Bilim insanları, uzun yaşamın sırrını çözmeye yönelik arayışın içinde, vücudumuzu keşfettikleri bir yolculuğa çıktılar. Eskiden olağanüstü olarak kabul edilen yüz yaş ve üzeri insanlar ile asırlık nüfusun yükselişi, toplumu ve tıp bilimini cezbeden bir konu haline geldi. İsveç’te yürütülen, kan değerleri ve yaşlanma arasındaki etkileşimi inceleyen bir çalışma, kanımızda saklı olan uzun yaşamın sırrı için bir ışık oldu. Bulunan biyolojik işaretler, yalnızca bazı bireylerin neden 100 yaşını geçtiğini değil, aynı zamanda nasıl yüksek bir yaşam kalitesini sürdürdüklerini anlamanın da anahtarı niteliğinde. Gelin bu çalışmanın ortaya koyduğu verilerin kanımızdaki yaşlanma ve uzun ömürlülüğün üzerindeki etkilerini keşfedelim. Bakalım uzun yaşamın sırrı kanımızda kendini nasıl gösteriyor?
Asırlık yaşlar artık daha sık görülüyor
İnsan ömrü artık uzama eğiliminde. Sayıları 1970’lerden bu yana her 10 yılda bir neredeyse iki katına çıkan dünyanın en hızlı büyüyen demografik grubu, bir asırı devirmiş olanlar olarak karşımıza çıkıyor. Ortalama insan ömrünün uzamasıyla toplum ve tıp alanı da derin bir dönüşüm ve gelişim içine giriyor. Tıp bilimindeki ilerlemeler, sağlık hizmetlerine erişim ve sağlıklı yaşam tarzlarına ilişkin farkındalık artıyor. Böylece insanlar daha uzun yaşamaya eğilimli bir hale geliyor ve aynı zamanda asırlık hayatlarında tatmin edici ve canlı bir yaşam tarzı sürdürmeleri olasılığı yükseliyor.
Uzun yaşamın sırrıyla ilgili araştırmalar hız kesmeden devam ediyor
Platon ve Aristoteles’in araştırmalarına kadar uzanan uzun ömürlülüğün araştırılması zor ve sabır isteyen bir süreç. İnsan ömrünün her geçen yıl daha da uzadığı bu çağda, tıp biliminin konuya ilgisi de artarak devam ediyor. GeroScience dergisinde yayımlanan ve birçok bilim insanının katıldığı son araştırma, bu karmaşık gizemin çözülmesine yönelik önemli adımlar attı. Araştırma, 1893 ile 1920 yılları arasında doğan kişilerin kanındaki çeşitli kimyasalların miktarlarının ölçülmesi ve takibi açısından bugüne kadar yapılan en büyük araştırma olma özelliği taşıyor.
Yüz yaşını geçen insanların kan değerleri bize neler söylüyor?
Yayımlanan bu büyük araştırma, genetik yatkınlık ile yaşam tarzı faktörlerinin etkileşimini ve bunların hayatımızı nasıl etkilediğini açıklıyor. Karolinska Enstitüsü’nden araştırmacılar, 1985 ila 1996 yılları arasında klinik testleri yapılan ve 2020 yılına kadar izlenen 44.500’den fazla İsveçli hastanın kan verilerini değerlendirdi. Sonuçlara göre bu değerlendirmeye girenlerin %2,7’si yüz yaşına kadar yaşadı ve bunların çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor.
Kritik roldeki 3 biyobelirteç
Yapılan kan testlerine daha önceki çalışmalarda yaşlanma ve ölümle ilişkilendirilen enflamasyon, metabolizma, karaciğer ve böbrek fonksiyonu, yetersiz beslenme ve anemi ile ilgili on iki kan bazlı biyobelirteç dahil edildi. Enflamasyon ile ilişkisi olan biyobelirteç, sindirim sırasında vücutta atık olarak üretilen ürik asitti. Ayrıca karaciğer ve metabolizma ile ilişkilendirilen kan şekeri ve kolesterol de araştırmada önem taşıyan biyobelirteçlerdi.
Araştırmada bulunan sonuçlar, bu üç belirtecin uzun yaşamla ilgili olduğunu gösteriyordu. Yüz yaşını aşan kişilerde kan şekerinin, kreatinin ve ürik asidin 60’lı yaşlardan itibaren azaldığı keşfedildi. Kolesterol ve demir düzeyleri açısından ise beş grup arasında en düşük seviyede yer alan kişilerin, daha yüksek düzeylere sahip olanlarla karşılaştırıldığında 100 yıla kadar yaşama şansının daha düşük olduğu ortaya kondu.
Bunun yanında, yüz yaşını görenlerin ve görmeyenlerin değerlerindeki farklar belirteçlere göre değişiyor. Bazı değerlerde çok az bir farkın uzun yaşama etki ettiği görülüyor. Örneğin, ürik asit değerlerinde %2,5 gibi bir fark var. Bu, en düşük ürik asit seviyesine sahip olanların 100 yaşına gelme şansının %4 olduğunu, en yüksek ürik asit seviyesine sahip olanların ise yalnızca %1,5’inin yüz yaşına ulaştığı anlamına geliyor.
Metabolizma sağlığı ve beslenme de uzun ömür üzerinde önemli bir rol oynuyor
Araştırmadaki biyobelirteçlerde gözlemlenen eşitsizlikler mütevazı gibi görünse de araştırmacılar metabolizma sağlığı ve beslenmenin uzun bir ömür ile olan derin bağlantısına dikkat çekiyor. Genel sağlığın temel taşı olarak kabul edilen beslenme, uzun ömür denkleminde çok önemli bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Temel besinler açısından zengin, dengeli bir beslenme, yalnızca anlık bir mesele değil, aynı zamanda hayatımızın ve sağlığımızın gidişatını etkileyerek uzun süreli bir varoluşun yolunu açabilme potansiyeline sahip.
Yaşlandıkça kan şekeri ve ürik asit seviyelerinin izlenmesinin yanı sıra böbrek ve karaciğer değerlerimize dikkat etmek, yalnızca tedbirli bir yaklaşım değil, daha sağlıklı ve potansiyel olarak daha uzun bir yaşama doğru yararlı adımlar olarak görülüyor. Araştırmacılar, besin açısından zengin bir beslenmeyi benimsememizi, metabolizma sağlığını destekleyen alışkanlıklar edinmemizi ve vücudumuzun sinyallerine uyum sağlamamızı öneriyorlar.