Günümüz dünyası haksızlıklar, eşitsizlikler, ayrımcılıklar, maddi ve manevi kayıplarla dolup taşarken belki bir günümüz bile öfkelenmeden geçmiyor. Tanıdığımız en sakin, anlayışlı, mantıklı kişi bile kendi tetikleyicisi karşısında amansız bir öfke hissedebiliyor. Bazen öfkemiz hiç tanımadığımız kişilere, sonucunu ne yaparsak yapalım değiştiremeyeceğimiz durumlara karşı büyüyebiliyor. Maalesef dünya eşit ve adaletli bir yer değil ve bunu bilerek yaşamaya devam etmemiz gerekiyor. Burada da devreye içimizi saran, gözümüzü kör edebilen bu öfkenin ne olduğunu anlamak ve sağlıklı şekilde hissedebilmek için sağlıksız olanı fark edebilmek giriyor. Aynı zamanda yazar ve konuşmacı da olan Hollywood’un nam salmış psikoterapistleri Phil Stutz ve Barry Michels da tam olarak bu konuyu ışığa taşıyor: Neden öfkeleniyoruz, sağlıklı öfke nedir ve içgüdüsel olarak gördüğümüz tepkimizi nasıl bilinçli ve faydalı bir cevaba dönüştürebiliriz?
Ünlü psikoterapistler Phil Stutz ve Barry Michels kimdir?
Ünlü oyuncuların, yazarların, üst düzey iş insanlarının psikoterapistleri olarak nam salmış, en çok okunanlar listesine girmiş iki kitabın; Coming Alive ve The Tools‘un eş yazarları Phil Stutz ve Barry Michels herkesin kendi gerçek potansiyelini açığa çıkarabilmesi için çalışıyor. Geliştirdikleri dinamik, sonuç odaklı pratikler ile danışanlarının acılarını, öfkelerini, travmalarını birer potansiyele çevirmelerine yardım ediyorlar. Öz güven eksikliği, erteleme hastalığı, bağımlılık gibi yaşamı zorlaştıran engellerin doğru “tool” yani araçlar kullanılarak çözülebiliceğini savunuyorlar.
Kitaplarında yer verdikleri bir diğer yaşamsal engel de öfke. Stutz’a göre hayatta bir itici güç görevi görmesi gereken öfke toplumumuzda yanlış anlaşıldığı, yansıtıldığı veya hiç yaşanamadığı için büyük bir probleme dönüşüyor. En az diğer duygular kadar evrensel ve doğal olan öfkenin bizi potansiyelimize erişmekten alıkoymaması, aksine ona doğru yaklaştırabilmesi için doğru “araçlara” ihtiyaç duyuyoruz.
Neden öfkeleniriz?
Öfke duygusu kendimizin veya bir başkasının bir haksızlık ile karşı karşıya kaldığını hissettiğimizde ortaya çıkıyor. Bu “başkaldırı” görevi ile oldukça sağlıklı ve doğal bir cevap olan öfke, kendimizi veya başkalarını sömürüden korumaya çalışırken aynı zamanda farklılaşmamızı sağlıyor.
İnsan gelişiminde önemli bir yere sahip olan öfke kişinin birincil bakım verenlerinden ayrılabilmesini, kendi insanı olabilmesini sağlıyor. Kendini ilk kez 2 yaşında gösteren öfke duygusu zaten çocuğun kendi benliği, çevresi ve başka kişilerin varlığını idrak etmesi ile eş zamanlı oluşuyor. Diğer çevresel etmenlere karşı bakış açısını, isteklerini, bağımsız iradesini yansıtmak isteyen çocuk, bunun için öfkesini kullanıyor.
Geleneksel aile yapılarında çocukların öfkelenmesine izin verilmiyor veya yeterince tolere edilmiyor. Aksine, aile içinde öfkeyi bastırması ve öfkelenmemesi öğretiliyor. Bu da ileri yaşlarda aileden ayrışmada zorluk çekilmesine neden olabiliyor.
Modern yaşamın akışı içinde ise ilk kez lise-üniversite zamanında fiziksel olarak ailesinden ayrılan bireylerin içinde öfke, bu ayrışmayı desteklemek için, yeniden ortaya çıkıyor. Bu da aslında ergenlik zamanlarında neden içimizin sebepsiz bir hınç ile dolu olduğuna bir nebze ışık tutuyor.
Öfkemizi göstermeli miyiz, göstermemeli miyiz?
Gelişimimiz boyunca öfkelenmek ne kadar doğal ve önemli bir adımsa öfkeyi kontrol etmeyi, sevgiden ayrıştırmayı öğrenmek de o denli önem taşıyor. Stutz ve Michels’a göre öfkemizi içgüdüsel olarak dışa vurmak yerine önce iç dünyamızda onu işlememiz, bize fayda sağlayacak şekilde dönüştürmemiz daha sonra gösterme veya göstermeme kararı almamız gerekiyor. Bu da aslında öfkeyi fevri bir davranış olmaktan çıkarıp bir öz farkındalık pratiğine dönüştürüyor. Öfkenin dışavurumu sonucunda değişim beklediğimiz bir aksiyondansa, karşılıksız ve tek yönlü bir duygusal tepkiye çeviriyor. Bir başka deyişle, öfke sadece yaşadığımız haksızlığı, hissettiğimiz yoğun duyguları karşı tarafa aktarabilmek ve ona bir cevap verme şansı sunabilmek için kullanılıyor.
Öfke ne zaman bütünsel sağlığı tehdit etmeye başlıyor?
Stutz ve Michels’a göre öfkenin kendisi değil ama neden kullanıldığı onu sağlıksız yapan unsur oluyor. Ne zaman ki haksızlıklar için değil, kendimizi hayata karşı savunmasız bırakmamak için öfkelenmeye başlıyorsak o zaman öfkenin bütünsel sağlık üzerindeki negatif etkilerine maruz kalmaya da başlıyoruz. Başımıza kötülüklerin geleceğini düşündüğümüz veya üzüldüğümüz anlarda içimizde oluşan öfke aslında başka duyguların yerini kaplayan yanlış yerleştirilmiş bir duygu oluyor.
Peki duyguların yoğunlaştığı gergin anlarda bu kadar bilinçli bir şekilde nasıl öfkeleneceğiz?
Öfkenin 3 kabul aşaması
Birinci adım öfkenin neden oluştuğunu fark etmekten geçiyor. “Şu an bir savunmasızlığımı kapatmak için mi öfkeleniyorum yoksa bir haksızlık karşısında mı ortaya çıktı?” Eğer savunmasızlıksa şunu kabul etmek gerekiyor; ne kadar çok öfkelensek, kızsak, tartışsak da her daim savunmasız olmaya ve zorluklar yaşamaya devam ediyoruz. Yani aslında öfkelenmek, istediğimiz sonucu bize vermiyor. İkinci adım da zaten öfkemizin bizi istediğimiz sonuca götürmeyeceğini kabul etmekle başlıyor. Öfkelenerek bir kişiden duymak istediklerimizi veya görmek istediğimiz davranışları içtenlikle göremeyiz. Bu Michels’a göre en büyük fantezimizi oluşturuyor. Üçüncü ve en son adım da öfkenin kör edici bir yönü olduğunu anlamakla başarılıyor. Her öfkeli insan kendisinin en haklı olduğunu düşünür fakat bu her zaman gerçek olmak zorunda değildir. Bu anlarda kendimize: “Şu an çok öfkeliyim ve kendimi yüzde yüz haklı ve doğru buluyorum. Ama yüzde yüz haksız ve yanlış da çıkabilirim.” diyebilmemiz öfke kontrolünde büyük önem taşıyor.
Sağlıksız öfkenin labirenti
Kontrol edilemeyen, dindirilemeyen öfkenin yarattığı fazla düşünen, hiper-odaklı hal de psikoterapistlerin “labirent” adını verdikleri sonsuz bir düşünce ve endişe girdabına deniyor. Burada bir kişiye olan öfkemizi ne kadar çok düşünürsek o denli girdaba batıyor; ya dış dünyada somut olarak ya da tamamen kendi zihinlerimiz içinde hayali kavgalar ediyoruz. Nitekim elde etmek istediğimiz sonuçlara hiçbir zaman varamıyor, sadece zaman ve enerji kaybediyoruz. Stutz ve Michels’a göre bu girdaptan çıkmanın yolu adeta güneş gibi; iyi, kötü, haklı, haksız demeden herkesin üzerine doğmak yani tüm dünyanın aksine kendi doğrunuzu yaşamaya devam etmekle oluyor. Bir başka deyişle sizi öfkelendiren insan ve durumlara hem zihniniz hem de hayatınızda gereğinden fazla yer vermemekle başarılıyor.
Bastırılmış öfke kendini hangi şekillerde gösteriyor?
Aşırı ve kontrolsüzce gösterilen, sağlıklı bir dışa vurum yapılamayan, içe bastırılan öfke dış dünyada zarar vermese de iç sistemlere önemli bir yük bindiriyor. Örneğin, somatizasyon; açığa çıkamayan duyguların fiziksel ağrı ve acılara dönüşmesi, bastırılmış öfke yaşayan kişilerde çok yaygın şekilde görülüyor. Peki sağlıklı şekilde işlenemeyen öfke, bütünsel sağlık üzerinde nelere yol açabiliyor?
- Psiko-somatik semptomlar: Baş ağrıları, kronik öksürük, kas gerginliği ve acıları.
- Sindirim sistemi problemleri: İştahsızlık, mide bulantısı, sindirememe, gaz, şişkinlik.
- Kronik strese bağlı yüksek kortizol seviyeleri ve hormonal dengesizlikler.
- Yüksek tansiyon.
- Kardiyovasküler hastalıklara yakalanma riskinin artması.
- Kronik dinlenememe hali, uyku problemleri.
- Öz-sabotaj.
- Pasif agresiflik.
- Anksiyete ve paranoya.
- Depresyon.