YAZAN: BURCU ERBAŞ

Gençken pek akla gelmeyen fakat yaş ilerledikçe varlığını giderek hissettirmeye başlayan “yaşlanma” süreci birçoğumuzu tedirgin ediyor. Bunun en büyük sebebi ise yaşlanmanın kendisinden çok beraberinde getirdikleri. Genel olarak iyi hissetmeme hali, hastalıklar, fiziksel ve zihinsel kapasitenin azalması gibi durumlar toplum tarafından direkt yaş alma ile ilişkilendirilir. Bunun sonucunda doğal bir durum olan yaşlılığın sancılı olduğu ve yaş alma ile yaşanacak bu “acıların” normal olduğu algısı oluşur. 50’li yaşlardan itibaren hayatımızın geri kalan uzun senelerini kapsayan bu dönemin acı içinde geçmesine gerek yok. Harvard Tıp Fakültesi Yaşlanma Biyolojisi Merkezi’nin eş başkanı, genetik profesörü ve biyolog David Sinclair’in yürüttüğü en son klinik çalışmalara göre sağlıklı ve uzun yaşam sürmek hatta yaşlanmayı tersine çevirmek mümkün! 


Yaşlanmak bir sağlık problemi mi?

Yaşlanma sürecini algılama biçimimizi değiştirmek, onu önlemenin ve yaşlanma belirtilerini tedavi etmenin ilk adımını oluşturur. Bütün hastalıkları ve rahatsızlıkları kapsayan “tıbbi tanım” terimi çoğu insanda ciddi sağlık problemlerine neden olan yaşlanma sürecini kapsamaz.

Günümüz de yaşlanma bir sağlık sorunu olarak kabul edilmez. Bunun en büyük sebebi yaşlanmanın toplumun yüzde 50’sinden daha fazlasında görülmesidir. Genel tıp anlayışına göre bir durumun sağlık problemi olarak sayılması için Dünya popülasyonunun yarısından daha azında seyretmesi gerekir. Aslında yaşlanma aynı bir sağlık problemi gibi kişinin bedensel, zihinsel ve ruhsal iyi olma halini büyük ölçüde azaltan kronik, uzun süreli bir rahatsızlık halidir.

Dünya Sağlık Örgütü ilk defa 2019 yılında yaşlanmayı tıbbi bir durum olarak sınıflandırdı. Tıp camiasından gelen bu adım herkesin yaşlanmaya karşı bakış açısını ve davranışlarını değiştirecek nitelikte oldu. 

Neden yaşlanıyoruz?

Teoride eğer bir kişi hasta değilse sonsuza kadar yaşayabilir. Fakat bu durum tabi ki de pratikte aynı sonuçları vermiyor. Doğduğumuz andan itibaren yaşlanma sürecimiz başlıyor. Her geçen saniyeyle hızlanıyor ve şiddetleniyor. Bu süreç gözle hatta mikroskoplarla bile görülemeyecek kadar küçük, nano molekül seviyede gerçekleşiyor.

Vücudun bu doğal gidişatı çevresel faktörlerle şiddetlenebilir. Örneğin güneşin yaydığı zararlı UV ışınları, kemoterapi, radyoterapi ve buna benzer radyasyon tedavileri DNA ve kromozom hasarlarına neden olabilir. Bu da kişinin olduğundan daha yaşlı hissetmesine ve göstermesine yol açmaktadır. 

Yaşlanmanın tek sebebi DNA hasarları mı? 

Geçmişte yapılan araştırmalar, vücudumuzun canlılık işlevlerini yerine getirebilmesini sağlayan genetik kodumuz DNA’nın hasar görmesini yaşlanmanın tek nedeni olarak gösteriyordu. Yaşlanma, vücutta her an yenilenen hücrelerin bozulmaya başlaması yani mutasyona uğraması yüzünden gerçekleşiyordu.

İşlevselliğimiz için gerekli olan genetik bilgiler bozulup, yok olmaya başlayınca ileri yaşlılık ve en sonunda ölüm yaşanıyordu. Buna karşın yapılan yeni klinik araştırmalar ise yaşlanmanın tek nedenini DNA hasarı olarak göstermemekte. Peki o zaman yaşlanmanın asıl sebebi ne? 

Genetik bilgi kaybı ve yaşlanmanın ilişkisi

Yaşlanma genetik bilgi kaybıdır. Fakat bu DNA hasarından farklı bir bilgi kaybıdır. Vücudumuzda iki tür genetik bilgi bulunur. Bunlar genetik ve epigenetik bilgilerdir. Epigenetik, genetik bilginin hücre tarafından depolanma, paketlenme ve okunma şeklini yöneten herhangi bir süreç veya yapı için kullanılan terimdir.

Genetik şifre yani genomlar nano moleküler bazda epigenom tarafından sarılıdır. Bir tür protein olan epigenomlar DNA’yı çevrelerler. Eğer bu protein DNA’yı sıkıca sararsa o bölgede saklanan genetik bilgiler kapatılır. Tersine, eğer protein DNA’yı gevşek bir şekilde sararsa, genetik bilgi açıktır ve vücutta kendini gösterir. Bir beyin hücresini bir karaciğer hücresinden ayıran şey bizim epigenomuzdur. Çünkü genomumuz yani DNA’mız vücudumuzun her yerinde aynı kalır.

Fareler üzerinde yapılan son araştırmalarda bir grup farenin yaşlanma sürecine DNA hasarı uygulanarak veya epigenomları değiştirilerek müdahale yapıldı. Sonucunda ise epigenomları değiştirilen fareler DNA hasarına maruz kalan farelere oranla çok daha hızlı bir şekilde yaşlandılar. 

Yaşlanmaya neden olabiliyorsak, bunu tersine çevirebilir miyiz?

Nobel ödüllü bilim adamı ve matematikçi Claude Shannon’ın 1948 yılında yayınladığı ve günümüz internetinin dayanağı sayılan makale uzun yaşam araştırmalarına da ilham kaynağı oluşturdu.

Bir gönderen ve bir alıcı arasında paylaşılan bilginin her daim korunduğu kabul edilirse ki İnternet çağı bunu kanıtlıyor, o halde kaybolan veya bozulan bir bilgi yerine getirilebilir. Bunun sebebi de her zaman gönderen ve alıcı arasında, yedek görevi gören bir gözlemcinin varlığıdır. Böylelikle doğru düzeltici bir cihaz kullanarak eksik bilgileri gözlemciden temin edebilir ve bilgi akışını düzeltebilirsiniz. 

Bu çalışmanın aynı mantık çerçevesinde insan bedeni için de geçerli olduğu kabul edilirse, tüm eksik verileri geri yüklemek ve yaşlanmayı tersine çevirmek doğru düzeltici cihaz ve gözlemci ile mümkün olur!

Hücrelerimizdeki düzeltici cihaz nedir?

Gönderenin bizim çocukluğumuz, alıcının ise 80 yaş civarındaki yaşlı bedenimiz olduğunu varsayarsak uzun ve sağlıklı yaşamın amacı tüm bilgilerin bu süre zarfında muhafaza edilmesidir. Nobel ödüllü Dr. Yamanaka tarafından bulunan kök hücre tedavisi burada kilit noktayı oynar. Bir insan hücresinden tüm DNA bilgilerini silip kök hücreye çeviren bu teknoloji sayesinde boşalan kök hücreden herhangi başka bir hücre türü oluşturulabiliyor. Teoride Dr. Yamanaka’nın bu teknolojisini kullanarak gözlemciye erişmek ve yaşlanma sürecini sıfırlamak mümkün. Peki nasıl? 

Hücresel bazda gençleşme

Vücudumuzda optik sinir veya omurga siniri gibi onarılmayan, yeniden büyümeyen bazı sinirler mevcut. Yetişkinlikte yenilenemeyen bu sinirler anne karnında sürekli olarak yenilenirler. Hücre eğer embriyotik durumuna döndürülebilirse, hasarlı sinirler kendilerini onarabilir. 

Harvard Yaşlanma Biyolojisi Merkezi‘nde şu an bu “zamanda yolculuğun” klinik çalışmaları başarılı bir şekilde ilerliyor. Dr. Sinclair, 2 sene içerisinde insanlar üzerinde tedaviye başlayabileceklerini ve körlük, glokom gibi kalıcı hasarları tersine çevirebilecekleri müjdesini verdi.

Peki bizler sağlıklı ve uzun yaşam için neler yapabiliriz?

Dr. Sinclair, bilim dünyasında yaşanan nefes kesici gelişmelerin yanı sıra herkesin günlük yaşantısında kolaylıkla uygulayabileceği, en az klinik çalışmalar kadar etkili uzun yaşam ipuçları paylaşıyor.

Aralıklı oruç tutmak

Daha az yemek yemek ve günün büyük bölümünde aç kalmak vücutta uzun ömür yollarını açar. Klinik çalışmalarda uzun ömrün anahtarı olarak görülen, DNA diziliminde bulunan, nükleotid NMN’yi artırır ve egzersizin vücutta bıraktığı uzun dönem pozitif etkilerini taklit eder. Haftanın 2-3 günü aç olmak ve bununla beraber haftada üç kere 10’ar dakika kardiyo yapmak her yaşta iyi hissetmeyi garantiler. 

Daha az protein tüketmek ve bitki bazlı bir diyete geçmek

Vücudumuza aldığımız protein ağrılıklı besinler hücrelerimize büyüme emri verir. Bunun sebebi içerilerinden bulunan amino asitlerdir. Uzun bir ömrün hedeflendiği durumda hücrelere hastalıklarla savaşma sinyali yerine sürekli büyümelerini işaret etmek mantıklı değildir. Bu nedenle protein tüketini azaltmak, hayvansal protein yerine bitkisel proteinleri tercih etmek uzun ve sağlıklı yaşamın anahtarını oluşturur.

Kan şekerini düşük seviyede tutmak

Kandaki şeker seviyeleri uzun bir ömrün göstergesidir. Basite indirgenince kanda bulunan şeker seviyeleri ne kadar düşükse, yaşam süresi de o kadar uzar. Bu nedenle beslenme stilinden kan şekerini aniden yükselten şekerli, rafine edilmiş, yüksek glisemik endeksli besinleri çıkarmak gerekir. 

Antioksidan ağırlıklı beslenmeye ara vermek

Yeni yapılan araştırmalara göre antioksidan ağırlıklı beslenmek uzun ve sağlıklı bir ömür için düşünüldüğü kadar önem taşımaz. Bunun sebebi de daha önceden değindiğimiz gibi yaşlanmanın artık direkt olarak DNA hasarına bağlanmamasıdır. Vücudun kendini onarma mekanizmasına zarar veren oksidatif stres ve serbest radikaller nano moleküler bazda DNA’nın ve kromozomlarımızın kırılmasına neden olur. Ancak bu durum bedenimizde sürekli yaşanır. Oksidatif stresle savaşan antioksidanlar vücudumuz için oldukça yararlı olsalar da uzun ve sağlıklı bir ömür için umulduğu kadar etkili olmazlar. 



Burcu Erbaş

1997 yılında Antalya’da doğan Burcu, İstanbul Saint Joseph lisesinde eğitim gördü. 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Erasmus programı ile bir sene boyunca eğitim aldığı Sciences Po Paris’te çevre politikaları, sürdürülebilirlik ve ekoloji üzerine dersler aldı. Öğrendiklerinden çok etkilenen Burcu yaşam tarzını çevreye duyarlı olacak şekilde...



BLOOM SHOP