YAZAN: MİRAY AKIN

Günlük iletişimde sıklıkla kendisine yer bulan argo kelimeler ve küfürler her ne kadar bazen komik bazen rahatlatıcı gibi gözüküyor olsa da “şiddetin bir şakayla başlayabileceğini” unutmamak gerekiyor. Dile özellikle küfür ve argo kelimelere yerleşen cinsiyet ayrımcılığını nedenleriyle birlikte inceliyoruz.


Toplumsal cinsiyet rolleri, kadına karşı şiddetin ve cinsiyet ayrımcılığının temelinde yer alıyor.

Feminist yazar Simone de Beauvoir, “The Second Sex” adlı kitabında “kadın olarak doğulmaz, kadın olunur” diye belirtiyor. Tarihe geçen bu söz, cinsiyetin biyolojik bir unsur olmaktan ziyade toplumsal bir öğrenme sürecinin ardından kazanıldığını ifade ediyor.

Kadını cinsiyetinden dolayı değersizleştirmeye çalışan kadın düşmanlığı ve kadına şiddetin temellerinden birini oluşturan toplumsal cinsiyet rolleri ise cinsiyete göre kimin nerede, ne zaman, nasıl davranacağına dair bir şablon çizerken, kadın ve erkeklere çocukluklarından itibaren dayatılan birtakım roller ve söylenen cümleler de toplumsal ve politik birçok sorunun doğmasına neden oluyor.

Dilde cinsiyet ayrımcılığı, toplumsal cinsiyet rollerini besliyor ve güçlendiriyor.

Dilbilimci Benjamin Lee Whorf’a göre dil, dünyayı, fiziksel ve toplumsal gerçekliği algılayış şeklimizi etkilerken, düşüncelerimizi şekillendirip eylemler haline getirmemize sebep oluyor. İnsanlar üzerinde şekillendirici bir güce sahip olan dilin, cinsiyetçi kalıplar üzerinden kurgulanması ise kadın düşmanlığını ve kadına karşı şiddeti temellendirip güçlendiriyor.

Şiddetin unsurlarını oluşturan cinsel, fiziksel ve psikolojik bütünlüğe verilen zararın yanı sıra buz dağının görünmeyen kısmında soyut ve etkisi zamanla fark edilen dolayımsal bir şiddet türü bulunuyor: Cinsiyetçi dil ile beslenen metafizik şiddet.

“Kızını dövmeyen dizini döver” gibi deyimler “kadın dediğin”, “kadın başına” ile başlayan koşullandırma cümleleri, kadın cinsiyetine yönelik algının olumsuz yönde şekillenmesine sebep oluyor. Algıda meydana gelen değişimler ise eylemlerin tonunun aşağılayıcı, dışlayıcı ve saldırgan olmasını sağlıyor.

Kadın düşmanlığının gizli öznesi: Dil

Türkçede yer alan birçok atasözü ve deyim, cinselliği hedef haline getirirken, yine bu hedefin öznesi rolünde kadın yer alıyor. Cinsel ilişki sahip olmak/olunmak gibi kelimeler ile anlatılırken, cinsellik namus ve iktidar gibi kavramlarla ilişkilendiriliyor. Dildeki eril hakimiyet ise toplumun diline pelesenk olmuş kelimelerde sıklıkla görülüyor.

Devlet adamı, bilim adamı gibi betimlemeler erkeği övme ve yüceltme niyeti taşırken gazeteci, milletvekili, polis ve bunun gibi kelimelerin önüne gelen kadın eki, zayıflatıcı bir vurgu yapmak için kullanılıyor. Dilde cinsiyetin nötr olmaması hem gazeteci denildiğinde akla kadının gelmesini engellerken hem de gazetecinin kadın olarak belirtilmediğinde kadın olamayacağına dair bir algının gelişmesini de sağlıyor. Algı ise eylemlere döndüğünden mesleklerin bile cinsiyeti bulunuyor, bu da kadınların ekonomik anlamda da zarar görmesine, şiddete uğramasına sebep oluyor.

Argo ve küfürlü kelimeler, kadını ve kadın bedenini hedef gösteriyor.

Dildeki eril hakimiyet günlük iletişimin bir parçası haline gelen argo ve küfürlü sözcüklerde sıklıkla görülüyor ve kadınları apaçık hedef haline getiriyor. Feminist aktivist ve yazar Babita Rai, kelime haznemizde yer alan bu tarz sözcüklerin şidettin başlangıç noktasını olduğunu belirtirken, çocuğunun cinsiyetçi ve kadın düşmanı olduğunu söylüyor.

Rai argo kelime kullanımında işin en ilginç kısmının ise kişinin karşısında bir erkek bile olsa sözcükler yoluyla istismar edilenin, o kişinin kadın dostları, akrabaları olduğunu söylüyor. Sahiden biz kuşatan bütün hakaret sözcükleri, karşımızdaki kim olursa olsun kadın bedeni üzerine şekilleniyor. Farkında bile olmadan kullandığımız birçok kelime, cinsiyet ayrımcılığını besliyor.

Sosyolog Lalita Bashyal ise kadınları gücendirmek, aşağılamak ve zayıf bir halka gibi göstermek için kurgulanan bu kelimelerin, ataerkil toplum tarafından kasıtlı olarak kullanıldığını belirtiyor. Bashyal, “Bunun nedeni, bu tür sözcükleri kullanarak kadınlara erkeklerden daha zayıf, yetersiz oldukları fikrini dayatmak ve onlara erkeklerin astları gibi davranmaları gerektiğine inandırmak” olduğunu belirtiyor.

Argo sözcüklerdeki cinsiyet ayrımcılığı cinsel tacizi “normalleştiriyor.”

Bu tarz söylem ve kelimeleri, hepimizin, kadınların da dahil olmak üzere hafife aldığını ve bilinçsiz bir şekilde kullandığını ifade eden Bashyal, küfürlerin sadece bir öfke veya heyecan ifadesi olmadığını aksine ataerkil değerlerin içimize ne denli sindiğinin bir göstergesi olduğunu sözlerine ekliyor.

Bu küfürler ataerkilliği yaymak için kullanılıyor. Her gün söylenmeseler de kadınlara, ataerkil normlara uymazlarsa toplumun onları nasıl göreceğini hatırlatmak için toplumun içselleştirilmiş bir eylemi olarak bulunuyor.

Lalita Bashyal

Argo ve küfürlü sözcüklerin çok fazla kullanıyor olmasının cinsel şiddeti duyarsızlaştırdığını ve normalleştirdiğini belirten Bayshal, “Böylesine bir dil cinsel şiddeti çok da önemli olmayan ve ciddiye alınmaması gereken bir konu gibi gösteriyor.” diyor.

Küfürler, kadın cinselliğini utanılması gereken bir durummuş gibi gösteriyor.

Rai, toplumun cinselliğini özgürce yaşayan ve kendi bedeni üzerinde özerkliğe sahip olan kadınları hedef haline getirdiğini bu sebeple de küfürlerin çoğunun kadınları seks işçileri ile karşılaştırma üzerine kurgulandığını söylüyor.

Dilimize yerleşen bu sözcükler ile birlikte erkeklerin kadınları bir “koruma perdesinin” altına almak istediğini belirten Rai, böylelikle kadınlara erkekler olmadan hiçbir şey yapamayacaklarının, onların onurunun aile namusu ile bağlantılı olduğunun empoze edilmeye çalışıldığını sözlerine ekliyor.

Psikolog Kathleen Preston ve Kimberley Stanley ise birçok argo sözcüğün kadın cinselliği ile doğrudan ilişkili olduğunu söylerken, bu sözcükler ile kadınların birden fazla cinsel partnere sahip olmasının utanılması, ayıplanması gereken bir durummuş gibi ima edildiğini belirtiyor.

Kadın cinselliğini gücendirmeye yönelik olan küfürler ve argo kelimeler ile mücadele etmek içinse Rai, onları kelime havuzumuzdan çıkarmanın mühim olduğunu belirtirken “Bu sözleri ciddiye almazsam ve onlardan dolayı gücenmezsem, bu kelimeler ile beni/kadınları kontrol etme güçlerini kaybederler.” diyor.



Miray Akın

1994 yılında Ankara'da doğan Miray, lisans eğitimini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladı. Ardından Hacettepe Üniversitesinde Pazarlama üzerine yüksek lisans eğitimi aldı. İnsan ve hayvan haklarına olan ilgisi, onun birçok sivil toplum örgütünde aktif bir şekilde rol almasını sağladı. Kendisini yazı yazarak ifade eden biri olarak sözlerini kaleme dökmeye tutkun...



BLOOM SHOP