?

Brené Brown’a göre bu uyuşukluk halinden çıkmanın yolu dayanılması çok zor olsa da savunmasızlığı kabul etmekten ve ona kucak açmaktan geçiyor. Tüm bu uyuşturma dürtülerimize rağmen şunları göz önünde bulundurmalıyız:

  • Otantik kimliğimizi herkesin görmesine izin vermeliyiz.
  • Hiçbir garantisi olmasa da tüm kalbimizle sevebilmeliyiz.
  • Kendi duygularımızdan korktuğumuz dehşet anlarında, fazla düşünme ve endişeye kapılmadan şükran ve neşe duymalıyız. Bu duyguların bizim hayatta olduğumuzu gösterdiğini hatırlamalıyız.
  • Belki de en önemlisi yeterli ve değerli olduğumuzu bilmeliyiz çünkü Brown’a göre ne zaman kendimizin değerli olduğunu bilirsek o zaman bağırmayı kesip dinlemeye başlıyor, kendimize ve diğerlerine karşı daha nazik oluyoruz.


Burcu Erbaş

Burcu Erbaş, 2024 yılında Domus Academy Milano'da Visual Brand Design alanında yüksek lisansını, 2020 yılında ise Galatasaray Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi lisansını tamamladı. Live to Bloom'da dört yıldır içerik ve proje yöneticisi olarak görev yapan Burcu platformun görsel iletişiminde de aktif olarak rol alıyor. İyi yaşam alanında yazdığı içeriklerinde özellikle bütünsel...



BLOOM SHOP