Bağlanmak ve savunmasızca sevmek neden bizi korkutuyor?

Bundan üç ay önce ağabeyim Ata’nın camına bir kedi vurmuş. Kelimenin tam anlamıyla, çizgi filmlerdeki gibi hayvancık patilerini dayayarak kendini cama yapıştırmış. Ata, cama sinek değil, kuş değil de kedi çarpması konusunun fazla abartılmaması gerektiğini düşünmüş olmalı ki, ilk çarpmayı fazla önemsememiş. Hayvan var gücüyle ‘beni içeri al adam!’ diye haykırarak ikinci kez cama vurmuş. Yine sesini duyuramamış. Ancak üçüncüde dikkati üzerine çekebilmiş olan tekir (nam-ı diğer “Heyecan”), evden içeri adımını atmasıyla bulduğu ilk kutunun içine doğurmuş.

Bin kedili sevgili ağabeyim, bir de bu yavruların sorumluluğunu alamayacağını hissederek benden yardım istedi. Ben de içgüdüsel bir şekilde ‘onları hiç kimselere vermem, anneleri ben olacağım’ diyerek onlara sahip çıktım.

Farkındalık anı

Açıkçası, kedi sahibi olduktan sonra lohusa sendromunu daha iyi anladım. İlk sabah uyandığımda evimde iki yavru kedi, boncuk gözleriyle bana bakıp etrafımda dört dönerek miyavlıyordu. ‘Eyvah!’ dedim. ‘Ben ne yaptım? Ben kedi insanı bile değilim!’

Instagram’da postlar üzerinden stres atmaya çalışırken, bir hafta sonra bir baktım ben bu hayvanlara bağlanmışım… Önce bir ürktüm. Hayatta beni en çok zorlayan, hatta korkutan şeyler: Beklemek ve görmek. Sabretmek. Seyahat etmemek. Bağlanmak. Daha önce de yazmıştım, bir elim tokmakta değilse yandık.

Söz konusu kediler olunca, elini tokmağa yaklaştırdığın anda üç gün bile gitsen koruyucu aile bulmak zorunda kalıyorsun. Korkularımızla yüzleştiğimiz 2020 yılında bunun olması beni şaşırttı mı? Hayır, hiç şaşırtmadı tabii ki! Bir değil, iki kediye birden kaçınılmaz olarak bağlandığımdan beri de şu bağlanmak-bağlanamamak-bağlanmamak meselesi iyice kafamı kurcalamaya başladı.

Ne çok kaçıyoruz birine, bir şeye, bir şehre, birbirimize bağlanmaktan. Kimilerimiz evlilik yemini ettikleri halde hiç bağlanmamış birbirine… Birbirimizin kalbini pek çok kırdığımız için belki de. Aşka benzer bir şeyle göz göze geldiğimizde, ya incinmeyi de göze alarak ve tüm savunmasızlığımızla sevmeyi seçiyoruz, çoğu zaman da çiziklerle dolu kalbimizi sakınmak için vazgeçmeyi

İlginizi çekebilir: Modern İlişkiler Neden Bu Kadar Karmaşık?

Biyolojik olarak bağlanmak

Bağlanma hormonu ‘oksitosin’. Bu hormon sevme, ait hissetme hormonu. Bebeklerini emziren annelerin, birbirine sımsıkı sarılmanın hormonu. Dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu hormon belki de.

İnsan kalbi, 250 gram ağırlığında, günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda pompalayan bir dev.

İnsan, kalbine neler sığdırabilir oysa korkmasa…

Yaşadığımız kültürde sevgi bizi, hepimizi çok incitti. Biz de kaplumbağa gibi kafamızı içeri çekerek, sevmekten, sevgi için emek vermekten ve sonunda tüm emeklerimizin boşa gitmesinden korkarak yaşamayı öğrendik.

Bağlanmayı öğreneceğimiz bir eylül ayı

Tüm astrologlar eylül ayında işler karışacak diyor. İşler, biz o devi sakınmadan tekrar açmayı ve tüm savunmasızlığımızla sevmeyi öğrenelim diye karışacak. Unuttuklarımızı hatırlayalım, yaralarımızı saralım ve öğrenilmiş sahte gerçekliği yıkıp, tekrar hayal kurmaya başlayalım diye karışacak.

Geçmişle yüzleşip, düşlerimizden de öte, hakikatlerle dolu bir yaşam kuralım diye. Karşılaşılmayan geçmiş travmaları ayakta bağ, kalpte zardır. Biz geçmişle barışalım diye karışacak.

Korkusuzca bağlanmak ve sevmek

Dalai Lama’nın da dediği gibi “Gezegenimizin daha fazla başarılı insana ihtiyacı yok. Onun acil olarak ihtiyaç duyduğu, her türlü barıştırıcılar, şifacılar, onarıcılar, masal anlatıcılar ve aşıklar. Yaşadıkları yerde iyi yaşayan insanlara ihtiyacı var dünyamızın. Ahlaki cesareti ile insanlığın hak ettiği şartlarda yaşayabileceği bir dünya yaratma mücadelesine katılmayı kabul eden insana ihtiyacı var. Toplumumuzun ve kültürümüzün anladığı ve algıladığı ‘başarı’ kavramının ise bunlarla hiçbir ilgisi yok.”

Korkmadan, korkutmadan, incitmeden, dövmeden sevmek çağımızın yegâne ilâcı.

Ve insan olmanın hakkını verecek yeni bir kültür yaratmak, sevmekten, bağlanmaktan korkmayan…

İlginizi çekebilir: Hayatı Dolu Dolu Yaşamak İsteyenlere Mutluluğun 4 Sırrı



Arzu Özev

1983 yılında İstanbul’da doğan Arzu, Saint Joseph Lisesi’ni bitirdikten sonra University of Massachusetts Amherst’te psikoloji okuduğu yıllarda, Sudarshan Kriya nefes tekniği ve yoga öğretisiyle tanıştı. Hindistan başta olmak üzere, Yeni Zelanda, Güney Afrika, ABD ve Almanya’da kişisel gelişim ve yoga konusunda birçok eğitim alarak, sertifikalı eğitmen oldu. Dünya çapında 150...



BLOOM SHOP