İş hayatından yoga eğitmenliğine uzanan ilham verici bir hikaye!
Başlık her ne kadar klişe olsa da bu yazıda iş yaşamından sıkılıp yoga ya da pilates öğretmeni olan birinin hikayesini okumayacaksınız. Benim için, bu anlatacağım süreç tam bir korkudan uyanıp kendime inanmaya yöneliş dönemidir.
Yogaya başladığımda 18 yaşındaydım. Üniversiteye başlamamla aynı döneme denk geliyordu. Ailede dedem yoga yapardı ve çocukluğumda annem beni uykuya yatırırken bana Dalai Lama’nın kitaplarından tutun, Akaşa yayınlarına kadar birçok kitap okurdu. Doğu felsefesiyle tanışmam annem sayesinde çok küçük yaşlara dayanır.
Yogaya başladığım ilk gün bunun hayatımın en büyük parçası olacağını anlamıştım ve içimdeki büyük bir özlem nihayet son bulmuştu.
Benim hep ihtiyaç duyduğum şeyin bu olduğunu anlamıştım. Daha üçüncü dersimde ise içimden bir sesin “sen de zamanı gelince öğretmen olabilirsin!” dediğini hala dün gibi hatırlarım.
Eğitmenlik eğitimi vermek konusuna son derece disiplinli yaklaşan hocama çekinerek bu isteğimi dile getirdiğimde ise büyük bir sevinçle karşılanmıştım. O zamanlar hala geleneksel yapısını korumayı başarabilmiş yoga eğitmenliğine talep azdı, hocam beni 2 yıl bekletti eğitime hazır olduğumu hissedene kadar. 2009 yılında ilk 200 saatlik hatha yoga eğitmenlik eğitimimi tamamlamış oldum. Bu şekilde yoga eğitmenliğine adımımı attım.
Üniversiteye girdiğim yıllarda kariyer hırsım çok yoğundu, ama yoga öğretmeni olduktan sonra bu istek tamamen yok oldu ve iş hayatı gözüme gerçek olmayan bir şeyin peşinden gitme, hayattan kaçış gibi görünmeye başladı. Tek istediğim şeyin yoga öğretmek olduğunu fark ettim.
Fakat korkularım vardı, o yıllarda yoga hala yaygın değildi, benim ise yogaya yaklaşımımı maddi bir boyuta taşıma düşüncesi içimde suçluluk uyandırıyordu. Bu yolla yaşamımı sürdürebileceğim konusunda çekincelerim vardı. Bu sebeple kariyer hayatının benim için zorunlu olduğuna kendimi inandırdım ve Fransa’ya MBA yapmak üzere yola çıktım.
Master eğitimim sırasında Fransa’da bir yandan çeşitli büyük firmalarda çalışmaya başladım.
İş yaşamını sevmeye çalıştım, fakat rekabet ve sürekli kendini yöneticilere beğendirme çabası benim doğama hiç uymuyordu. Birkaç yıl sonra Türkiye’ye döndüğümde yoganın artık ne kadar farklı bir boyuta geçtiğini gördüm ve çok şaşırdım.
Fransa’ya taşınmadan önce “Yoga nedir ki?” sorularını yanıtlamakla geçerdi tüm zamanım, şimdi ise herkesin yoga hakkında doğru ya da yanlış bir bilgisi vardı. Yoga hocalarının sayısı ise 10’a belki 100’e katlanmıştı.
Bu yeni manzara hayalimi artık gerçekleştirebileceğime dair içimde bir umut oluşturduysa da hala emin olamıyordum. Hayalimdeki yoga eğitimi pazarlama ve para kaygısı içermiyordu, bu sebeple yine yarı zamanlı yoga derslerime geri döndüm.
Akşamları iş çıkışı 2-3 arkadaşıma ders veriyordum. Sonra gitgide sınıf büyüdü ve ben haftanın 3-4 günü yoga dersi vermeye başlarken buldum kendimi. Tam her şey bu düzende fena gitmiyor derken çok büyük ölçekli bir start up projesinde işe kabul edildim.
Hem yapmaktan keyif alacağım bir görevdi, hem maaşım çok yüksekti, hem de burada çalışmaya başladığımdan itibaren iş arayışım olmamasına rağmen firmalar beni arayıp iş görüşmesine çağırır hale gelmişti. Kariyer anlamında bir zamanlar olmasını istediğim her şey olmaya başlamıştı görünürde.
Ancak iç yüzüne baktığımda gecenin 2’sine kadar çalışmaya başlamıştım, sürekli oturmaktan 2 ayda 5 kilo almıştım, mesailerim yüzünden yoga derslerine gidemez hatta kendi pratiğimi bile yapamaz hale gelmiştim. Şirket ortamının gerginliği, insanların birbirine ve kendine karşı olan acımasızlığı beni çileden çıkarır hale gelmişti.
Ofise gelen bitkilerin havasızlıktan en geç 2 – 3 hafta içinde öldüğü bir ortamda çalıştığımı fark etmeye başladım.
Tüm gün gergin ve sağlıksız bir ortamda, harcamaya vakit veya moral bulamayacağım bir parayı kazanmak için yaşıyordum. O halde kazanılan paradan da hiçbir hayır gelmiyordu, alım gücünü yükseltmiş gibi görünen sistem insanları son derece gereksiz tüketimlere zorluyordu. Her gün defileye çıkacak gibi giyinerek güç gösterisinde bulunman bekleniyordu.
Sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürmek için çalıştığımıza kendimizi inandırırken çalıştığımız için sağlığımızdan da huzurumuzdan da oluyorduk. Bir de yılda 2-3 kez çıktığın Avrupa tatilleri yanılsamasını fark etmiştim. Bu tatiller için çalıştığını sanıyordu insanlar fakat o tatillerde kafalarını işlerinden boşaltamadıklarını, maillerine hala bakmak zorunda olduklarını gördükçe artık tatilin bile bir tüketim olduğunu fark ettim.
İşte tam bu dönem artık ne olursa olsun bu hayatın bana göre olmadığından emin oldum. Ama ilk etapta hala tüm zamanımı yogaya adamanın bir çözüm olabileceğine inanmıyordum.
Tam o anda yıllardır hayalini kurduğum Hindistan yolculuğum kendiliğinden önüme çıktı.
Daha birkaç hafta önce çalışırken birden kendimi Rishikesh’te bir ashramda, bir ay inzivaya çekilmek üzere tek başına yola çıkmış buldum. Hala tam zamanlı olarak yogaya geçişten emin olamıyordum, fakat ashramda geçirdiğim birkaç günden sonra fark ettim ki aradığım yaşam bu! Ve ben bundan uzak kaldığım her an acısını çekiyordum.
İşte o günlerden itibaren yavaş yavaş planlarımı hazırlamaya başladım. İlk olarak eğitmenliğimi aldığım dönemden bu yana çok zaman geçmişti, bir çok farklı ekol görüyordum. Eğitimimi devam ettirme, kendimi geliştirme ihtiyacı duydum ve eğitmenliğimi ileri seviyeye taşımaya karar verdim.
Eğitimimi Hindistan’da almak istiyordum ve bunun için ciddi miktarda bir paraya ihtiyacım vardı. Bu parayı biriktirebilmek için de son bir kez daha işe girmem gerektiğine karar verdim.
Döner dönmez işe başladım ve zaten fazla olmayan tüketimimi sıfıra indirdim.
Bir buçuk sene boyunca çalışarak para biriktirdim, bu süre boyunca kendime neredeyse tek bir tişört bile almadım. Dışarıda yeme-içme konularına çok dikkat ettim. Hayata dair en ufak bir lüksüm kalmamıştı, ama kendimi ne kısıtlanmış ne de mutsuz hissettim. Tam da olması gerektiği gibi yaşadığımın farkındaydım. En önemlisi de hayata dair gerçek amacımı fark etmiştim. Bu yüzden hiçbir şey gözüme fedakarlık gibi gelmiyordu.
Çalıştığım şirketin koşulları bu kez daha önceki deneyimlerimden çok farklıydı. Beni iş yaşamından soğutacak türde bir şirkette değildim yani artık. Her şeyin bir sebebi olduğuna inanırım, o zorlu dönem benim uyanma dönemimdi ve olayların bu kadar üst üste negatif gitmesi benim gitmem gereken yolun farklı olduğunu bana göstermek içindi.
Şirket son derece iyiydi ve huzurum yerindeydi. Ama o içinden geleni takip etme isteği beni her şeyden alıkoyuyordu.
Hayata güvenirsem onun bir şekilde beni bir yere taşıyacağını ve taşıdığı nokta her neresi olursa olsun benim için en iyisi olacağını anlamıştım. Derslerimin sayısı da gitgide artıyordu, bu da benim için aldığım kararın doğru olduğuna dair bir işaretti.
2017 Aralık ayında istifa ettim, 2018 Şubat’ta ise yıllardır planladığım yolculuğum başladı.
Önce Nepal’de Budist tapınaklarını ziyarete gittim, Budizm benim için meditasyon deneyimimi genişletmek açısından çok önemlidir. Sonrasında ise Hindistan’da bu kez Goa’daki okulumda ileri seviye eğitimime başladım.
Yaşadıklarım beni yavaş yavaş yogada tam olarak nerede durmak istediğime, kendi yolumu çizmeyi bir başka hoca ya da ekolü takip etmeye tercih ettiğime karar verdiğim, dışarıdan bakınca kısa görünen ama içsel anlamda uzun bir süreçten geçirdi.
Hindistan’da özellikle de inzivadaysan geçirdiğin 1 ay, İstanbul’da çalışırken geçirdiğin 1-2 yıla denk gelir dersem gerçekten yanlış olmaz. Bu sebeple benim için iş yaşamından çıkmanın en önemli kısımlarından biri de, hayat deneyimi kazanma ve kişisel gelişimimi hızlandırması oldu.
Şu an ne durumdayım diye merak edenler varsa hemen anlatayım!
Hindistan’dan Mart sonu döndüm ve ayağımın tozuyla derslerime geri başladım. Kadıköy’de dersler veriyorum ve yoga kampları, yogaya dair blog yazıları yazıyor, kendime özel bir meditasyon tekniği geliştirmek için özel bir uzmanla çalışmalarıma devam ediyorum.
Hayat iş yaşamından çıkınca asla kolay ya da mükemmel olmayacak, her zaman devam eden belirsizlik, sabit masa başı işten bir nevi hizmet sektörüne geçişle birlikte insanları anlama ve idare edebilme konusunda gelişmek gerçekten kolay değil.
Yani her şekilde diğer tarafın daha kolay ve zor olan yanları olacak. Ama hayata dair neler deneyimlemeye başladığımı görünce her şeye değermiş diyorum. Hayat belirsizliklerle dolu, bundan 10 yıl sonra kendimi hiçbir yerde görmüyorum. Belki kendi stüdyomda, belki Himalayalar’da inzivada belki de geri masa başında olacağım, bu konuda hiçbir iddiam yok.
Eğer iş yaşamından farklı bir rota belirlemek istiyorsanız kendinize yapmanız gereken en önemli şey “bir daha asla oraya geri dönmem” demeden, kendinize kaçacağınız bir referans noktası yaratarak bunu hayatınızın fark etmeden korku merkezi haline getirmeden deneyin.
Sabır, cesaret, dayanıklılık gereken bir yol bu, günün sonunda hayal ettiğin noktaya varamasan bile sırf bu özelliklerini geliştirmek için bile değer.
Pınar Özbey kimdir?
1987’de Ankara’da doğan Pınar, Odtü Maden Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra Fransa’da Kedge Business School’da MBA eğitimini tamamladı. Üniversite yılları sırasında aynı zamanda da çocuk yaştan beri ailesinin kültürünün bir parçası olan yoga pratiklerine ağırlık vererek 2009’da Ferhan Yüksel ile 200 saatlik Hatha Yoga eğitmenlik eğitimini tamamladı. İç sesi hep tamamen yogaya yönelmiş bir hayatı dilese de uzun yıllar part time yoga öğretmenliği yaparken bir yandan da Türkiye ve Fransa’nın büyük şirketlerinde çalışmaya devam etti. 2016’da Hindistan’da bir aşramda bir süre yaşayarak gerçek anlamda yogik yaşamı deneyimledikten sonra ilk kez içinde sadece yoga ile hayatına devam edeceğine dair bir inanç oluştu. 2017 sonunda radikal bir karar ile işten ayrılarak önce Nepal’de Budist tapınaklarını ziyaret edip sonra tekrar Hindistan’a dönüp bu sefer ileri seviye yoga eğitmenlik eğitimini tamamladı. Pınar artık tüm hayatını yoga pratiğine yoğunlaşarak ve yoga eğitimleri vererek geçirmekte.