Fotoğraf: Tanja Heffner

Eminim bir çoğunuz, bu başlığı okurken yakın çevresindeki insanları ve ilişkilerini süzüp, ne kadar mükemmel bir uyum içinde olduklarını, birbirlerine aşkla bağlı olduklarını ve neden kendi ilişkisinde bunu göremediğini düşünecektir. Peki sizce neden bazı ilişkiler devam ederken  bazıları bitmeye mahkum?

Her aşk öyküsünün kendi bitiş hikayesi olması dışında hangi akademik makaleyi açarsanız açın tüm dünyada duygusal ilişkilerin bitme sebebi olarak şu alt başlıkları göreceksiniz;

  • Güven problemi,
  • Partnerlerden birindeki bağlanma problemi,
  • Kültür farklılığı,
  • Hayattaki önceliklerin farklılığı,
  • İletişim sorunları vs.

Peki ya en başından beri sergilediğimiz kavga etme üslubumuz ilişkimizin bitme sinyali olarak görülebilir mi? Şaşırabilirsiniz ama, kesinlikle evet.

Kafamızı nereye çevirirsek çevirelim, tüm ilişkilerin çelişkiler üzerine kurulduğunu göreceğiz. Kimsenin dünyaya gözünü açtığı sosyo-ekonomik ve kültürel çevre, seçtiği partner ile aynı olmayacaktır. O çok özendiğimiz aşk filmlerinde bile ilişkilerin temelinde zıtlık var ve bu kesinlikle normal bir şey. Buna şaşırmak, tüm iletişimin mükemmel bir uyum ile başladığını düşünüp sebebini ‘ruh ikizi’ konseptine bağlamak bana daha da şaşırtıcı geliyor. Çünkü ruh ikizlerinin yaşadığı ilişki de çelişki üzerine kurulu ve onlar da kavga ediyor. Peki sağlıklı ilişkiler kurabilen partnerler kavga sırasındaki krizi nasıl yönetiyor? Ya da sağlıksız ilişkilerde kavga etme üslubundaki ortak noktalar neler olabilir?

1. Küçümseme

Eğer bir tartışma gereğinden fazla uzun sürüyor ve olay partneriniz konuşurken gözlerini devirme, eskiden yaşanan bir olayı tekrar gündeme getirme, hakaret, sözlü saldırı ve ego savaşına dönüşüyorsa , partnerler kesinlikle birbirini anlama çabasına girmiyor demektir. Yeterli duygusal rezervi bulunmayan ikili ilişkilerde her ne kadar ‘saygı’ çerçevesinde iletişimi sürdürmeye çalışsak da, en medenimizin bile gözüne perde inip sakin kalamadığı anlar olabilir. Kavga, bazen sözlü bir saldırı olarak da gerçekleşmiyor. Karşımızdaki kişi, sorunundan bahsederken gözlerimizi devirerek, hiç cevap vermeden küsçülük oynayarak, zaman zaman da tüm komşuların duyabileceği şekilde çığlık atarak karşımızdakini küçük görüyor olabiliriz. Ama düşünsenize, sakin bir şekilde karşımızdakinin gerçekten neler hissettiğini anlamaya çalışıp, ona açık yürekli olma fırsatını verseydik olaylar nasıl gelişirdi?

2. Kendini açık bir şekilde ifade etmeme

Söz konusu aşk ise, kaybetme korkusu da beraberinde gelir. Fedakarlık adı altında bazen kendimizden o kadar çok ödün vermiş oluruz ki, istemediğimiz halde hiç olmadığımız bir kalıba sokarız kendimizi. Bir süre sonra ise yeniden kendi hayat görüşümüze göre hareket ettiğimizde, partnerimizin ‘abartıyorsun, sen çok değiştin, böyle biri değildin’ vb. cümlelerine maruz kalırız. En başından beri yapılması gereken tek şey kişinin kendi görüş ve düşüncelerini belirleyip, seçeceği ilişkide de bunları sürdürebilmesi. Aksi takdirde, fedakarlık yaptığımızı düşünürken hem kendimizi hem de karşımızdaki insanı kandırmış oluyoruz.

Tüm bunlar istem dışı da olsa, yaparken karşımızdaki insanın bu tutum karşısında neler hissedebileceğini düşünüyor muyuz? Değersizlik, sevgisizlik ya da fikirlerine saygısı olmayan bir partnerle beraber olmanın getirdiği mutsuzluğu peki? Maalesef düşünemiyoruz. Sonradan ne kadar pişman olursak olalım, yaptığımız hareketler yüzünden, tartışma bir ego savaşına dönüşüp hiç olmadık yerlerde ısıtılıp ısıtılıp tekrar karşımıza çıkıyor. Pişman olsak da, söylediğimiz kırıcı sözler ilişkinin yıpranmasına katkıda bulunuyor. Yanlış öğrenilen bir kavga adabı, kişinin ilerideki yaşayacağı ikili ilişkilerin de sonunu daha başlamadan hazırlıyor. Kavga etme üslubu çocukluğumuzda öğrendiğimiz bir beceri olabilir, evet. Fakat vücuttaki herhangi bir kas gibi bu üslubumuzu da sağlıklı iletişim kurmaya çalışarak geliştirmek mümkün. Empati kurarak, kendi farkındalığımızı kazanarak bu yanlış öğrenimin bizi mutsuz etmesini engelleyebiliriz.





BLOOM SHOP