Japon bilim adamı Dr. Qing Li’nin “Forest Bathing” (Orman Banyosu) adlı kitabını okuduktan sonra dehşetle fark ettiğim bir konuya değineceğim: Duyu organlarımızdaki körelme.
Bilimsel araştırmalara göre, doğayla bağlantı kurduğumuzda kendimizden daha büyük bir şeyin parçası olduğumuzu hatırlıyoruz. Hatta doğa fotoğraflarına baktığımızda veya ekranda doğayı izlediğimizde bile… Doğa pek çok yönden sağlığımıza da iyi geliyor. En önemlisi de doğada kendimizi iyi hissetmemiz sonucu antienflamatuar sitokinlerin oranı artıyor. Sitokinler, bağışıklık sisteminin daha fazla çalışmasını sağlayan proteinler.
Bütün bunların yanı sıra duyu organlarımızın doğal seslere maruz kaldıklarında daha da keskinleştiklerini biliyor muydunuz?
Doğa seslerinin iyileştirici etkisi
Gün içinde maruz kaldığınız sesleri düşünün mesela… Her sesin, sinir sistemimizde karşılık geldiği bir titreşim var. İnşaat sesleri, trafik sesi, sirenler, kornalar, araç sesleri, uçak, helikopter sesleri, televizyon sesi sinir sistemimizi olumsuz yönde etkilerken, doğanın sesleri; kuş cıvıltıları, rüzgarın hışırtısı, dalgaların kıyıya vurma sesi olumlu yönde etkiliyor. Siz gün içinde hangi seslere maruz kalıyorsunuz?
Bulgulara göre, doğa sesleri sempatik sinir sistemini yavaşlatıyor (savaş ya da kaç) ve parasempatik sinir sistemini (dinlen ve tazelen) kuvvetlendiriyor. Bu da doğada rahatladığımız anlamına geliyor. 80 milyon Avrupalı çok yüksek olarak nitelendirilen ses seviyeleriyle yaşamak zorunda. 11 milyondan fazla Amerikalı ise trafik sesinden duyma yetisini kaybetme riski taşıyor. Sürekli yapay seslere maruz kalmak, aynı zamanda ses bağımlılığı da yapıyor. Bunlara bir de iç seslerinizi ekleyin. Siz, sessizlik içinde huzurla oturabiliyor musunuz? Yoksa siz de “illa bir ses olacak” diyenlerden misiniz?
Hangi ışık bize iyi geliyor?
Gelelim görme duyumuza… Hangi ışıkta çalışıyorsunuz? Sürekli bilgisayar ya da telefon başında, ekran ışığına mı maruzsunuz? Gün ışığını ne kadar görüyorsunuz? Araştırmalar sonucunda, doğanın yeşili ve mavisine maruz kaldığımızda kaygı ve stres oranında azalma görülmüş. Şehrin grisinin ise insanı agresif ve mutsuz kıldığı.
Negatif iyonların gücü
Peki kokladıklarımız? Toz, duman, egzoz, kömür, karbondioksit? Ormanlarda kendimizi çok iyi hissetmemizin sebeplerinden biri de negatif iyonların fazla olması. Negatif iyonlar, havadaki enerji yüklü partiküller. Negatif enerji yüklü olanlar bize enerji veriyor, iyilik hissimizi artırıyor ve zihinsel netlik sağlıyorlar. Negatif iyonlar doğada, ormanlarda, deniz kenarlarında, şelale kenarlarında ve yağışın olduğu ortamlarda fazlaca yer alıyorlar.
Doğal beslen, her şeyin tadını al
Tatma duyumuza gelince, yapay yiyecekler damak zevkini de yitirmemizi sağlıyor. Doğal yiyeceklerin gerçek tadını alamamaya başlıyoruz. Doğal yiyeceklerle beslendiğimizde, hatta ve hatta diyetimize yabani otlar ve mantarları da kattığımızda, toprağı da bünyemize alıyoruz.
Tüm duyular, doğada tatmin buluyor. Kendinizi doğaya ne kadar maruz bırakırsanız, duyularınız da o kadar keskinleşiyor. Duyularınızın bir üst seviyeye geçtiğini hayal edin: Tüm renkler daha da berraklaşıyor, sesler kalite kazanıyor, ağzınızın tadı katbekat artıyor, nefesiniz açılıyor, burnunuz daha iyi koku alıyor; içgüdüleriniz kuvvetleniyor…
Hafta sonlarınızı alışveriş merkezlerinde geçirmeyin. Vurun kendinizi doğaya… İstanbulluların en büyük şikayeti maalesef doğasızlık… Ama arayınca, öncelik haline getirince, biraz zahmete değer görünce, yakınlarda doğa da bulunuyor: Adalar, Sapanca, Belgrad, Polonezköy, İzmit, Şile, Riva, Kilyos, Kocaeli…