1970 yılına kadar bankacı olan Amar Bharati, gördüğü bir rüya ile Lord Shiva’ya yaşamını adamaya karar verir. Bu hizmeti gerçekleştirmek için yaptıkları ona yeterli gelmez. 1973’te sadakatini göstermek ve adanmışlığını onurlandırmak için havaya kaldırmaya karar verdiği sağ kolundaki ağrı ve uyuşma günlerce, aylarca hatta yıllarca geçmez. Giderek hissizleşen kolunu her şeye rağmen havada tutmaya devam eden Bharati, kendini adamanın ve disiplinin simgesi olur.
49 sene boyunca kolunu havada tutan Amar, kolunun yeniden şekillenmesi sonucu artık istese de onu aşağıya indiremez. Kolunu hareket ettirecek kasların zayıflayıp kuruması ve dirseğin bükme işlevini kaybetmesi sonucu sağ kolunu havada tutarak yaşamak zorunda kalır. Bedeni kalın bir fasya (bağ doku) ile sağ kolunu kaplayarak, az bir çaba ile kolunu havada tutmasına destek olmuştur.
Batılı perspektifinde acı çekmekle adanmışlık tedirgin edici belki korkutucu gelmiş olabilir. Bu olay her ne kadar uç noktada görünse de aslında hepimiz her an bedenlerimizi şekillendiriyoruz. Bharati gibi adanmışlıktan çok gelenekler, adetler veya dış görünümümüzü iyileştirmek için yapıyoruz.
Diğer bir örnekte ise Çin’de, şimdilerde yasaklı “lotus ayak” isimli bir gelenek vardı. Bu geleneğe göre 5 yaşındaki kız çocukları ayakları sıkı şekilde bağlanır ve açılmazdı. Ayaklarının büyümesi engellenmeye çalışılırken, büyüdüklerinde ayakları küçük olabilirdi. 103 yıl önce yasaklanan lotus ayak da denilen bu gelenek, küçük ayağın estetik olarak kabul edilmesi ve erkeklere beğendirilebilmesi içindi. Kolunu havada tutan Aziz gibi çocukların zamanla ayakları deforme oluyor; kas, sinir ve doku kaybı ile hissizleşiyordu. Sonuçta da yürüme kaybı yaşıyorlardı.
Çinlilerdeki kötü şöhretli geleneğin bir benzeri 1837-1901 yılları arasındaki Viktorya dönemi kum saati görünümü için kadınların bellerini sıkıca saran korseleri giymeleriydi. Aynı çocuklar gibi bu korseleri giyen kadınların sindirim sistemi ile solunum sistemleri zorlanıyor sonucunda baygınlık geçiriyorlardı.
Yumuşak, kuvvetli ve koşullara adapte olabilen bedenlerimiz
Günün her anı bedenlerimizi şekillendirerek geçiyor. Bunu çoğumuz bilinçsiz, farkında olmadan ve amaçsız şekilde yapıyoruz.
Yaptığımız aktivitelerle bedenlerimizin; kaslar, kemikler hatta beynimizin yeniden şekillenebileceğini biliyoruz. Fakat çok azımız önümüzde nasıl bir kapının açıldığına dair bir fikre sahip. Aslında büyük bir potansiyel bizi bekliyor. Eğer bu farkındalıkta olursak potansiyelimizi gerçekleştirebileceğiz. Oysa günden güne bilinçsiz şekilde bedenlerimizi şekillendirmeye devam ediyoruz. Masa başında saatlerce oturuyoruz zamanla bedeni daha gergin ve mobilitesi yani hareket alanı sınırlı hale getiriyoruz.
Bilinçsizce yaptığımız gibi farkındalıkla da bedenlerimizi şekillendirebiliriz. Yaşadığımız bu dönem içinde insan bedeni üzerinde yapılan araştırmalarla ve keşiflerle eski dönemlere göre ciddi anlamda bilgimiz var. Her geçen günde bu bilgi daha da gelişiyor.
Fasya nedir?
1800’lerde başlayan fasyanın yolculuğu, 2012’deki 3. Fasya Kongresi’nde “İnsan vücudunun tepeden topuğa kadar uzanan, derinin altından kemiklere kadar tüm doku katmanlarını birbirinden ayıran, bir arada tutan ve belirli oranda birbirleri üzerinden kayarak bağımsız hareket etmelerine izin veren üç boyutlu entegre yapı” tanımına dönüşmüştür. Anatomy Trains kitabının yazarlarından Thomas W. Meyer, fasyayı bir ağ olarak düşünerek “İnsan bedenindeki gergin ağ” olarak nitelendiriyor. Prof. Carla Stecco ise bu bağ dokuyu “dinamik hareket ve kayma kapasitesine sahip, insan vücudunun birincil ağını oluşturabilen bir multimikrovaküler kollajenik emici sistem” olarak tanımlamıştır.
Fasya bilimi sayesinde bedenimizin şekillenmesi adına günlük hareket alışkanlıklarımıza farkındalık getirmesini sağladı. Fasya; ekstra cellüler matriks (ECM) ile fibroblastlar, kondrositler, mast hücreleri, makrofajlar, adipozitler, lenfositler ve telositler içeren hücrelerden oluşur. ECM’de asit ve sudan oluşan temel madde ile çevrelenmiş protein lifleri olan kolajen ve elastinden oluşur. Kolajen lifleri koruma ve stabilite, elastin lifleri fasyaya elastikiyet sağlar.
Fasya içindeki temel maddeyi bala benzetebiliriz. Bal buzdolabına koyulunca nasıl sertleşiyorsa fasya içinde yer alan kaslarımızda aynı şekilde sertleşir. Ağrılar, gerginlikler bu şekilde oluşur. Eğer balı ısıtırsak sıvı şeklini alır, temel madde de sıcak olunca aynı şekilde akışkan olur. Onu ısıtacak olan ise bilinçli hareketimizdir. Bal gibi faysa da mevsimlere göre etkilenir. Soğuk havalarda gergin ve bedensel olarak kapalı hissederken, sıcak havalarda esnekliğimiz artar. Çünkü fasya içinde hücrelerin suya ihtiyacı vardır.
Fasyanın görevleri
Fasya, bedenin en küçük parçasından en büyük parçasına kadar her şeyi kapsayan üç boyutlu bir ağdır. Bedenimiz içinde iletişim sistemi olarak yer alır. Fiziksel güç ile beraber kimyasal ve elektrik mesajlarını iletir. Her şeyin birbiri ile bağlantılı olduğunu bize kanıtlayan en bütünsel yapılardan fasya; sakatlık, kronik gerginlik veya az hareket sonucu sağlığından düşerse hareket alanının giderek azalmasına zemin hazırlar hatta çeşitli hastalıkların oluşmasına sebep olabilir.
Fasyanın içindeki temel madde hareket ederek ısınmaya ve sıvı haline dönüşmeye başlar. Soğuk hava veya stres gibi gerildiğimiz durumlarda beden sıkışmaya başlar. Ancak sıkışan ve gerginleşen aslında fasyamızdır. Fasya farkındalığı ile yapılan hareketler ve çalışmalar ile bedeni yeniden inşa etmek bu nedenle mümkündür.
Yoga ile fasyanın temel maddesini akışkan hale getirerek aynı zamanda elastikiyetini kazandırıp hatta plastikiyet ile kalıcı dönüşümü bilinçli şekilde gerçekleştirebiliriz. Nasıl bir görünüme sahip olmak istiyorsunuz? Seçim sizin!