Bireylerin kişiliği, hayatın ilk yıllarında deneyimledikleri anne ilişkisiyle bağlantılıdır. İşte anneliğin çocuk gelişimine etkileri!
Sanıyorum 9 yaşındaydım, Londra havaalanına yeni inmiştik annemle. Gözlerim tek tek binaları sakin yürüyen insanları, yağan hafif yağmuru görüyor ama ötesinde bir şey arıyordu. İlk defa yurt dışına çıkıyordum ve buraya gelmeden önce hayal ettiğim şeyler vardı. Anneme dönüp sordum, “Peki coşku ve neşe nerede?”.
Bu soru benim için çok gerçekti ve o günden sonra, zihnimin gerilerinde hep cevap arayan şekilde var oldu. Nerede ne yapsam, hangi okulda eğitim alsam, nereye gitsem, kiminle ilişki içinde olursam özünde hep bu sorunun cevabını anlamaya çalıştığımı seneler sonra fark ettim.
Coşku ve neşe nerede? Ne oluyor da insanlar büyüdükçe ciddileşiyor?
Doğum sonrası anne çocuk ilişkisi
Kadınlar, bir gecede anne olunca, kendi (içlerinde yaşayan) çocuklarına dair çok az şeyi yaşayabilir oluyorlar. Uykusuzluk, sosyalleşme ihtiyacı, kendine ayıracak vakit azlığı ve planlı olma zorunluluğu annenin pek çok temel ihtiyacının giderilememesine sebep olabiliyor.
Hormonların toparlanması ortalama 2 yıl alıyor. Ortalama 1 buçuk yıl süren emzirme ile de annenin vücudundaki minerallerin vitaminlerin eksilmesine neden oluyor. Tüm bunlar eşi benzeri olmayan bir sevgi ve sorumluluk duygusuyla eş zamanlı gelişiyor.
Anne böyle bir süreçten geçerken yeni doğan çocuk da hayatının ilk aylarını yaşamaya başlamış ve hafızanın hisler üzerinden anı kayıt mekanizması kayda girmiş oluyor. Hayatının ilk 4-5 senelik dönemi boyunca da çocuğun sinir sistemi anneninkiyle eş gidiyor. Yani annenin hisleri filtresiz olarak çocuk tarafından hissediliyor ve çoğu zaman anlamlandırılamıyor.
İlk 7 yıl anne çocuk ilişkisi çok önemli!
Bugün epigenetiks ve nörobilimde yapılan bilimsel çalışmalar, insan hayatının ilk 7 yılının hem fiziksel hem ruhsal gelişimin en hızlı olduğu ve temel yapı taşlarının oturduğu yıllar olduğunu ortaya koyuyor.
Harvard Üniversitesi’nde, ülkenin önde gelen sinirbilimcileri, psikologları, çocuk doktorları ve ekonomistlerinin de bir araya geldiği Ulusal Bilim Konseyi, Çocuk Gelişim Merkezi tarafından yapılan bir araştırmaya dikkat çekiyor. Genetik altyapı ve erken çocukluk dönemi arasındaki etkileşimin beyin mimarisini ne ölçüde şekillendirdiğini vurgulayan bu araştırmanın dikkat çekici bazı maddeleri şöyle:
1. Erken çocuklukta oluşan deneyimler gelişen beyni çok etkiliyor.
Doğum öncesi dönemden yaşamın ilk yıllarına kadar beyin, en hızlı gelişim sürecini yaşıyor ve ilk/erken deneyimler beyin mimarisinin sağlam mı kırılgan mı olacağını belirliyor. Gelişimin erken dönemleri, beynin hassas devrelerinin, iyi ya da kötü dış deneyimlerin etkisine en açık olduğu zamanlar olarak değerlendiriliyor.
2. Nörobilimin temel ilkeleri, erken çocuk gelişimi için destekleyici ve olumlu koşullar sağlamanın, daha sonra erken dönem güçlüklerin sonuçlarını telafi etmekten daha etkili ve daha az maliyetli olduğunu gösteriyor.
Hamilelikten ilk çocukluk yıllarına kadar, çocukların yaşadığı ve öğrenim gördüğü tüm ortamlar ve yetişkinler ve bakıcılarla ilişkilerinin kalitesi bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimleri üzerinde önemli bir etki yaratıyor.
3. Erken çocukluktaki toksik stres beyinde kalıcı hasarlara neden oluyor.
Gelişim döneminde olan beyin mimarisine zarar verebilen ve öğrenme, davranış ve hem fiziksel hem de zihinsel sağlıkta yaşam boyu sorunlara yol açabilen sinir sistemi ve hormonal sistemler üzerindeki kalıcı etkilerle ilişkilendiriliyor.
Şifalamak vs şifaya gerek duymamak
İşte 9 yaşımdan beri anlamaya çalıştığım konunun temeli burada yatıyor. Sürekli bozulan bir şeyleri tamire, telafiye, iyileştirmeye, şifalamaya çalışmakla geçiyor hayatlar.
Kadınlardan sanki çocukları yokmuş gibi çalışmasını ve sanki çalışmıyorlarmış gibi çocuk yetiştirmesini bekliyoruz. Sanki bir çocuğu yetiştirmek için bir köy gerekmiyormuş gibi annelerden hem kendine hem dünyanın en kompleks mesleği olan ebeveynliğe -neredeyse tek başına adanmasını, hem de ötesi maddi kaynaklar yaratması için işine dönmesini ve bunu da sağlıkla başarmasını bekliyoruz.
Bunu başarmaya çalışırken evlerde kapalı kapılar ardında yaşanan yalnızlık, sinir, umutsuzluk ve psikolojik stresin çocuğun kayıt sistemine geçtiğini göz ardı ediyoruz. Bu çocukların büyüyüp sevdiğimiz birinin arkadaşı, meslektaşımız, komşumuz, başkanımız vb bir yakın olacağı malum olmasına rağmen sanki bizi ilgilendirmiyor gibi davranabiliyoruz.
İşte bence neşemizi de burada kaybediyoruz. Güzel haberse aynı yolla geri bulabileceğimiz!
Daha iyi bir dünya mümkün!
Fazla değil sadece 3 nesil farkındalıkla doğan ve doğuran yaşayan yetiştiren ebeveynler ve onlara kayıtsız şartsız sanki kendi çocuklarıymış gibi destek olacak çevre tüm dünyanın frekansının yükselmesini sağlayabilir.
İlk kitabım Doğum’un kapağında yazdığım gibi her bir doğum kendi içinde tüm kainatı barındırır ve tüm doğumlar birbiriyle bağlantılıdır. Şifalamaya ihtiyacımız olmayan, yeni nesillere…