YAZAN: BURCU ERBAŞ

Kadın yaşamının büyük bir bölümü her ay yaşanan hormon döngüleri ile etkileniyor. Bu durum ciddi hormonal değişimlerin yaşandığı; ergenlik, hamilelik, menopoz gibi dönemlerde etkisini önemli derecede arttırarak kadın yaşamında dönüm noktaları oluşturuyor. Dünya popülasyonunun neredeyse yarısı hormonların etkisi altında yaşıyorken sağlık sistemi hormon sağlığını neden görmezden geliyor. Kadınların bedensel rahatsızlıkları hormonlara, hormonal rahatsızlıkları da zihinsel problemlere neden bağlanıyor? Sağlık sistemi içerisinde yaşanan cinsiyet ayrımını ve bunu aşmanın yollarını yazımızda inceledik.


Bedensel sağlık: Kronik hastalıklar ve ağrı tedavisi

Tip 1 diyabet, huzursuz bağırsak sendromu, Hashimoto gibi otoimmün hastalıklar, fibromiyalji gibi kronik ağrılara neden olan birçok rahatsızlık kadınlarda, erkeklere oranla çok daha yüksek görülüyor. Örneğin; Amerika’da 50 milyon kişinin otoimmün hastalığı olduğu ve bu sayının yüzde 75’inin kadın olduğu biliniyor. Kadınlarda görülme sıklığına rağmen, bu hastalıklar üzerine yapılan bilimsel araştırmaların çoğu ya erkekler üzerinden yürütülmüş ya da yeterince araştırılmamış oluyor. Kadınlar üzerine yeterli bilginin olmaması da tıp uzmanlarını bu hastalıklar konusunda karanlıkta bırakıyor. Doğru teşhisi, tedaviyi ve sonuçları elde etmek zorlaşıyor.

Bunun bir sebebi de kadınlar ve doktorları arasındaki güven boşluğu ile açıklanıyor. Araştırmacı yazar Maya Dusenbery’nin Doing Harm: The Truth About How Bad Medicine and Lazy Science Leave Women Dismissed, Misdiagnosed, and Sick isimli kitabına göre doktorlar bilgi yetersizliğinin yanı sıra kadın hastalarının semptomlarını hafife almaya, önemsememeye daha yatkın oluyor. Çünkü kadın danışanlarının dedikleri çoğu şikayetin hayal güçlerinin bir ürünü veya psikolojik sorunların bir yansıması olduğunu düşünüyorlar. Örneğin; Amerika’da kadın ölümünün en büyük sebebi kalp krizi olsa da kadınların hastanelerde kalp krizi riski ile teşhis edilmeleri çok nadir görülüyor. Erkeklerle aynı semptomları gösterseler de hissettikleri ağrı, acı daha çok depresyon, sindirim problemleri veya doğal yaşlanma süreci ile ilişkilendiriliyor. Kalp krizinin yanı sıra oto-immün hastalıklar ve cinsel yolla bulaşan rahatsızlıklarda da kadınlar erkeklere oranla daha sık yanlış tanı ve tedaviye maruz kalıyor.

Bununla beraber kronik ağrı çeken kadınların ağrı şikayetlerinin de ilk görüşmede ciddiye alınmadığı ancak daha sonra düzenli takip ile bir fiziksel hastalık olarak değerlendirildiği görülüyor.

Araştırmalar tüm bu nedenlerin bir sonucu olarak da kadınların her tür hastalıkta erkeklerden daha sonra; daha büyük bir yaşta tanı ve tedaviye eriştiğini gösteriyor.

Zihinsel sağlık

Kadınların zihinsel iyi olma hallerinin tarih boyunca erkek egemenliğinde bir tür kontrol altında tutma aracı olarak kullanıldığı görülüyor. Antik Yunan ve Mısır’da kadınların üreme organının bir parçası olan uterus’ün, daha sonraları kökünü histeri kelimesine verecek, kadın bedeninde gezebildiğini ve yerleştiği yerlerde çeşitli fiziksel etkiler doğurduğuna inanılıyordu. Bu inanış kendini tarih boyunca çeşitli şekillerde gösterse de ününe 1800’lü yıllarda psikanalist Freud ile ulaşıyor. Fiziksel semptomların kadınların “bozulmuş” zihinlerinin bir oyunu olduğuna ve aşırı duygu göstermenin tedavi edilmesi gerektiğine dayanan “histeri” 1980 yılına kadar birçok kadını “tedavi” etmek için kullanılan bir hastalık olarak değerlendiriliyor.

Şimdilerde histeri bir hastalık olarak değerlendirilmese de etkileri hala sürüyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kadın ve erkeklerde, cinsiyet gözetmeksizin neredeyse aynı oranlarda görülen depresyonun klinik tanısı ve tedavisi kadınlarda daha çok görülüyor.

Tüm bu istatistikler bir yana, birçok kadın zihinsel problemler yaşadığı zaman çevresinden “Merak etme geçer…Ayın o zamanı mı?…Hava değişiminden olmuştur.” gibi yorumlarla karşılaşıyor.

Hormonal sağlık neden kadın sağlığının merkezinde değil?

Kadınların zihinsel ve bedensel ihtiyaçlarının küçümsenmesi, yeterli ilgiyi görememesinin en temelinde sağlık sistemi içerinde kadınların hormonal sağlığına verilen küçük önem yatıyor. Örneğin premenstrüel sendrom; kanama başlamadan hemen önceki luteal evrede yaşanan ağrı, ödem, halsizlik, gerginlik ve hatta depresif yatkınlıklar 1990 yılına kadar bir tanı olarak görülmüyor. Şimdilerde bu rahatsızlığın tüm kadınları yüzde 30 ile 80 arasında değişen bir oranla etkilediği biliniyor.

Kadınların hormonal düzenlerini etkileyen durumlar; ergenlik, hamilelik, menapozun evreleri, aynı zamanda kadınların zihinsel rahatsızlıklara yakalanma risklerinin en yüksek olduğu zamanlara denk geliyor. Bu dönemlerde ilk defa semptomlarını göstermeye başlayan mental problemler medikal çevre tarafından “hormonal geçiş dönemi” içerisinde değerlendiriliyor dolayısıyla normalleştiriliyor. En hayati ilk evreler, gerekli ilgi ve özeni görmediği için zihinsel rahatsızlıklar hızla ilerleme riski ile karşılaşıyor. Kısacası çevrelerinden gerekli desteğe en çok ihtiyaç duydukları bu dönemlerde kadınlar sağlık sistemleri tarafından yalnız bırakılıyor. Psikiyatrist veya psikologlar kadın danışanlarının biyolojik olarak hangi hormonal evreden geçtiklerine kendi branşları olmadığını düşündükleri için yeterince dikkat etmiyor. Biyomedikal bir çözüm; hormon tedavisi ile iyileştirilebilecek zihinsel rahatsızlıklar çözümlenmemeye, kadınların zihinsel dayanıklıklarını zorlamaya devam ediyor.

Hormonları kadın sağlığının merkezine koymak cinsiyetçiliği beslemez mi?

Bedensel rahatsızlıkların hormonal dengesizliktir denerek küçümsendiği, gerçekten hormonal dengesizliğe bağlı görülen zihinsel rahatsızlıkların ise sadece psikolojik bir perspektiften değerlendirildiği bu kısır döngü içinde hormonları merkeze koymak kadınlara fayda mı sağlar?

Profesör Jayashri Kulkarni; kadın hormon sağlığın tedavi sürecinin merkezine konmasının kadınlar için geriye doğru; histerinin hala bir hastalık olarak görüldüğü zamanlara doğru bir adım oluşturmasından korkuyor. En az kadınlar kadar hormonal bozukluklara sahip olabilen erkekler içinse bu korku ne günümüzde ne de tarihin hiç bir anında duyulmuyor.

Sağlık sistemindeki cinsiyet ayrımcılığı nasıl düzeltilebilir?

Kadınların sağlık sistemi içerisinde en az erkekler kadar araştırılması, uygun tanı ve tedaviye erişmesi ancak uzmanlar tarafından benimsenecek yeni ve kesişimsel bir bakış açısı ile başarılabiliyor: Biyo-psikososyal anlayış.

Bu anlayışa göre kadınların özellikle bedensel, ruhsal ve zihinsel şikayetleri hem biyolojik, hem psikolojik hem de çevresel etmenler yani sosyal hayatı üzerinden incelenmeli; sadece biyomedikal bir çerçeve, kadınların erkekler ile eşit derecede sağlık sistemine erişmelerine yetmiyor. Kadınların tüm hikayelerinin göz önünde bulundurulması, yaşadıkları fiziksel veya zihinsel hastalıkların da tüm boyutları ile değerlendirilmesine ve doğru tanı, tedavi, önlem programlarına erişmelerine olanak sağlıyor.

Bununla beraber sağlık araştırmalarının daha çok kadınları dahil etmesi, sadece kadınları odağına alan araştırmalar yapması gerekiyor. Ancak bu şekilde erkekler için standardize edilmiş bazı tedaviler, kadınların hormonal dengelerine ve kendi öz anatomilerine hitap eden bir hale çevrilebiliyor.



Burcu Erbaş

1997 yılında Antalya’da doğan Burcu, İstanbul Saint Joseph lisesinde eğitim gördü. 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Erasmus programı ile bir sene boyunca eğitim aldığı Sciences Po Paris’te çevre politikaları, sürdürülebilirlik ve ekoloji üzerine dersler aldı. Öğrendiklerinden çok etkilenen Burcu yaşam tarzını çevreye duyarlı olacak şekilde...



BLOOM SHOP