
Romantik ilişkiler üzerine düşündüğümüzde aklımıza hep benzer sorular gelir: Doğru insanı nasıl bulabilirim? Beni tamamlayacak biri gerçekten var mı? Peki ya ilişki, doğru eşleşme mi, yoksa bilinçli bir inşa süreci mi? İlişkilerle ilgili bu sorgulamalar, tamamlanma arzumuz, desteklenme ihtiyacımız ve romantik bir bağ kurma isteğimizin bir yansımasıdır. Oysa gerçekten sağlıklı, dengeli ve tatmin edici bir ilişki içinde olmanın yolu, önce kendi iç dünyamıza dönmekten, oradaki dinamikleri anlamaktan ve kendimizi şifalandırmaktan geçer. Bu nedenle “doğru ilişkiyi kurmak”, öncelikle kendi kendimize yönelteceğimiz derin ve anlamlı sorularla başlar: İlişkiden ne bekliyorum? Kendi içimde çözmem gereken hangi duygusal dinamikler var? Gerçekten neye ihtiyacım var ve bunu kendime nasıl verebilirim? Bu sorular, dış dünyada bir partner arayışından önce, kendi içsel yolculuğumuza yönelmemize yardımcı olur. Çünkü gerçek uyum ve bağlanma, dışarıda bir “doğru insan” bulmaktan çok, ilişkimizde doğru alanı yaratmakla mümkündür.
İlk ilişkinin keşfi.
Duygusal dünyamızın temelleri, erken yaşlarda atılır ve yetişkinlikte kurduğumuz ilişkilerde kendini gösterir. Çocukluğumuzda sevginin nasıl ifade edildiği, güvenin nasıl inşa edildiği ve sınırların nasıl belirlendiği gibi unsurlar, yetişkinlikteki romantik ilişkilerimize doğrudan etki eder. Bir ilişkide mutlu ve sağlıklı olabilmek için önce kendi içsel dünyamızla barış içinde olmamız gerekir. Çocukluğumuzdan getirdiğimiz kalıpları sorgulamak, hangi inançların bizi desteklediğini ve hangilerinin bizi sınırladığını görmek, sağlıklı ilişkiler kurabilmemiz için kritik bir adımdır.
İlişkilerimizdeki dinamikleri anlamanın yolu, kendi ihtiyaçlarımızla olan bağımızı gözden geçirmekten geçer. Bu noktada, uzun yıllardır yoga, psikoloji, travma, mindfulness ve sinir sistemi gibi alanlarda uzmanlığıyla birçok kişinin şifalanma sürecini desteklemiş eğitmen, Hapaka.com kurucusu Berivan Aslan Sungur, kurulan ilk bağların ve temel ihtiyaçlarımızın ilişkilerimize nasıl yön verdiğini şöyle açıklıyor:
“İnsanın kendi ihtiyaçları ile ilişkisi yaklaşık 0-18 ay arasında bazı psikoloji kuramlarında ‘ihtiyaç dönemi’ adı verilen dönemde şekillenir. Bakım verenlerimizin ihtiyaçlarımızı bu dönemde görüp karşılamasıyla insan kendi ihtiyaçlarının farkına varmayı ve yaşamının ileriki dönemlerinde neye ihtiyacı olduğunu anlama ve kendi ihtiyacını karşılama yetisini edinir. Eğer ki bu dönemde bakım verenlerimiz bir şekilde tam olarak ihtiyaçlarımızı karşılamada zorlandılarsa, biz de kendi ihtiyaçlarımızı anlamada ve karşılamada zorlanırız. Elbet bu yazılım değişebilir. İnsan her yaşta yeniden kendi ihtiyaçlarıyla bağ kurmayı öğrenebilir. Bunu öğrenirken önemli bir adım, insanın kendi bedeniyle bağ kurmayı öğrenmesidir. İhtiyaç dönemi bebeğin henüz kelimelerinin olmadığı bir dönemdir, beden duyumsamaları merkezdedir. Beden duyumsamaları ile acıktığını anlar, ağlar ve meme ister. Beden duyumsamaları ile altının ıslandığını anlar ve ağlayarak rahatsızlığını anlatır. İhtiyaç dönemi ile çalışırken özellikle beden duyumsamaları, beden ile bağ üzerinde çalışmak kişiye kendi ihtiyaçları ile yeniden bağ kurmasında yardımcı olabilir. Diğer yandan insan yine kendi ihtiyaçlarını yetişkinliğinde gören ve anlayan bir diğer insan yardımı aracılığıyla kendi ihtiyaçları ile yeniden sağlıklı bağ kurabilir.”
Bu açıklama, erken dönemde karşılanmayan duygusal ihtiyaçlarımızın, yetişkinken yaşadığımız ilişkilerde nasıl kendini tekrar ettiğini anlamamıza yardımcı olur. Çocukken duyulmamış, anlaşılmamış veya ihtiyaçları göz ardı edilmiş biri, yetişkinlikte de benzer döngüleri romantik ilişkilerinde deneyimleyebilir. Dolayısıyla herkesin içinde mutlaka bazı eksiklikler, korkular ve kırgınlıklar oluşur. Öte yandan bizi inciten, zorlayan ya da eksik hissettiren her şey, aslında içsel dünyamızda keşfedilmeyi bekleyen parçalarımızdır.
Özde ve ilişkide şifa.
Çoğu zaman bir yanılgıyla ilişkimizden geçmişten gelen bu korkuları gidermesini, yaraları onarmasını ve içimizdeki boşlukları doldurmasını bekleriz. Partnerimizin sevgisiyle tamamlanacağımıza, bizi olduğumuz gibi kabul ettiğinde huzura ereceğimize inanırız. Oysa gerçek iyileşme, bir başkasına tutunarak değil, yalnızca kendi içimizde yaptığımız çalışmalarla mümkündür. Ancak bu, ilişkilerin iyileşme sürecimizde hiçbir rolü olmadığı anlamına gelmez. Aksine, ilişkilerimiz bizi en derin yaralarımızla yüzleştiren ve dönüşüm fırsatları sunan güçlü alanlardır. Bu konuda, Berivan Aslan Sungur, ilişkilerimizin iyileşme sürecindeki rolünü şu şekilde ifade ediyor:
“Bireysel olarak içsel yaralarımızı iyileştirmek elbette mümkün ancak nasıl ki o yaralar ilişki içerisinde oluştu, iyileşme de yine bir ilişki içerisinde olacak. Yani en hızlı ve derinden iyileşme yine bir başkası ile ilişkide mümkün. Özellikle de ruhunuzun karşısında ‘çıplak’ kalacağı, gerçek bir yakınlık ilişkisi içerisinde. Terapide terapistiniz karşısında ya da partnerinizle gerçek bir yakınlık ilişkisi içerisinde… Partnerler birbirlerini özellikle yaralarından buluyorlar ve karşılıklı birbirlerinin yaralarına farkında olmaksızın çomak sokabiliyorlar. Bu sebeple bazı ilişkiler çok zorlu olabiliyor ancak tam da buralar her iki taraf için de çok kıymetli dönüşüm fırsatları içeriyor.
Eğer karşılıklı yaralarımızı görebilirsek, durumu kişisel almaktan ziyade karşımızdakini yaralarından dolayı kendi otomatik pilotunun etkisiyle bize hoşumuza gitmeyen şekilde davranan, bizi yaralayan bir insan olarak görüp karşılıklı birbirimize şefkat duyabilirsek, o zaman çift olarak içinde olduğumuz kısır döngüyü kırma fırsatı yakalayabiliyoruz. Bu durum karşımızdakinin bizim duygusal yaramızı iyileştirmesini beklemekten, partnerimizin korkularımızı gidermesini istemekten farklı bir durum. Burada iki kişi birlikte iyileşiyor. Birbirlerinin yaralarını, geçmişten getirdikleri acıları ve bu acılardan kaynaklı oluşmuş savunma mekanizmalarını, sinir sistemindeki izleri görüp insan olma haline şefkat duyuluyor… İlk önce durumu değiştirmeye çalışmak yerine, acının yanında şefkatle kalabilmekten bahsediyorum. Durumu kişiselleştirmeden, haklı haksız aramadan, uzak bir yerden ele alabilmekten…”
Bu sebeple, sağlıklı bir ilişki yalnızca doğru kişiyi bulmakla değil, partnerlerin birbirlerine şefkatla yaklaşabildiği ve dönüşüm için alan yaratabildiği bir bağ kurmakla mümkün olur. Gerçek uyum, partnerimizin duygusal dünyasını anlamaya ve kabul etmeye istekli olduğumuzda ortaya çıkar.
Doğru kişi arayışı.
Biz iyileştikçe ilişkilerimiz de dönüşmeye başlar. Bir başkasıyla bağ kurmak için artık tamamlanmaya değil, paylaşmaya ihtiyaç duyarız. Bu noktada, ilişkiler bağımlılık yerine özgürlük, beklenti yerine sevgi, korku yerine güven üzerine kurulmaya başlar. En başta sorduğumuz sorulara dönersek, ailemizle ve kendimizle olan bağlarımızı şifalandırdığımızda, “doğru insanı” bulmaya dair bakış açımız da dönüşmeye başlar. Bu noktada zihnimizde beliren “Gerçekten ‘doğru kişi’ diye biri var mı, yoksa doğru ilişkiyi ben mi inşa edeceğim?” sorusunu Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan‘a sorduk!
“Bu sorunun yanıtı, yüzde 30-40’ı doğru kişi var, yüzde 60-70’i doğru ilişkiyi biz inşa ediyoruz şeklinde. Yani, ilişki inşası bir bina inşaatına benzer. Yüzde 30-40’ı taşıyıcı sistemlerdir, kolon ve kirişlerdir. Yüzde 60-70’i sonradan değişebilen kısımlardır. Değişebilir. Bir insanın kişilik yapısının yüzde 30-40’ı doğuştan gelir, genetiktir, değişmez. Yüzde 60-70’i ise sonradan değişebilir. Kişiliğin değişmesi, doğru ilişkiyle mümkün olabilir. Yani doğru kişiyle doğru ilişki olursa, doyumsuz bir ilişki ortaya çıkar. Ama yanlış kişiyle de doğru ilişki kurulabilir. Bunun için biraz beceri, zahmet, emek gerekir. Doğru kişiyle karşılaşıldığında ise ilişkiler daha kolay olur.
İnsan ilişkilerinde alış-veriş yok, veriş-alış var. Yani ilişkiler bir taraftan alacak, bir taraftan kazan-kazan sistemi ile işler. Kişiler arası terapilerde bu işlenir. Nerede duracağını bilebilmek, karşı tarafın ihtiyaçlarını, haklarını göz önüne almak, doğru ilişki kurmayı sağlar. Bunun için bunu iki uçlu düşünmemek, bu pencereden bakabilmek çok önemli. Yaşanan her çatışmalı iletişim yeni bir fırsata dönüşebilir. Her çatışmayı tehdit olarak görmeyelim. Her çatışmayı iş birliğini, iletişim kalitesini arttırmak için fırsat haline getirelim. Doğru iş birliğinin bu zamandaki yöntemi, pozitif iletişimdir. Pozitif iletişimi olan kişiler en zor ve yanlış kişiyle bile doğru ilişki kurabilir.”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın da belirttiği gibi, ilişkiler, kendiliğinden mükemmel şekilde var olan yapılar değil; bilinçli bir şekilde inşa edilen, zamanla dönüşen ve tarafların katkılarıyla şekillenen dinamiklerdir.
İlişkide bağların inşası.
İçsel yolculuğumuz boyunca fark ettiğimiz gibi, hepimizin ilişkilere dair taşıdığı inançlar, beklentiler ve duygusal ihtiyaçlar farklıdır. Hatta kendi içimizde bile zamanla değişebilir. Bu yüzden, “Doğru kişi kimdir?” sorusuna takılı kalmak yerine, kurduğumuz ilişki dinamiğinin nasıl bir alan sunduğuna odaklanmak gerekir. Peki sağlıklı ve tatmin edici bir ilişki için nasıl alan açabiliriz, Prof. Dr. Nevzat Tarhan şöyle açıklıyor:
“Sağlıklı ve en tatmin edici ilişki için alan açmak önemli tabii. Bu yatırım yapmak gibi. İlişkiye yatırım yaparsanız o ilişki nitelikli ilişki haline dönüşür. Yatırım yapmazsanız doğal halinde olan, akışına bırakılan ilişki hasar görür ve bir yerden kırılma yaşanır. Yani ilişkiye alan açmak için kavramlar vardır. O önemli kavramlar nelerdir? Kişinin güven odaklı bir ilişkide olması lazım. Adil paylaşım odaklı bir ilişki olması lazım. Ve içinde empati olan bir ilişkide olması lazım. Adalet olursa ilişkide güven oluşuyor. Güven oluştuğu zaman da bunu sürdürülebilir yapabilmek gerekiyor. Böylece sınırların ve kuralların belli olduğu ilişkiler ortaya çıkıyor.
Mesela ilişkilerde ev güvenli alansa kişiler bir araya geldiklerinde dost ilişkisi kurabilirler. Yani, dostluk arkadaşlıktan daha farklıdır. Arkadaşlıkta bir hedef vardır, sınıf arkadaşlığı, okul arkadaşlığı, yol arkadaşlığı, o hedefe yönelik beraber yaşarsınız. Ama dostluk kişinin duygusal olarak yakınlaşabildiği, kendini tam ifade edebildiği, onun yanında kendini güvende hissettiği bir ilişkidir. Dostluk ilişkisi, ilişkiye yatırım yapıldığı zaman oluşan bir ilişkidir. Dost ilişkisinin oluşabilmesi için muhakkak o ilişkide, ‘ben’ kalarak ‘biz’ olmayı başarması gerekiyor. Yani kendi kişiliğini, kimliğini paspas yapmadan kendi kimliğini, kişiliğini koruyup ‘ben’ kalarak biz olmayı başarabildiği zaman kişi kendini güvende hissediyor. Aynı zamanda iki gözle bakmıyor, dört gözle olaylara bakıyor. İki kulakla işitmiyor, dört kulakla işitiyor. Bir beyinle karar vermiyor, iki beyinle karar veriyor.
İşte sıcak, kaliteli, sürdürülebilir ve güven temelli bir ilişki böyle kurulabiliyor. Bu ilişkiyi yapabilmek için üç alanda sağlıklı iletişim ve çözümler gerekir. Birincisi coping style denilen, stres yönetme biçimidir. Stres altında soğukkanlı kalarak stresi yönetebiliyor musunuz? Problemleri uzatmadan, büyütmeden çözebiliyor musunuz? İkincisi iletişim stili, karşı tarafın anladığı dili bulabilmek. Bir insan yüz kapılı bir saray, kale gibidir. Bir kapısı açık olsa 99 kapısı kapalı olsa o açık kapıdan girersin. Bir insanın iç dünyasına girmek için açık kapıyı bulmalısınız. Bunun için biraz zaman ayıracaksınız, emek gerekiyor. Çaba, gayret gerekiyor. Bunu yaptığımız zaman o kişinin iç dünyasına girersiniz, onunla güzel ilişki kurabilirsiniz. Üçüncüsü de problem çözme stiliniz. Problemi nasıl çözüyoruz? Korkutup bağırıp sindirerek mi çözüyoruz? İkna edip inandırmaya çalışarak mı? Yoksa öteleyerek mi? Buna bakalım. Küçük problemler büyümeden çözülürse birçok büyük çatışmayı önlemiş oluruz. Problem çözme yöntemimiz, iletişim biçimimiz ve stres yönetme biçimimiz, ilişkiye yapacağımız yatırımı belirler ve doğru alan açtığımız bir ilişki yaratmamıza olanak sağlar.”
Sonuç olarak, romantik ilişkilerde aradığımız uyum, dış dünyada “doğru” kişiyi bulmakla değil, önce kendi iç dünyamızı anlamak, geçmişimizin izlerini görmek ve duygusal ihtiyaçlarımızı fark ederek şifalanmakla mümkündür. Sağlıklı bir ilişki, yalnızca karşılıklı sevgiyle değil, bireysel farkındalık, içsel denge ve karşılıklı emekle inşa edilir. Eksikliklerimizi bir başkasıyla tamamlamaya çalışmak yerine, önce kendimizi anlamalı, geçmişten gelen kalıplarımızı fark etmeli ve şefkatle dönüştürmeliyiz çünkü gerçek bağ, ancak iki bireyin kendi bütünlüğünü koruyarak birlikte inşa ettiği bir alanda mümkündür.