YAZAN: PROF. DR. ZEYNEP TARTAN

D3 vitamini adının aksine vitaminden öte vücutta hormon gibi çalışmaktadır. Son dönemde bağışıklık sistemi üzerine olan etkisi COVİD-19 pandemisi ile daha da çok konuşulmaya başlandı. Aynı zamanda yüksek dozların toksik etkisi veya doz aralıklarının neler olması konusunda pek çok tartışmaya da konu oldu. D3 vitamininin kemik sağlığı üzerindeki etkisine ek olarak bu dönem öne çıkan bağışıklıktaki yerinin önemini aktarmak üzere bu yazıyı hazırladık.


D3 vitamini 2 kaynaktan elde ederiz;

Birinci yol vücudun kendisinin sentezlediği 7-Dehidroksikolesterol ciltte UVB ile birleşerek öncüsü olan preD3 vitaminine dönüşür. Daha sonra bu preD3, D3 vitamini bağlayan protein (DBP) aracılığı ile önce karaciğerde 25-hidroksiD3 ve daha sonra böbrekte 1,25-hidroksiD3 olan aktif forma girer.

Bunun dışında ikinci kaynak ise yiyeceklerle ve takviye olarak alınan D3 vitaminidir. Bu D3 vitamini, ciltteki UVB basamağını atlayarak doğrudan karaciğer ve böbrekteki hidroksillenme işlemleriyle aktif formuna dönüşür.

D3 vitamininin bağışıklık sistemiyle olan bağlantısı aslında tam da bu aktif forma dönüşme işleminin sadece böbrekte değil, aynı zamanda savunma hücrelerinin içinde de olduğunun öğrenilmesiyle 1986 yılında anlaşıldı. Tüberküloz mikrobuna karşı bağışıklıkta ilk devreye giren savunma hücrelerinden makrofajlar ve lökositler aktif D3’ü üretebilmekte ve üretilen D3 hücre içindeki D vitamini reseptörüne bağlanarak bir dizi genin aktif hale geçmesini sağlamaktadır.

Aktif hale geçen genler, savunmada salgılanacak olan Cathelcidin ve Defensis olarak bilinen güçlü antibakteriyel ve antiviral maddelerin yapımını başlatır. Aynı zamanda antiinflamatuvar özelliği ile savunmada salınan sitokinlerinin yönetilmesindeki sinyalizasyonda düzenleyici rol oynar. Bu özelliği ile D3 vitamini otoimmün hastalıkların yönetiminde ve enflamasyonun ana üssü olan NFkB’nin düzenlenmesinde önemli bir etkiye sahiptir.

Bağışıklık üzerindeki fonksiyonuna bakacak olursak; özellikle bakteriyel ve viral enfeksiyonlarda düzeyinin 40-50 ng/ml üzerinde olması halinde hem koruyucu mukozada hem doğal bağışıklık sisteminin etkin savunmasında gereklidir.

Bilimsel bulgularla D3 vitamini

Almanya’da yaklaşık 50-75 yaş arasında 10.000 kişinin ileriye dönük 15 yıl takip edildiği bir çalışmada, D3 düzeyleri 30 nmol/L altında olanların, 50 nmol/L (20 ng/ml) in üzerinde olanlara göre anlamlı olarak 3 kat daha fazla solunum yolu hastalığı kaynaklı ölüm yaşadığını gösterdi. COVİD-19 pandemisinde de yayınlanan çalışmalarda, D3 vitamini kan düzeyi 20 ng/ml altında olanlarda hastaneye yatış ve solunum desteği ihtiyacının arttığı yönündedir.

Başka bir çalışmada,

COVİD-19 ağır seyrettiği vakalar olan ileri yaş, obezite, Tip 2 DM, etnik köken olarak siyah ırk ve hispaniklerin hepsinin ortak özelliğinin aynı zamanda bu gruplarda D3 vitamin düzeylerinin de düşük olmasıdır.

Yine bir başka çalışmada,

COVİD-19 teşhisi öncesi D3 düzeylerine bakıldığında düzeyleri yüksek olanların daha hafif semptomlarla seyrettiği izlenmiştir. D3 düzeyleri ve COVİD-19 seyri arasındaki bağlantı net olarak sebep-sonuç bağlantısı mı yoksa ilişkili olma durumumu netlik kazanmamıştır. Bir başka değişle D3 düzeyi düşük olanlarda hastalığa yakalanma ve seyrin daha ciddi olduğu izlenmekte ancak hastalığın kendisinin de mevcut D3 düzeylerini savunma sırasında tüketerek düşmesine sebep olması olasılığı mevcuttur.

İspanya’da yapılan bir çalışmada,

Hastaneye yatırılan bir gruba plasebo, diğer gruba 25-hidroksiD3 olan D2 vitaminin kendisi verilmiştir. D2 verilen gruptan sadece yüzde 2’lik oranda (50 kişiden 1 kişide) yoğun bakım ihtiyacı olurken, D2 verilmeyen plasebo grubunda yüzde 50’sinde (26 kişiden 13 kişide) yoğun bakım ihtiyacı gelişmiştir. Burada önemli olan çalışmada D3 vitaminin aktif bir formunun hazır olarak kullanılmış olmasıdır.

Fransa’dan bir başka çalışmada,

Bakım evlerindeki yaşlıların D3 vitamin düzeyleri ile COVİD-19 sağ kalımı oranı incelenmiştir. Bu çalışmada bakım evinde kalanlara düzenli olarak 2-3 ayda bir 80.000 IU D3 vitamini takviye edilirken, bu bakım evinde COVİD-19 olan hastaların en son 1 ay içinde veya 1 aydan daha önce bir dönemde D3 vitamini alıp almadığı sorgulanmıştır. Son 1 ay içinde takviyesini alanlarda sağ kalım daha önceden alanlara göre daha yüksek olarak saptanmıştır.

Yüksek doz D3 takviyesi ile hızlı kan düzeyi yükseltme ve hastane içi sonlanımın değerlendirildiği bir başka çalışmada,

240 kişiye hastaneye yatışta tek doz 200.000 IU D3 veya plasebo veriliştir. Araştırma grubundakilerin plasebo grubuna göre kandaki D3 vitamin seviyelerinin artmasına rağmen hastane içi sonlanımda her iki grup arasında bir fark izlenmemiştir. Bu çalışmanın sonucuna göre tek dozluk yüklemelerden çok devamlılığı olan düzenli doz takviyesinin daha faydalı olduğu söylenmiştir.

Olası sebeplerden ise D3 vitamini takviye olarak alındıktan sonra 25-OHD3 olarak aktif hale geçmesi için bir süreç izler. Kan düzeyinin artmış olması D3 vitamini aktivasyon sürecinin tamamlandığını göstermez.

Benzer şekilde yapılan SHADE çalışmasında,

24 kontrol, 16 çalışma grubunda toplam 40 kişiye hastaneye COVİD-19 sebebiyle yatışında 1 hafta boyunca 60.000 IU verilmiştir. Çalışmanın sonuçları 21 gün içinde PCR testi negatifleşmesi ve biyo belirteçlerdeki düşme olarak belirlenmiştir. 7 gün boyunca 60.000 IU alan grupta 16 kişinin 10’nunda D3 kan düzeyi 50 ng/ml olmuş ve takviye alan grubun yüzde 62,5’u 21 günde PCR negatif olurken, almayanların yüzde 20,8’inde PCR negatif olmuştur. Aynı şekilde fibrinojen düzeylerindeki düşüş anlamlı olarak D3 takviye alan grupta belirgin olmuştur.

Bu çalışmalardan çıkarılan sonuçlar, yüksek tek doz uygulamalardan ziyade haftalık veya günlük düzenli doz uygulamalarının daha etkili olduğuna yöneliktir.

Bu durumda doz ve takviye şekli nasıl olmalıdır?

Ülkemiz gibi 35.kuzey ve güney enlemleri arasında bulunmayan ülkelerde (Türkiye 36-42 kuzey enlemi arasında) güneş ışınlarından dik olarak yeterli UVB alınamaması nedeniyle yeterli D3 yapımı sağlanamamaktadır. Benzer şekilde günün büyük bir kısmını içeride kapalı ortamda geçirdiğimizi de göz önüne alacak olursak gereken miktarı kendimizin üretmesi mümkün olmamaktadır. Olması istenilen kan seviyeleri nelerdir diye çok sorulmakta buna göre;

Eksik <30 ng/ml
Yetersiz30-50 ng/ml
Optimal51-70 ng/ml
KVH ve Kanserde71-100 ng/ml
Çok yüksek>100 ng/ml

Kemik kırıklarının önlemesinde 30-40 ng/ml ortalama olması yeterlidir. Yaş ilerledikçe D3 üretme kapasitesi düşer, benzer şekilde koyu renk tenliler beyaz tenlilere göre daha az üretir. Bu durumda D3 vitamini dışarıdan düzenli takviye olarak alınmalıdır.

2011 yılı Endokrin Cemiyeti klinik klavuzunda yayınlanan Vitamin D3 takviyesi ile ilgili önerilerde ise Vitamin D3 8 yaş ve üzerinde 4000-10.000 IU arasında eksiklik derecesine göre doktor kontrolü altında tamamlanabilir. Sıklıkla toksisitesinden korkulmakla birlikte D3 toksisitesi nadir bir durumdur. Kan düzeyi 100 ng/ml üzerinde olduğunda hiperkalsemi riski başlar.

Özellikle yanında kemik erimesi nedeniyle kalsiyum takviyesi kullanımı varsa bu risk daha belirgin olur. Günlük önerilen doz kişinin mevcut D3 seviyesine göre değişken olmakla birlikte vücudun kendisi yaz aylarında güneşli günlerde tüm vücut güneşe maruz kaldığı zamanda günde 10.000-20.000 IU D3 üretebilir.

Vücut kitle indeksi 26-30 arasında olan fazla kilolu kişilerde normal kilolulara göre 1.5 kat daha fazla, VKI>30 olanlarda ise normal kilolulara göre 3 kat fazla D3 takviye dozu kullanımı gerekir. Çünkü kullanılan dozun bir kısmı artmış yağ kitlesinde aktif hale geçmeden depo olarak kalmaktadır.

20 Avrupa ülkesinin COVİD-19 vaka sayısı ve ölüm düzeyleri ile ülkelerin ortalama D3 vitamin düzeylerine bakıldığında enteresan bir şey görüldü; İtalya ve İspanya gibi ülkelere nazaran kuzey ülkeleri güneş ışığına maruziyetleri az olduğu için D3 takviye kullanımı ve optimum kan seviyeleri çok daha iyi ve bununla paralel olarak vaka ve ölüm sayıları daha azdı.

Bu bilgiler ışığında özellikle solunum sistemi aracılığı ile ilk olarak karşılaşan SARS CoV-2 ile mücadelede özellikle kış aylarında D3 vitamini kan seviyelerini bilmek ve günlük düzenli dozlar ile takviye etmek hastalık mücadelesinde solunum sistemi mukozasını ve oradaki savunma sistemini daha etkin kılacaktır.



Prof. Dr. Zeynep Tartan

Prof. Dr. Zeynep Tartan, lisans öncesi öğrenimlerinin ardından İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi'nde başladığı tıp eğitimini 1995 yılında başarıyla tamamlayarak tıp doktoru unvanı almıştır. İhtisasını ise Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahi Merkezi'nde yapmış ve 2002 yılında Kardiyoloji Uzmanı olmuştur. Aynı anabilim dalında 2007 yılında Doçentliğe yükselmiştir. Uzmanlık eğitimi sonrasında,...



BLOOM SHOP