YAZAN: BURCU ERBAŞ

Gece tek başına sokakta yürürken sürekli olarak tetikte olmak, kapıyı kapatırken arkadan biri geliyor mu diye kontrol etmek, asansöre başkaları ile binmemek, eteğini çekiştirmek gibi davranışlar kadınların rutinlerinden saydıkları, normalleştirdikleri, nesilden nesile aktarıldıkları bir dizi oto kontrol mekanizması. Çünkü, doğduğu andan itibaren her kadın, henüz fark edemediği veya göremediği bir tehlikeden kendini koruması gerektiğini öğreniyor. Bunu da çevresindeki diğer kadınlardan örnek alarak; kendi hareketlerini, bakışlarını, kıyafetlerini kısıtlayarak yapıyor. Ortada bir tehlike yokken bile tetikte olması gerektiğini fark ediyor. Büyüdüğü zaman kadınların tüm bunları neden yaptığını anlar ama neden kadınların kendi özgürlüklerinden feragat ettiklerini anlayabilir mi? Ataerkil düzen içinde sürekli korku, tedirginlik ve stres hali içinde yaşayan kadınların “görünmez tehlike” karşısında verdiği bu savaşın nedenini, kaynağını ve etkilerini yazımızda ele aldık.


Korku kültürü: “Güvende hissetmemek”

Korku kültürü, kamusal alan ve sosyal ilişkiler içerisinde yaratılmış kronik tehlike tehdidinin, bireyler arası etkileşimi değiştirmesi sonucu oluşuyor. Toplulukları daha kolay kontrol edebilmek amaçlı uygulanan bir tür politikaya ithafen ortaya çıkan bu kavram günümüzde kendini, siyasetin yanı sıra, birçok sosyal ortamda; iş, aile, okullarda gösterebiliyor.

Sosyologlara göre korku kültürünü besleyen kendini güvende hissetmeme hissi kendini iki formda gösteriyor: Kamusal alanda güvensizlik ve birey olarak hayatını kaybetmekten korkma. Bu duyguların oluşumu ise oldukça köklü ve karmaşık sosyal dinamikler ve ilişkilere bağlanıyor. Kadınların her dışarıya çıktıkları zaman hissettikleri tedirginlik duygusunun temelinde de olası bir şiddetin kamusal alanda yaşanacağı inancı yatıyor.

Nitekim bu algının yanlış olduğu, kadına karşı şiddetin en çok samimi ilişkiler içerisinde yani “güvenli” alanlarda yaşandığı istatistiklerle belirtiliyor. Yine de nesilden nesile aktarılan bilgi, kadınların her daim evin dışarısında zarar görebileceğine işaret ediyor. Öte yandan yapılan araştırmalar fiziksel şiddet görmemiş kadınların da dışarıda korku duyduklarını, kamusal aktivitelerini zarar görme potansiyellerini hesaplayarak planladıklarını ortaya koyuyor.

Bir başka deyişle, her kadın dışarıda şiddet görmüş olsun veya olmasın kamusal alanda olmaktan güvensizlik duyuyor. Peki, neden?

Bir tür baskı yöntemi olarak korku

Ataerkil düzen erkek üstünlüğüne ve dolayısıyla egemenliğine dayanıyor. Bu toplum düzeninde kadınlar erkeklerden daha az saygı görüyor, rol alıyor, hak sahibi oluyor, duyuluyor, görülüyor ve önemseniyor.

Toplumun yarısına hitap eden bir grubun uzun zaman boyunca alt kademede tutulabilmesi de türlü kontrol mekanizmaları ve baskı araçları ile yapılıyor. Korku da, en az şiddetin kendisi kadar güçlü bir araç olarak, bu erkek egemenliğine hizmet eden mekanizmalar arasında yerini alıyor.

Şiddete uğrama korkusu, şiddetin kendisinden daha fazla kadını etkiliyor; doğrudan veya dolaylı olarak kontrol ediyor. Kadınlara karşı gösterilen sistematik şiddetin sonucu olarak ortaya çıkmasına rağmen toplumlarda kadınların savunmasızlığının bir hatırlatıcısı olarak çalışıyor. Bu kontrol kadınların sadece günlük hayatlarını değil; iş, ev, okul, ulaşım, arkadaşlık seçimlerini, kısacası hayatını büyük ölçüde çizen kararlarını da etkiliyor.

Bu nedenle şiddete uğrama korkusu en az şiddetin kendisi kadar etkili bir baskı yöntemi haline getirilebiliyor. Şiddet görme ihtimali kadınların gerçek potansiyellerine erişmelerinin önünde duruyor.

Korku da güce erişim gibi toplumdaki her kadını eşit derece etkilemiyor. Ekonomik güç, eğitim seviyesi, sosyal kimlik, dış görünüş ve daha nice faktör bir kadının kamusal alanda ne kadar çok korku hissettiğini belirliyor.

Örneğin; ekonomik açıdan savunmasız kadınlar, daha çok korku duyuyor. Öte yandan bu faktörler, aynı tehdit altında erkeklerin kadınlardan daha az korkmasına da bir açıklama veriyor. Ataerkil düzende kadınlar her daim daha savunmasız bir konumda yer alıyor. Bu konuda yapılan bir araştırma erkeklerin sadece diğer erkeklerden korktuğunu ortaya koyuyor.

Korku ile baskılanan davranışlar

Korku kültürünün kadınların davranışlarını nasıl etkilediğini inceleyen bir araştırma, tecavüze uğrama riskinin kadınların hareket özgürlüğünü en çok kısıtlayan korku olduğunu ortaya koyuyor. Aynı zamanda kadınların kendilerini korumak için kendini dışlama ve uzak durma yollarına erkeklerden çok daha fazla başvurduklarını tespit ediyor.

Feminist coğrafya bilimcileri, kamusal alanlar üzerinde tarih boyunca kurulan erkek egemenliğinin bu konuda büyük bir rol oynadığını söylüyor. Karanlık ve gece vakti unsurlarının kadınların tek başına hareket ederken korku hissetmesine neden olduğunu fakat bunun tamamen kültür ve politikalar ile beslendiğini belirtiyor.

Örneğin; Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de kadınlar günün büyük bir kısmı karanlık geçen kış günlerinde yaza oranla daha fazla korku hissetmiyor. Araştırma, karanlık ve gece vaktinin yerel kültür içinde ne şekilde yorumlandığının önemine işaret ediyor.

Sürekli olarak korku ve stres içinde yaşamanın sağlık üzerine etkileri

Kadınların bilinçli veya farkında olmadan sürekli olarak kendi can güvenliklerini koruma altına almaya çalışmaları; kapıların kitli olduğunu kontrol etmeleri, asansör yerine merdiven kullanmaları, eve vardıklarında arkadaşlarına haber vermeleri, kısa fakat tenha bir yol yerine uzun yolu tercih etmeleri ciddi bir enerji aktarımına ihtiyaç duyuyor.

Aynı zamanda ataerkil düzende yaşayan kadın zihninin büyük ölçüde hayatta kalma modunda işlediğine işaret ediyor. Bu durum tabi ki de kadınların zihinsel, fiziksel ve ruhsal sağlıklarını etkiliyor.

Kronik korku aşağıdaki fiziksel problemleri tetikleyebiliyor:

Kronik korku zihinsel sağlık üzerinde de aşağıdaki etkileri bırakabiliyor:

Öte yandan ataerkil düzen yıkılmadıkça; kadınlara karşı gösterilen her tür şiddetin, tacizin ve eşitsizliğin önüne siyasi, hukuki, ekonomik ve sosyal bağlamlarda geçilmedikçe, kadınların hissettiği bu korku onların hayatta kalmalarını sağlıyor.

Kendimiz de dahil olmak üzere çevremizdeki her kadın öyle ya da böyle bir tür şiddete, tacize maruz kalmışken korku duymamak mümkün olmuyor. Bununla beraber, hissettiğimiz korkuyu nasıl yaşadığımız; kendi özgürlüklerimizi kısıtlayarak mı yoksa ataerkil düzenin beslendiği korku kültürünün farkında, aktif biçimde değişim talep ederek mi, hala bizim elimizde.



Burcu Erbaş

1997 yılında Antalya’da doğan Burcu, İstanbul Saint Joseph lisesinde eğitim gördü. 2020 yılında Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde lisans eğitimini tamamladı. Erasmus programı ile bir sene boyunca eğitim aldığı Sciences Po Paris’te çevre politikaları, sürdürülebilirlik ve ekoloji üzerine dersler aldı. Öğrendiklerinden çok etkilenen Burcu yaşam tarzını çevreye duyarlı olacak şekilde...



BLOOM SHOP